Sunday, December 13, 2015

(Tanrinin merhameti ile) yeni bir denge noktasina ulastim; ne olursa yasamaya hazirim, ozellikle icinde dinlenme varsa, insanlardan uzaklasip kendi cabalarinla var olmak ve derinlesmek imkani varsa... Ulkenin dort bir yanindaki akrabalarimi seferber edip gidecek birden fazla mekanim oduguna emin oldum; simdilerde uzun bir tatil yapmak, o sirada data science konusunda calismami tesvik edecek  bir universitede bir pozisyon bulmak istiyorum; yeri onemli degil; bir iki duzgun makaleden sonra ozgurlugumu tekrar kazanma ihtimali var ya..

Friday, December 11, 2015

Londra' nin gunese ihtiyaci yok. Minik dukkanlarin araliksiz cevreledigi sokakta yeni yil susleri gri arka plandan dolayi gunduz gozuyle sehre renk katabiliyor. Gunumu Essex road uzerinde Costa Cafe'de is ilanlariyla flort ederek geciriyorum. Az once, Peru'da genc ogrencilere matematik ogretmek uzre gonulluluk esasli bir ise yesil isik yaktim.
Yan masada oturan yasli teyze masasindan kalkerken kahvesine doldurgu sekerlerin bos kagitlarina hayret icinde bakiyorum. Alisilmisin disinda yasina gore kilosu yerinde; eriyen yaslilara inat vucut kitlesini korumasinin sirri iki crossant ve bol sekerden geliyor olmaliydi. Daha dun nenemi dusunuyordum; nenemi hep yasli tanidim. Yasliliginin 10 kusur yilina ise bilincimle sahitlik ettim. Onu o kadar cok gozlemledim ki... Yasliligi ve gucsuzlugunde yuregimi daglayan bir sey vardi, ben uzuldukce o daha da yaslandi, buzuldu ve daha fazlasi icin yer kalmadiginda ise... Sefkat hissini nenemin yasliliginda, zorla yedigi minicik lokmalari endiseyle seyrederken kesfettim.
Pencereden gri sokaga ve isiklari ile ilgimi ceken Fish and chips dukkanina baktigimda yasli teyze' yi goruyorum. Yasliligina ragmen istahina seviniyorum. Kendimi yalniz ve yasli dusunemiyorum; ya acliktan ya da yalnizlik ve mutsuzluktan gitmis olurum diye dusunuyorum. Evsizler ardi sira tuvaleti kullaniyor; bosvermeyi bu aralar iyi becerdigim icin issizlikle ve yalnizlikla  evsizlik iliskisini kurmuyorum. Iyiyim, giderim cok, aglasam gozyaslarimi silen biri bulunur elbet.

Thursday, December 10, 2015

Depresif’in en kotu zamani sabah uyanma anidir; depresif kisi dusuncenin bloke edilmesine bagli olarak depresiflige yer olamayan uykusundan uyanirken, bilincinin ilk aklina getirecegi  onceki gunden arta kalan kokusmus dusuncelere hazirliksiz yakalanir. O an uyandigina uyanacagina bin pisman olur; zaten vucudu da normalden daha fazla uyku ihtiyaci icine girmis; uykudan medet umar olmustur. Sabah uyanmasinin sokunu atlattiktan sonra faydali birseyler yapmaya koyulur ve cirpindikca enerji uretme potansiyeli ortaya cikar, sabah kahvesi icilerek olasi bir bas agrisinin onune gecilir ancak ilk lokmalarini agzinda evire cevire, yemeyi ilk defa ogrenmis bir cocuk gibi ya da yemeye gucu olmayan yasli ninesi gibi ogutmesi oglen saatlerini bulur. Bu sirada umuduna sahip cikar ve bunun en onemli nokta oldugunu bilir.

Bugun depresif kisi olarak uyandigim uykumdan sonra, ogle saatlerinde bir is gorusmesi icin South Ealing’ in yolunu tuttum. Iki gun once Jump’ in gorusmesine giydigim takimi tastamam oldugu gibi, gomlegini bile yikamadan ustume gecirdim. Ikinci defa giyilmesine ragmen, sokaga ciktigimda lacivert pantolon, kizil mont; siyah saclar, acik mavi gomlek; sari kurdelalali bej deri babetler ve siyah bilgisayar cantamla profosyonel goruntum tastamam olmustu ve bulutlarin altinda gri kalmis sehirde ustumdeki renklerinden dolayi bir neon gibi parliyordum.  Gayet iyi gorunuyordum; sabah “shit” gibi hissederek kalktigima bin sahit lazimdi. Oglen evden cikmadan once bir yildir binayi saran scaffolding’ i sonunda kaldirmaya niyet eden isciler; gurultulu bir sekilde sirtimi dayadigim balkonda calisirken, sonunda parkin goruntusu ortaya cikti; tam zamaninda ustelik; ise gitmeyi birakmis, gunduzlerime kavusmusken, onu bloke eden bir tabaka mavi plastikten kurtulmak cok guzel bir surprizdi. 

 Piccadliy line’da sallana sallana sersemlemis bir sekilde South EALING’de  inmis; dogru olduguna kannat getirdigim yonde - Big West Road’ a dogru- yurumeye koyuldum. Polish marketler; Napelese restaurantlar ve kucuk semtlere ozgu yavaslik hosuma gitmisti. Henuz gorusmeye gittigim isyerinin neye benzedigini bile bilmeden buraya tasinip, bu sokaklarda alisveris yaptigimi ve bundan huzur duyacagimi dusundum; sanki her hayat formuna hazirdim: Havada cok fazla gunes olmadigi takdirde herseyi yapabilirdim. En guzel kiyafetlerimi giyip is pesinde kosturabilir; bazen cok, bazen az kazanabilir, yasadigim yeri gormezden gelebilecek kadar yogun olmayi basarabilirdim. 


Tuesday, December 1, 2015

Anahtar sozcuk "ince bir tabaka" imis. Marmite' i Andy' nin dedigi gibi ince bir tabaka halinde ekmege surunce, yemesi mumkun oluyormus.
Londra' yi evim gibi hissetmeye basladim, burdan ayrilmasi ve yeni bir duzen kurma arayisi, ardindan da olana ayak uydurmak kolay olmayacak. Sanirim tekrar bakis acisi ayarlarimla oynamam lazim. Nerede olursam olayim hayatin yasamaya deger oldugunu, bos kaygilarla onu rezil etmemeyi, ayrica -deliler gibi- guzel ve yesil sehirler hayali icinde, oyle olmayan yerlere burun kivirip, intihar dusunceleri yesertmemeyi ogrenmeliyim. Aslinda intihar yanlis bir sozcuk oldu. Genelde acilar icinde zihnim kivranirken, aklima hayatima son vermek ihtimali bile gelmiyor; beynimdeki can cekisme ile uzun zamanlar yasayacagimi hayal ederek daha derin buhranlara giriyorum. Neyse ki sunu cok iyi biliyorum, butun bunlarin sorumlusu baba tarafindan gelen genler ve kimyasi yalama olmus beynim. Mesela, buyuk halam yasi itibariyle yasamdan cok olume yakinken bile coluk cocuk bizim agzimizdan cikacak iki umut dolu sozcuge sarilmayi bekliyor, minicik seylere moralini bozup yemeden icmeden kesiliyor. Tanrim, ne kadar tanidik! Iskolik olmusken ve son zamanlarda depresyonla kovalamaca oynarken, deliligin dozunu iyice arttirip maasimi aldigima emin oldugum ilk gun isten ayrilacagim. O arada, bohem Londra sokaklarinda cilginca kendimi ariyor degil kaybediyor olacagim.

Saturday, November 28, 2015

Zafer edasiyla biten Cuma gununden sonra Cumartesi sabahlari yorgun ve tukenmis uyanmanin mantigini anlayamiyorum. Sabah saatlerinde extradan uyunan uykuda ancak ki koca bir programlama projesiyle ugrasiyor oluyorum, bunun bilinc alti temizlemekle nasil bir ilgisi olabilir ki...Bos vakitlerimde ne yapacagimi bilemiyorum, lanet olasi isim yuzunden bu hale geldigimi biliyorum fakat bu ruh hali yuzunden yine en huzurlu oldugum yer ofiste olup bir projede kendimi unutmak ve butun enerjimi orda harcamak. Bedenim sanki bir yanardag gibi enerji uretiyor ve onu kanalize edecek bir yer bulamadigimda ise kendimi yakiyorum. Arada Turkiye' nin gunesli bozkirlarini dusundukce, uzerine de olup bitenleri ogrendikce ruhuma saplanan agrilari tarif etmek icin uzun ve caresiz bir yaziya girimem lazim...Mehpare'ye ozeniyorum, Turkiye'de manik evre yasayabildigi icin. Bu ruh hali ile yalnizlik da hic iyi gitmiyor. Mary' nin ve annesinin depresif genleri aklima geliyor; Providence'da yuzyillik evimizin ust katinda salona asili rengarenk abstract calisma bir depresifin hayat donme yolculugundandi. O ara oyle mutluydum ki sokagin binyillik sessizligi ancak ki ruhuma daha fazla huzur dolduruyordu ve Mary' nin gunlerce odasindan cikmadan yasayabilmesinin altindaki mutsuzlugu anlayamiyordum. Simdilerde..

Thursday, November 26, 2015

depresyon.

Yillardir hikayeler biriktirdim. Gorduklerimin ve yasadiklarimin rehavetine kapilmadim, hep seyirci oldum, bir filmi izler gibi onumde akip gitti anlar ve mekanlar. Geriye anlatmak istedigim delilikler kaldi; limitlerimin esiginde ruhumu ve bedenimi kullanmanin cezasini ansizin gelen depresyonlarda odedim. Butun yaptigim kotuluklerinin bedeli de ordan ya da burdan, otuz yillik hayatimin bir tarafindan cikarildi ve odendi. Yine de bu hesaplasma bitmedi: bu aralar "bitse de gitsek" modunda yaklassam da hayata, bir falcinin yuzume bakip da ortaya attigi kehaneti dogrulamak uzre  daha uzun uzun yeni belalar ile kovalamaca oynayacagimi biliyorum. Su aralar simariklik yapiyorum, yorgun ruhum dert yaniyor bana, ona biraz iyi davranayim diye. Halbuki biliyorum, gercek acilara da sira gelecek.
kafa dengi bir iki arkadas bulsam Turkiye'de bile yasayabilirim ama arkadaslik kurmaya kalmadan ulkeden kacmis buluyorum kendimi. Is olayini da anladim, isin insana yaptigi en buyuk iyilik kisinin butun vaktini almasi; okul da oyle...vaktimiz bize kaldiginda iyi seyler ortaya cikmiyor. 
Bugun ofise gitmedim; gidince ayri dert (10 saatin sonunda medeniyet denen tek disi kalmis canavardan soguyorum) gitmeyince ayri dert(saatlerce kosullar uzerine kurulu hayat planlamasi yapiyorum)...ona ragmen bugunu cok verimli degerlendirmek istiyorum. Daha ne kadar surer bilmiyorum ama hava gunesli ve evde gunesli odada kis gunu okumalari yapmak icin cok uygun. 

Saturday, November 21, 2015

bir tam marmite,

dibinde bir ceyrek kalmis fistik ezmesi, ucte biri ancak  tuketilmis bir kavanoz bal, yeni acilmis bir kavanoz fransiz  kayisi receli, yarimsar paket nohut, mercimek; paketlerinin dibinde bekleyen her boydan bulgur, indirimde diye cifter cifter alinmis turk salcalarinin fazlaliklari... bunlari bir ayin icinde tuketmeliyim, yakinda asya turuna cikabilirim...

Thursday, November 19, 2015

marmite

Camasirlar cikacak makineden, onlari asmaya mecalim yok, ne de iki sozcugu bir araya getirip, yorgunluktan uyusmus beynimden dert yanmaya halim var.
Sonunda anlamli bir yatirima donussun diye heba ettigim gunlerimin yuzlesmesini  sehrin ustune cokmus aksamin sessizliginde yarim yamalak da olsa yapiyorum, sonuc yok. Hicbirsey icin harcanan uzun saatler, yasanamayan gun isiklari, altinda islanilmayan yagmurlar ve cakili kalinan sandalyeler, aklini yitirmis patronlar, havasi yetmeyen ofisler... ve bunun yerine koyacak daha iyi bir alternatif dusunemiyor olmak. Son zamanlarda en cok hissettigim iki sey var: sabir ve cesaret. Etrafimdaki anlamsizlik buyudukce, basa cikma gucum artiyor; ve yuzlesecek daha az korku kaliyor, bazen gercekten hicbirseyden korkmuyorum, cunku cok yorgun oluyorum.

Saturday, November 7, 2015

Lanet olasi bir gun, beynim bu denli bir yorgunluga katlanamiyor. Is-guc-ulke probleminde yanlis yaptigim noktayi anladim, yorgun oldugum icin birinden digerine kactigim is-akademi arasinda kendime iyi birsey yapmiyordum. Gelismis bir ulke ve bir kariyer yolundan baska istedigim yoktu, simdi ise herseyden en cok da bu acimasiz kapitalismden nefret eder haldeyim, gorduklerimi kaldiracak gucte degilim.

Sunday, October 25, 2015

Dun oy kullandim, yolumdan donmedim ve oyumu yine partime verdim. Ardindan sehri yurudum, cok sevdigim sehrin gizli koselerini gormek icin bilmedigim sokaklara daldim,  once kaybolup sonra beklemedigim bir anda bildigim bir noktaya cikmanin keyfi ugruna, bacaklarimin gucune inanarak uzun uzun yurudum, her yeni seye sasirmayi da ihmal etmeden. Bugun icin ise planim belliydi: once, surekli onunden gectigim ama bir turlu acikken yakalayamadigim Ozan Unisex Kuafor' e gidip fazla gelen saclarimdan kurtulacak, ardindan sehrin alevi diasporasinin cocuklarina yaratici matematik ogretmek uzre soyundugum projede kararliligimi gostermek uzre dernegin egitim sorumlusunu bulacak, yazdigim e-mailin takibini yapacaktim. Ince bir tabaka bulut arkasindan filtrelenerek gelen sabah gunesinde Regent's kanal kenarinda yuruyerek, aylardir odagima girmis olan kuafore vardim, ve saclarimi gercek bir ozana kestirdim.Ozan, gercek bir ozandi, aleviydi, kurttu, Hayyam vari dusunen sevimli bir insandi ve tam bu dogrultuda davrandi bana, elindeki calismalari paylasti,  yandaki kafeden cappucino ikram edip, kendi gibi dostlari ile tanismam icin tatli bir telasa girdi. Ruhuma cok iyi geldi bu dostluk.  Kingsland Road uzerinden Dalston'a dogru yurumeye karar vermistim. Hackney bolgesi icinde kaliyordu guzergahim, aklima Elif safak geldi; bir kitabini yazarken bu sokaklarda bolca yuruyerek hikayesini olusturdugunu soyluyordu. Baska bir yazinin konusu olabilecek bir mesele ki zevklerim farkli bir yone kaymisti. Artik orta sinif zevklerinden siyrilip hipster kulturune ilgi sariyordum. Yasadigim mekanlarin ve is hayatimdaki para merkezli dusunce yapisinin da itmesi ile bu yakinlasma gerceklesmis olabilir. Geffrey Museum of Home bahcesinde ruhumu sukran hissi kaplamisti, hersey cok guzeldi; tam istedigim gibi... ve bunca guzellige ragmen zihnimin kontrolunu kaybetmiyordum; gunes isiginin azligi ruh sagligim icin iyi olmaliydi. Saclarim kuruyup dalgalanmaya baslamisti, elif safak modeli olmuslardi, bu da garip bir tesaduftu.

Thursday, October 22, 2015

Bugun ogle arasinda guneye dogru olabildigine yol almaya kararli sekilde hizla yururken London Tower'a ulastim. Cok guzel bir tesaduf oldu; yol ayrimlarinda bir saga bir sola saparken sonunda onun karsima cikacagini bilmiyordum. Buyulu bir atmosferi vardi ve en son Ocak ayinda (ya da aralik sonu muydu) ordaydim.   Harecourt Road'a yeni tasinmistim, Kings Cross'daki kurtlu evden sonra yeni evim saray gibiydi: Georgian bahceli ev,  hipster tarzi mobilyalari ile buyulemisti beni. Dalston' daki pazari kesfetmemle rengarenk olan sabah kahvaltilarim, yaninda tatli niyetine  LSE istatistik departmenindan topladigim cikolatalar, sutle  rengi acilmis filtre kahve ve ogrencilik gunlerim... inanilmaz guzel hatirliyorum.

Sunday, October 18, 2015

hypomania, butun anlamsiz mutluluklarin ozeti.

Friday, October 16, 2015

Turkiye'deki atmosferi gazetelerdeki haberlerden anlayabiliyorum. Dolayli olarak ogrenmek, bizzat sahit olmaktan ya da birinci agizdan dinlemekten daha iyi. Kuzenlerim dahil butun ulke birden Turk milliyetciligi akimina yakalaninca, dayanamayip Facebook hesabimi kapatmistim, sonra cok daha kotu seyler oldu... Aci ceken insanlari cok iyi tanidigim icin belki, acilarini da tanidim ve oldurulenlerin sayisi arttikca, aci icinde kalanlarin sayisi 100' lerle carpilarak buyurken, ayni hizla aci da buyudu. Dusunmekten kacmaktan baska care yoktu; mesai haftasi baslayip kendime ayiracak dakikam kalmadiginda , dunyadan kopmak acinin belirli bir formundan uzaklastirsa bile, gorduklerime verdigim tapkiler degismisti: insanliga guvensizligim saglam bir kalibi dolduruyordu artik ve duydugum her kelimede yoruluyordum. Herkesi kotu goruyordum, ve icime seytan kacmis gibi asi ve kaba davraniyordum.  Akli basinda gorunen insalardaki kusurlar gozume carpiyordu. Cogu zaman bos gozlerle bakan, arada sevimli ve samimi bir iki soz soyleyerek beni sasirtan David'i hayatimdaki diger insanlara tercih eder olmustum (bu hislerim henuz gecmis degil).
En azindan bunca yorgunlugun uzerine Cuma gunu serefine, ve aciya teslim olmamis olmanin kismi zaferi ile guzel bir gun gecirdim. Ogle arasinda Bricklane, aksam Greenlane, bolca sonbahar ruzgari...

Thursday, October 15, 2015

ruhsal enerjimi

haftanin sonuna yetistiremedim yine. Ofisteki muhendis kafali heriflerin bir kismi yuzunden iyice cileden cikarak kizgin bir feminist haline geliyorum, kendilerini en akilli ilan etme bicimleri ve bu hallerindeki cirkinlik normalde bu kadar itici olmazdi ama dedim ya haftanin ilerleyen gunlerinde tahammul sinirim da dusuyor belli ki. Bazen bos vakitleri ozluyorum, esnekligi; bu gidisle is dunyasinda zengin olamadan, bundan kacip; bir egitim kurumuna siginmam fazlasiyla olasidir. Eski is yerimle gurur duymasam da,   Ankara'da sehre kapimi kapayip sigindigim evimi ozluyorum. Londra guzel sehir, sokaklar muhtesem, lakin Turkiye'deki konforu satin alabilecek guce gelmek icin is yerinde su andakinin iki kati calismam gerekir ki, su halime bakarsak o da zor...
Bazen  kacmak kolay geliyor: bir yeri, bir isi sevmeyince butun imkanlari seferber edip kacmak geliyor icimden ve kacmanin aciliyetini cok iyi anliyorum, lakin yine bastan kurmalardan yoruluyorum artik.

Wednesday, October 14, 2015

Haftanin ortasina dogru, hayatimi daha cok sorgular oluyorum. Sagim solum sacmalik...Ne gun icinde insanlarla ic ice olmaktan, ne de sosyal medya uzerinden gozlemledigim topluluklarin  ruh hallerinden memnunum. Insanlara guvenmiyorum, ve onlar hergun beni dogruluyorlar.  Haftanin ortasi ya, kendimi tam bir kaosun icinde hissediyorum. En kotusu bile gerceklesse hayatta kalabilecek yeteneklerim olmasini arzuluyorum sadece.

Thursday, October 1, 2015

Dun gece, ruyamdan aglayarak uyandim. Gercek bir aglamaydi sanirim, cunku uyandiktan sonra oylece devam etmek istedim ancak o sekil davranmak akillica gelmedi; kendimi dagitmadan degerli dakikalarimi uykuyla doldurmaya devam etmeliydim.
Ruyam, hasreti surekli icimde biriken babami getirmisti; dunyamdan kaybolusu buyuk bir taravma olup bir daha da gecmeyen... Bireysel olmaya daha cok varken, boylesi bir zoraki kopusun ruhumda actigi yarayi, asla anlamayacak olanlara acmaya hic kalkmadim. Yoklugu gercek olanlar, hic konusmadiklarim.

Tuesday, September 29, 2015

Bu gece yine Shakespeare's Globe Theater, bulutsuz derin bir gokyuzu, Thames nehri, koprude arkani gonup bakinca karsi kiyida bir dev gibi oturan San Paul'u tam ortalayan goruntu, sahnede Richard II ve yazarinin marifetinden, tacini yiyirmis bir kralin histerik soylemlerindeki gorkem...

Sunday, September 27, 2015

Bugun yine buyulenerek gezdim sehrin guney bati bolgesini, degisik zamanlarda ayri ayri gorup ancak baglantisi bilmedigim mekanlari sonunda bir gunde birlestirebildim: South Kensingtin, Royal Albert Hall, Natural History Museum, Gloucester Road, Earl Court, Barons Court, Fulham, Olimpia. Yalniz gezmenin bir tarafi da dusunmek icin sonsuz vaktinin olmasi, zihnimi ziyaret etmis dusuncelerden oyle yorgun dustum ki bir daha burada tekrar ederek geceyi de ziyan etmeye degmez. Ozetle, son on yillik yanlis anlamalarimin ustunden gectigim bir donemdeyim. Ne cok seyi yanlis yorumlamisim, iyiyken iyi degilmisim, kotuyken de sebebi yanlis yerde aramis ve buldugumu sanmisim. Birsey ugruna mucadele etmek oyalanmanin en guzel yoluymus, bu dusuncemden vazgecmedim; geri kalan butun yargilarimi ise unutsam iyi olacak...

Friday, September 25, 2015

Fleet sokaktan aksam vakti yururken

bir kac yuzyil, ve bildigim butun mekanlar birbirinin icine geciyor. Once Eskikoy'un bir daginda gunes batiyor, sonra ortacagda bir taverna'da insanlik gunes batmadan once yemeklerini kasikliyor, sonra yine koyde kerpic bir evin pencere cercevesinden karanlik gece iceriye doluyor. Ruzgar serin serin esiyor... Oyle yogun bir deneyim oluyor ki yasamak ile yasamamak arasinda hangisinin daha kolay olduguna karar veremiyorum; yasamaya tahammul edebilmek dengesinde karar kiliyorum. Bu dengeyi korudukca sorun yok. Butun guzelliklerin ve kendim icin dilediklerimin arasindayken mutluluktan cildirmiyor olmak bir saglik ibaresi mi, yoksa degil mi. Mutlulukla nasil basacikacagimi bilemedigim yillarda, beynimdeki hormon dengesinde bir yanlislik oldugunu dusunmek yerine; Tanri' nin butun depresyonlarima karsilik sonunda beni odullendirdigini dusunuyordum, simdi ise benzer dongulerden gecmis dostlarimdan ogreniyorum ki: bu durum tipta bir hastalik olarak algilaniyor. Evet bazen hastalikli mutluluklar ustume yapisip kalabiliyor, hem de yillarca; tam tersinin de olabilecegi gibi. Is hayatinin yogunlugu, asiri mutlu olmamin onundeki bariyer olabilir; etrafim zengin olmayi aklina koymus, girisimci ruhlu insanlarla dolu, onlardan feyz almaya basladigimi soyleyebilirim. Ozgur olacak kadar maddiyat yeter.
Manik'e donmeyen mutluluklarimda birseylerin eksikligini hissediyorum. Eksigin adi yok, ama High Bury Park'ta yesilliklerin ustunde masmavi gok isildarken ve ben yuzu koyun yerde uzanirken sonsuz kadar mutlu olamadigimi biliyorum. Simdi sevdigim kitap kokularini kutuphanede birakip eve dogru yavas yavas yurumenin vakti.

Thursday, September 24, 2015

Elif' i ozluyorum bu aralar. O buyurken ve cok uzakta bile degilken onu opup koklamak, kucaklamak, yumusacik saclarini yuzumde hissetmek varken, onsuzluk manasiz geliyor. Son gelen videosunu defalarca izledim, izlerken yuzumde derin bir sevgi beliriyor, dudaklarimda  sozcukler siralaniyor: "Canim, bebegim, tatlimm..." diye tekrar ediyorlar. Bir annenin sevgisinin bundan daha farkli oldugunu tahmin ediyorum, icinde endiseleri eksik olmayan buyuk bir baglilik olsa gerek. Halaligimin olgunluk caginda, kendi cocugum yokken yasadigim bu ozlemde ise sadece cocuk sevgisinden ote birsey var. Onu minik bir bebek oldugu icin sevmiyorum, yine de bebekliginde beni etkileyen muhtesem bir tilsim var. Dunyayi anlama cabasini farkedebiliyorum, cunku ona cok dikkatle bakiyorum ve bu hali hem yuregimdeki sefkati hem de sevgiyi alevlendiriyor. Ondan yorulacagimi dusunmuyorum,  o iyi olsun diye gerektiginde elimden geleni yapabilecek kadar derin bir adanmislik icine girebilirim. Belki de Elif'imde kismen anneligi tadiyorum.

Tuesday, September 22, 2015

Ne yazsam sana gunluk? Omadik bahanelerle esirlestirip, sadece yokolmaya biraktigim gencligin guzelliginden mi, hayattan butun alamadiklarima karsilik surekli hareket halinde olmaktan medet ummaktan mi.
Bir turku ile yutkunuyorum. Bir gece, baska hicbir sebeple olamayacagim mekanda, onun hatrina, bulunurken, cocuk halimle omzuna basimi yaslamisim, ve bu bir hayal sadece. O memnun, ben mennunum; dunyanin geri kalani ise dekor sadece, boslugu doldurmaya yetiyor. Bosluk can sikmiyor, aslinda bir omuza degil icten bir sevgiye ihtiyacim var, omuz yorgunlugumun temsili...

Sunday, September 20, 2015

Bu Pazar,

Maria' nin her iki Pazardan birinde temizlige geldigi gun. Onun gelisi komunal hayatimiza nefes oluyor; lavabo'da biriken lekeler, yerde birikmis saclar onun yolunu gozluyor. Gelecek planlari biraz daha belirgenlesebilirse burdaki toplu hayatimdan ve heryere yuruyebilme luksunden vazgecip Zone 3 ya da Zone 4 'den ev bakabilecegim, fakat belirsiziligin ne zaman cozulecegi bile belirsizken...
Bu aralar ogle yemeklerinde Dav.  ile takilmak zorunda kaliyorum, bu yuzden onun yaninda rahat olmayi ogrendim.  Ona iyilik ile baslayan ogle arasi dostlugumuz onun asperger durumundan kaynakli bazi takintilari ile benim icin de olumlu bir duruma donustu. Mesela, vize ile ilgili bir dokumanin evde olmamamdan dolayi elime ulasamamasina icerleyen Dav, her gun DX kurye servisini aramam icin israr ederek sonunda yeni bir delivery ayarlamama on ayak oldu. Bundan sonra yapmam gerekenleri Dav' e soyleyip bana yaptirmasini saglamayi planliyorum. Dave birlikte gecirdigimiz her ogle arasinda mutlu bir yuzle kendi kendine anlamsizca gulumsuyor ve bana tesekkur ediyor. Eski okulunda ne kadar populer oldugundan bahsediyor, insanlarin ona kotu niyetlerle yaklasmasi durumuna karsi tedbirli olmasi gerektiginden, Kilise' nin soylediklerinin her zaman dogru olmadigindan ve ofisteki herkesi sevdiginden.
Ben ise Dave'e sarki soylemeyi teklif ediyorum, gulumsuyor ve sessizce bir iki nota mirildaniyor sonrasi gelmiyor. Onun neleri yapip neleri yapamadigini, dunyayi nasil gordugunu, oglen yemeklerimizden yerken ne tad aldigini cok merak ediyorum.
Bir taraftan da eskiye dair tutkumu kesfediyorum, ustunde medeniyet kalintisi olmayan, koksuz ve zevksiz binalardan olusan mekanlara karsi hissedemediklerimin sebebi tarihin mekana ve esyaya yukledigi derinligin eksikligindenmis. Sadece guzeli degil, yuzyillara taniklik etmis guzellikleri seviyorum, ruhumun yalnizligini aliyorlar. Gercekten bu kadar: Avrupa sevgim de; dogdugum ve buyudugum ulkedeki mutsuzlugum da, her sey bunda sakli.

Saturday, September 19, 2015

Shakespeare's Globe'da iki aksamdir ust uste izledigim oyunlarla yuzyillik gormemisligimi biraz olsun dindirmeye calissam da, anladigim kadariyla kultur acligi cabuk gitmiyor.

Thursday, September 17, 2015

Mutlu insanlari kiskanmiyorum, mutlu olabilen ciftlere de saygi duyuyorum. Yapamayacagimdan degil, fakat yapabilmelerinden: iki insanin belki en olmadik sartlarda hayatlarini birlestirmek adina bir yola girmeleri; kalabalik bir sehirde, herhangi bir semtte onlerine cikmis bir evi kiralayip, ucuz ama yeni yeni esyalarla dosemeleri;  ilk gunler bolca cilveserek, sonra iki kisinin birbirine tutkusunun ve yalnizlik hikayesinin derecesine gore bu guzel zamanlarin surup ya da surmedigi bir iliski...Iste C. icin zihnimde tam bunu canlandiriyorum. B.' nin aksine sevmek icin cok vakti var ve bu yuzden onun ardisik olarak cilvelesme ve sevisme dongusunde gececek gunlerini dusunmek ilgimi cekiyor. Esinin yerinde ise ona hayranlik duyan bir kadin hayal ediyorum, C.' nin onun ilgisini ve sevgisi almak icin her yolu kullandigini, arada kadina tavir yaptigini ancak iyi zamanlarinda kadinini da iyi hissettirdigini, boylece tutkulu bir bag olusturugunu tahmin ediyorum. Bir yaz sonu aksami serin Istanbul havasinda balkonda cekirdek citlarken birakiyorum onlari...

Monday, September 14, 2015

huzur

hem de tanidik... Bundan sekiz yil once dalga dalga hayatima yayilan Providence huzuru...Sari isiklar, comert doga, zevkle insa edilmis eski evler, kultur ve ozgurlugun icinde hic tanimadigim bir kimligimi kesfetmistim. Huzur ne cok yakisiyordu, ve simsicak bir histi. Bu aralar yine ondan oluyor. Jas.  bana "mom" demeye basladi, onunla ofis hayatim cok daha neseli ve verimli. Isin disindaki zamanlarda ise hayatima nufus eden, o yavas yavas uykusundan uyanan muhtesem huzur var. Sonunda butun sorumluluklardan ve endiselerden arinip yalnizligimda bu gizemli sehirle basbasa kalmak ruhumu dinlendiriyor. Bu hissi cok ozlemisim.  Is cikisi sen Paul'den kopruyu gecip Shakespeare Globe'a yurudum ve aylarin hasreti ile bes ayri oyuna bilet aldim, ardindan Fleet Street'den okula gelip kutuphaneden iki kitap odunc aldim. Elimdeki diger iki kitabi son bir haftada bitirmistim ve bos saatlerde okunmak uzre bekleyen kitap heyecanindan daha fazla muaf olmak istiyordum. Ardindan Itsu'dan sushi alip 38 'e atlayip bir durak gitmisken kitaplari kasa'da biraktigimi farkedip hizla otobusten inip, dukkan kapanmadan yetismek uzre son surat kosmak zorunda kaldim. Neyseki kitaplarima kavusabildim ve ayni sekilde Theobald Street'e yuruyup yine fazla beklemeden gelen otobus'e binerek bu kez sorunsuz eve ulasabildim. Otobusten inip eve dogru yururken yesilliklerin arasindan cikan saskin bir tilki ile de bir sure bakismadik degil, o yoluna devam edince ben de arkasindan yavasca yuruyerek binama ulastim. Bugun sokaklarda ve sari isikla aydinlatilmis tarihi binalardan gecerken icimden bu sehri ne kadar sevdigimi geciriyordum, mutluydum, mutluyum.

Thursday, September 10, 2015

ofiste 10 saat boyunca kendini oyalamak hatta eglendirmek  maharet ister, ve cogu gunler bunu iyi basariyorum. Yeni universiteye baslayacak stajyerlerden birini asistanim yaptigimdan beri cok mutluyum, zehir gibi bir cocuk, ve fikirlerimi ona anlatarak ve ayrica onun programlamada yardimini alarak her gun ikimiz icin de buyuk isler basarmis oluyoruz. Gunun sonunda bildiklerimin hepsini cope atarak bu turlu yogun bir hayatin surdurulebilirligini mumkun kiliyorum. O yuzden hicbirsey yapmiyor gibi hissetsem de alsinda cok sey yapiyorum: tabi hepsi kendime, beyin egzersizi ya da programlama odevi seklinde.
Birkac yetenegi/onceki deneyimi ile sivrilip cevresindekileri yetersiz gostermeyi umursamayan bir iki arkadasin golgesinde kaldigimi dusundugum gunler moralim bozulsa da dogru akimi yakaladigimda hissediyorum ki: yakinda onlari karanlik gunler beklemekte. Ancak ki alanen onlardan iyi olmak icimdeki ofkeyi dindirecektir, kosabilecegim parkurda yurumenin bir anlami yok, ayrica  rolumu caldiklari icin onlara fazlasiyla kizginim ve kendilerinin projelerine hunharca saldiracagim gunleri dort gozle bekliyorum.

Monday, September 7, 2015

Bu sabah patron, "seni ozledik, gecen hafta eksikligini hissettik" diyerek karsiladi beni. Val'e rolunu caldirttiktan beri "sonum ne olacak?" diye dusunurken, patrondan bu laflari duymak yuregimi hafifletti. Belli ki butun verimsizligime ragmen "pilavlik" lar arasinda tutulacaktim. Bizim cocuklugumuzda oyun oynarken "pilavlik" diye, oyunda bedavadan tutulan kisiye denirdi. Yasca kucuk olan ya da bir sebepten diger oyunculara yakin bir performans gosteremeyen kisinin hatalarindan dolayi cezalandirmadan oyunda olmasina izin vermekti. Su aralar bu durumda olan tek kisi degilim: Dav. de  yaptigi isten ziyade baska meziyetlerinden dolayi tutulan ofisin bir diger elemani. Kotu tarafi Dav de ben de patronun bizi tutmak icin yasal olarak tonla proseduru yerine getirmesi gereken tek iki kisisiyiz. Dav. Nijeryali ve asperger sendromlu, cok sevimli biri. Nufuslu  networkunun hatrina, is-as-ve vize problemleri cozuluyor. Benim durumumda ise: is yapmasam bile parcasi olmakla firmanin kalitesini arttirdigim kesin. Ayrica, fazla sey yapmamam yapamayacak olmamdan da kaynakli degil. Muhtemelen yeteneklerim bu ise uygun degil,  aslinda bu durumda bile biraz programlama destegi ile cok seyler yapabilirim, ama bana is yaptirmak baskalarinin direkt yapmasindan daha kolay ki...
Bunlar aksam eve gelip Turkiye gundeminden haberdar olmadan onceki dusuncelerimdi. Simdi ise iyice pekisen onyargilarimdan bahsetmek istiyorum, ulkeye oldugu kadar insanlara/kurumlara/iliskilere olan onyargilarimdan ve sonunda bunun sebebini bulabilmemden. O da yarina...

Sunday, September 6, 2015

gunde 10 saat kole misali ofiste calismaktan ve bos zamanlarda tez yazip/dusunmekten biri azalinca, derin bir bosluk ve anlamsizlik hissi coktu. Artik, birseylerden memnun olmadigimda sorunun ugraslardan ve insanlardan degil kendimden kaynakli olduguna dair cok ciddi suphelerim var.

Thursday, September 3, 2015

uzun uzun bakistim, her bir satirla
bu kez dogru duzgun, butun kalbimle/aklimla veda etmeliydim
bir daha donmeye zamanim olmayacakti,
bu kadardi.
artik buyumeliydim,
ogrenciligime, avareligime, simarikligima siginmamali
bir boy buyumeliydim

3 Eylul 2015, yas 32, abooo!

LSE Kutuphane
kutuphane gunlerim yazmak icin tonla dusunceyi getiriyor, okuyana ne kadar anlamli gelir bilmiyorum ama herbiri butun siradanlaigina ragmen beni cok eglendiren, tamamlayan hatta aciklayan seyler sanki. Bu sabah yuruyerek Angel'a geldigimde aylardir onunden gecip de hic yuz vermedigim kitapcinin disariya serdigi indirimli kitaplar dikkatimi cekti. Alain de Botton' un "Essays in Love" kitabinin arkasini okuyup yazarin mi yoksa yazdigi onceki kitabin mi cok tanidik oldugunu bilmeden ancak tanisikliga emin oldugumdan bir sayfa acip icinde Protobello sokakta bir pazar gununden bahsettigini gorunce diger kitaplara hic yuz vermeden ve dusunmeden kasaya gittim. Elimdeki kitabin ask uzerine olusundan dolayi bir utanma hissi yasadim, kitabi satan ekibin de sanki merakla ne kitap sectigime bakltiklarini hissettim ki o da utangacligima eklenmis olabilir. Evde Murakami yolumu bekliyordu, ve en heyecanli yerinde birakmistim onu.  Hayatta ertelemekten hoslanmadigimi dusundugum bir suru hazzi okuma konusunda gosterebiliyorum. Mesela cok heyecanli buldugum, ya da cok merak ettigim bir kitabin bir kismini okuduktan sonra bana anlatacaklari olan bir dost gibi en yakinimda hazir tutmayi, onla gunlerce bakismayi seviyorum. Kitabi alip, okula dogru yoluma devam ederken yazari nerden bildigimle beraber Providence'da Blue State Cafe'deki anilarimi hatirladim. Calismaktan yorulup cafe' nin icinde oldugu book store' u kesferderken, yazarin bu kitabin da arkasinda bahsedilen kitabini az defa elime alip, goz gezdirmemistim.
 Fazla alis veris yapmadigimdan olsa ki, arada bir aldigim seylerle mutlu olabiliyorum, ya da mutluluk da degil ama bir sicaklik hissi geliyor, bu yeni kitapla da ayni hissi yasadim. Madem almak iyi geliyordu:  dun Amazon'dan siparis edip, gec gelecekleri icin iptal ettigim inci kupelerin yerine yenisini bakmaliyim, ayrica ilk ozgur cumartesi'mde hatta belki yarin primark'a gidip aylardir erteledigim kiyafet alisverisinin yerine kis sezonu icin is yerine de uygun seyler alacagim. Bu sabah kendime bir kitapla guzellik yapmis olsam da aslinda Paul Pastanesi'nden iki krosan, ya da bir dilim kek alip bir oturusta yiyerek kendime cok daha buyuk bir iyilik yapmis olacaktim ancak o da istahli bir gune...

Wednesday, September 2, 2015

tarih 2 eylul. Ne kadar cok anim var ustunu acmadigim, ancak kirac Ankara yazinda sonsuz gun isiginda apaydinlik bir sekilde hafizama kazinmis. Yil kac acaba, zaten o ara yillar hep birbirine benziyor: Herkes ogrenci olmaya devam ediyor(ya da israr ediyor) , buyuk kiz kuzenlerimiz evlenemiyor ve annemle babaminin hic bilmeden ozgurce yetistirdigi cocuklarin 20' li yaslarinin civarinda iyice deli dana kivamina vardigi ancak ehlilesme adina henuz yol katedememis oldugu zamanlar. Demet'deki ev, yazin tam bir timarhane! bir de surekli ziyartecimiz var: Kv.  K.,  Dunyadan biri, akli basinda, o yuzden ki bizi o halimizle kabullendikce biz ailecek kudurmaya devam ediyoruz. Herkes kendi olabiliyor, hatta kendinin otesi... Ab.' in yaz bunalimlari, bir anadolu universitesinin teknik fakultesinde kendinde deha(!) olduguna hukmedip onun pesinden suruklenisi...Major seyrederken  kabullenmeyip amansizca catistigim depresyonum ve Demet'teki hayatin/komsularimizin ancak ki buna tuz biber olusu. Evde daha az vakit gecirmek icin her yaz okulunun mudavimiyim, ancak temmuz sonu okuldan kapidisi edilip evlerine yollaninca, Eylul ortasinda kadar kendine bir hayat uydurmak zorunda olan da benim. Ankara' nin kitapcilarinda, kebapcilarinda, ara ara uydurulan aktivitelerle gunler geciyor. "Depresyon bize ayak uyduruyor" diyecegim, ama uydurmuyor. O yuzden savas hep devam ediyor, belki bir ay yataklara dussem, duvarlari seyretsem, seytanin her turlu fisiltisini dikkatle dinlesem, o seytan kacip gidecek, fakat ben direndikce o da direniyor. Eylul geliyor, yas gunleri pespese... K. nin yasgunu; bir kutlama yapiyoruz, bircok gunler basimiza actigimiz yemek prejelerinden farksiz bir hazirlik. Demet' in o bakimsiz salas mutfaginda, biryerlerden dikkatimi cekmis yemekleri yapmaya ugrasiyoruz. K. her daim yanimda, mutfakta, ben nerdeysem orda. Depresyonum da ayni sekilde. Azicik bir seyi yanlis yapsa, benden bir ciglik kopuyor, ancak ki mutfaktayken mukemmel olmayan hayatima tepki verebiliyorum, olmekle olmemek arasinda seyiren birinden zaman zaman boylesi cigliklarin cikmasi umut verici oluyor. O bagirmalari huy ediniyorum, birseyler kontrolumde olmadan gelistiginde: mesela maydonozlar iri oldugunda; dogranmis olan kendimmis gibi kisa ve tiz bir ciglikla yanimdakine saldiriyorum. Artik kimse ustune alinmiyor bagrislarimi, annem akilli kadin:" boyle stress atiyor en azindan" deyip hic sesini bile cikarmiyor. Eylul'un ilk gunleri, K. nin yasgunune pasta merasimi yapiyoruz, iki gun sonra A. nin yasgunu... timarhane de olsa herkesin ozel gunu kutlaniyor, ve pastayla tekrara dusmek yerine karpuzun ustune mumlari ve maytaplari yerlestiriyoruz. Istisnasiz huzursuz bir gun, ama aklimda saglam kalmis iste.

gunes

bu sehre gunes actiginda, insanin hicbir derdi kalmiyor.

Tuesday, September 1, 2015

son gunler, bundan sonra ozgurluk var, ama bu zaten ozgurluk degil mi? zihnim bir taraftan sorumluluklarindan kurtulacagi gunun yolunu gozluyor, ote yandan bir tezin satir satir biraraya gelisinin sabrina ve mucadelesine ettigi tanikligin  tadina doyamiyor. Kutuphane cennet gibi geliyor, kendimi en rahat hiseettigim mekan burasi, ruhumun dinlendigi, absurd varolusumu icine koydugumda soylenmeyen tek ortam. Her yeni tez edition'i ile daha da kiymetlenen mac' larin basina bir sey gelmesin diye, dolan idar keselerimizle onlar da tuvalete tasiniyorlar. Sirt cantasinin yillarca suren eziyetine isyan esen sirtim yuzunden, yurumeyi en sevdigim yollari son uc gundur iki katli kirmizi otobusun ust katinin ilk sirasindan izleyerek katediyorum. Sag gozumde toplasan alaca kilcal damarlar, haftasonuna kadar ayaklanmaya devam edecek gorunuyorlar. Kirmizi yagmurlugum, yagmur vurunca kabaran, kizilimsi boyasi iyice sararmis uzun saclarim, altimda ucuzcu Primark'dan en ince model siyah dar pantolonum ve gecen baharda amerika'dan aldiktan sonra her ozel ve ozel olmayan gune giyindigim siyah kosu sporlarim ile sehrin en ozgur ruhu bu bedende sanki!

Monday, August 31, 2015

isten kacmak (procrastination) adina her gazeteyi actigimda yeni bir olum haberi ile karsilasmaktan, su "siyasi"soyle aciklmada bulundu diye okudugum cumlelerden oyle bir rahatsizlik geldi ki, istedigim kadar oyalanmak isteyeyim artik elim gazete linkine gitmiyor. Dogru bildigim seyler icin sorumluluk alacak cesarete ulastim, eksikliklerimi dile getirmekten de cekinmiyorum; o yuzden donecek ulkem de yokken seyyah olmanin vakti gelmis demektir. Bugun-yarin ulkede beni  beklemekte olan devlet isinden istifa etmis olacagim.

Friday, August 28, 2015

Bu sabah ise gitmek zorunda olmamam, sabah kalkma saatimi degistirdi. Son hafta, 6.53'e ayarlanmis  saat calmadan bir kac dakika once gozlerimi acmis oluyordum. Bugun ise vucudum fazladan iki saat'e yakin ayirip kendisine ruhsal olarak biraz ceki duzen verdi, nerden mi biliyorum, uykumun son bir saatinden: ruyamde ev sahibem June ve esi Franc.,  bebekleri ile beraber eve ugruyorlardi ve ben bebekleri ile ilgilenmeye basliyordum. En son yavrunun terli sirtini havluyla kurutuyordum: Demek ki arada annelik egzersizleri yapmam gerekiyor. Annelik ihtimalini hayatimdan atmis degilim ancak zamanin geldigini de hissedebilmis degilim, belki biraz daha toplum baskisi ve cesaretlendirici bir esle mumkun...
Fazla uykudan sersemlemis kalktiktan sonra kahvalti hazirligi yaparken, daha once lavaboyu tamire gelen kisi bu kez anahtarlar icin geri geldiginde, kendisinin Franc. oldugunu ogrendim. Bir saat once ruyamda bebegi ile mesgul oldugum kisi simdi cogalttigi anahtarlarla kapidaydi, ve dahasi bunu yeni ogreniyordum.
Saat 10 gibi evden ciktim. Sirtimdaki cantada bilgisayar, kolumda ogle yemegi cantasi, bir sure sonra gunesin etkisi ile fazlaca isinmis bedenimi tekrar surukleyerek hareket ettirme moduna ulasmistim.
Rosebery Avenue'dan aylardir yurumemistim ve yeni yeni yesillenirken terk ettigim agaclar, simdi son demelerinde gorkemlerinin hala zirvesindeydi, yuruyusume sagdan soldan gelen guzel bitki kokulari eslik ediyordu, bu sehri iste bu yuzden seviyordum.
Insanlarin arkadan yuruyerek yanimdan gecisleri ne kadar yavaslamis oldugumu gosteriyordu. Aldiris etmedim, yorgundum ve bedenim yine kendini eritmeye baslamisti, ogunlerde idareten yedigim birer porsiyon yemek kilomu korumaya yetmiyordu, neyse ki  sol omzumun arka tarafindaki agri disinda bir sikayetim yoktu. Onunla da yasamayi ogreniyordum, surekli tasidigim yuklerden ve gezginligimden bir hatiraydi.
gozlerinden, bacaklarindan,
saclarindan damliyordu yorgunluk,
sakinlige azicik tahammulu olabilse,
biraz oturup dinlenseydi, cok iyi  gelecegi kesindi.
Lakin Tanri, onu dinlensin diye degil, huzursuz bir ruh olup entropiyi arttirsin diye gondermisti, bu mukemmel olmayan evrene.

Thursday, August 27, 2015

Agustos' un 27. si olmus, iki gun once ogle yemeginde midemi bozan seyin humus olduguna bu aksam ikna oldum: son kalan parcayi yedikten sonra bir sicaklik, mide bulantisi ile birlikte cokuverdi. Yarindan itibaren bir hafta ise gitmiyor olacagim, onun yerine tez.. ayrica itiraf etmesi anlamsiz ama bir de ozlem var tepemde.
Profesyonel hayatin acimasizligini her gecen gun daha cok tepemde hissediyorum, yavas yavas akademik dunyaya ozenmeye basliyorum sanki, ama hayir daha bitmedi, butun meraklarimi gidermeden huzur yok bana! daha neleri denemek icin kac defa sil bastan hayat kuracagim acaba? son yillar oyle cok hareket ve macera doluydu ki, artik daha fazlasini bekliyorum kendimden. Bir defa adimini bosluga atmak yetiyormus, o ilk adimdan sonra hersey mumkun. Bazen birkac donum arazim umut oluyor, oraya cekilip bir okul acmayi hayal ediyorum; yemyesil bir vaha yaratmayi, lavantalar hanimelleri kokulari icinde insansiz yasamayi arzuluyorum. Gunduz isiginda saatlerce resim yapmayi...Teknik islerle baskilanan zihnim her turlu ozgurluge kucak aciyor bazen de, parasiz pulsuz ama zihninin ve vaktinin tek sahibi olmak da mumkun, mesela. Ozetle, azicik huzunlu bir sarkiya aglayacak moddayim.

Wednesday, August 26, 2015

Gun aydinlik baslayip, sonrasinda durmak bilmeyen yagmurla devam etti. Ogle arasinda hava degisikligi yapmamis olmanin acisini ekstra depresif ruh hali ile odeyecegimi bildigimden, yagmura aldiris etmeden daha sonra biometrics icin gidilebilir mi diye moorgate'deki postaneyi aradim. Postaneden sonra Waterstone subesi gorunce, etrafta su gune kadar gozume carpmis tek kitapci oldugundan, kucuk bir mola verip kitaplara bakindim. "Lilian on Life" , yazarinin ilk kitabi olmasina ragmen bir kac satirda beni kendine baglamayi basardi. Kitap alip ofise gitmenin ne kadar absurd oldugunu bildigimden, kitabi dukkanda birakip yagmur altinda ise geri donus yuruyusune devam ettim. Uc haftanin sonunda nihayet Val. ile yarim yamalak da olsa basacikiyor olmama ragmen, butun gunu onunla ayni projede calisarak gecirmenin ne kadar yorucu oldugunu anlatmak istemiyorum; onun yerine biometrics icin patrondan asirdigim bir saatte, sonunda yuzunu gosteren gunesin altinda, bedenime sahip cikamayacak kadar yorgun olmaktan dolayi ancak ki  saga sola seyirerek yurumekten mutevellit ortaya cikan ozgurluk goruntusune sahip ciktim. Nemli havada dalga kazanmis ve hatta uclardan kivrilmis saclarim ruzgarda kendini savururken, hayatta butun yorgunluklarin tadina bakmis gibi bir doygunluk icindeydim. En azindan bu ulkede sokaklar bunaltmiyordu ve bu his icin de olsa saatlarimi emek hirsizlarina verip, dusuncesiz is arkadaslarina bol bol rol caldirtacak ve hepsine ragmen profesyonel olarak "coorporate world" da hayatta kalmaya kalkisacaktim. Dunya acimasiz bir yer, yine de o bitmez uslanmaz merak hissinden olsa gerek ki yasayarak bunu ogrenmek hala en cazip olan.

Sunday, August 23, 2015

Is basa dustu, kendimi neselendirmenin yollarini aramam lazim. Acaba yalnizlik miymis pazar depresifliginin tek sebebi? ilk defa yalniz kaldigim ve aylardan sonra yine ilk defa bu hissi yasiyor oldugum icin, teorim saglam delillere dayaniyor.
Bu hissi unutmusum; bos bos gozlemlerden, anilardan, eskilerden konusmadan gecen bir gun...Birkac haftaya yazarak bitirecek bir tez olmasaydi, bilirdim ya bu yalnizlikla nasil basacikilacagini, fakat su sartlarda dizini kirip oturmak kaliyor geriye.

Wednesday, August 19, 2015

Bobby Fischer' in son sozu: the most healing thing in the world is the touch of a human being! aklini kacirmis bir dahinin ; onceki gunden hala zihnimden atamadigim, yaraticiligin ve gucunun dorugunda orta yasi gecmekte olan bir kadinin  surekli nemlenen gozlerinde tek eksikligi olarak kendini manifest eden sevginin farkindaligi...Maria, 63 yasinda hala annesinin cocukken onu yeterince sevmemis oldugunun muhakemesini yapiyor piskologuyla...Ayni soruyu kendime soruyorum: annemin cok isi oldugunda babam sevdi... toplamda sevildim. Yasitlarim, universite yillarinda onlari bulacagini dusundugu kisilerle karsilasmamisken, k.'dan aileminkini golgede birakacak  sevgiyi gordum. Hayat kurtarici bir zamana denk geldi ustelik. Butun erken gencligin, yasanmamis cocuklugun uzerinden gecildigi, firtinali yillardi; maddi kaynaklar kitti, ancak sevgi boldu. Sevginin kiymetini bilecek halde degildim,  yine de olabildigine hoyrat olmamaya calistim. Baska hayati meseleler vardi; gencligin ay-ay , yil-yil bir hiclige baglandigi zamanlardi, kendini kurban etmenin derecesine gore odullendirildigi iluzyonu hakimdi, odul ise gerceklikten kacmakti. Neydi hayatla ve normallikle derdimiz? bilmiyorum ama ondan kactikca iyi hissediyorduk. Ve sonunda yasamayi unutunca sorun cozuldu, yasamin icinde olup ama onun surekli siyirip geciyor olmasini sagladiktan sonra, yani olgunlasip da bir hayalete donusunce o mucadeleye gerek kalmadi. Bu gunlerin hayalini cok kurmustum, anlamsizligin can sikmadigi ani yasamayi cok diledim, sadece uzgun olmayi, sadece mutsuz olmayi... cok sukur baska nicesiyle beraber onlari da  gorduk. Next, please!

Tuesday, August 18, 2015

Aksam yorgun argin, De Beauvoir Sokak bitip de Cansu Mini Market'i gordugumde evin cok yakinda oldugunun isaretini almis oluyorum. Sehirdeki her mini marketin Turk/Kurt olusuna alistim, ayrica vize problemlerimi toptan cozene kadar, burayi ulkesi yapmayi becermis her gocmene saygi duymaya devam edecegim kesin.
Bugun yazmak istedigim diger bir sey de hava durumuydu: Hava kapaliydi ve gunes cikmamaya direttikce ruhsal enerjim dustukce dustu. Eve dondugumde her is gununde oldugu gibi bedenen somurulmus olmanin ustune, sebeplerden arinmis bir umutsuzlugum vardi. Oyle bir umutsuzluk ki icinde yoksunluk hissi bile yok, yani ne beklenti ne de yoksunluk kaynakli bir umutsuzluk bu. Ardindan aksam Marina Abramovich ile ilgili bir film izledim, kafamda birseylerin yavas yavas oturdugunu hissettim, garip olmasa gerek ki butun bilgeliklerimi depresif ruh hallerine borcluyum. Ruhumda bir sikinti var, tek basima hayatimi idare edecek gucum var mi bilmiyorum, aylardir zorlandigimda sorumluluklarimi ustune yiktigim B. memleketine geri donuyor, onsuz hayatimin dengesine tekrar ulasmam gerekecek. En kotu tarafi ise o dengenin matah bir denge olmadigini bilmem. Sonunda is bolumunun gerekliligine ikna oldum, ayni farkindaliga ulasmis cesareti ortalamanin uzerinde, ayrica helal sut emmis biri ile uzun vadeli bir ortaklik kurarark, en cok da abimi mutlu etmeye cok olumlu bakiyorum.

Thursday, August 13, 2015

Sakinlik cok iyi geliyor, konusmamak, yazmamak, duyulmamak...vize ile ilgili calkantili zamanlar da olsa elimdekilerle huzuru buluyorum, huzurun bu kadar derin olusunu gormek guclu hissettiriyor. Yasayacak gelismis ulke sorunsali devam ediyor, nerde olursa olsun mutlu olmaya kararliyim.

Sunday, August 2, 2015

 Uzun bir gece uykusunu, vize ve isle ilgili birbirinin icine girmis problemlerle ugrasarak da olsa almis olmak dinlendiriciydi. Zihnim endiseleri ile uzun uzun yuzlesmeye devam ederken, bedenim sonunda kendini rahat birakabilmisti ve sabah 9'a kadar gozlerini acmamisti. Sabah ruhen yipranmis kalkip ustune alisilmisin disinda karpuz-beyaz peynir-simir uclemesi ile kahvaltiya otururken kendime onceki gunden kurmus oldugum pusunun devaminin gelmekte oldugundan habersizdim. Uc taraftan duvar boyu monoton dolaplarla cevrili mutafagin ortasindaki daracik bos alani kaplayan yine dolaplarla benzer renkte tahta masaya kurulmus  kahvalti sofrasinin sakinliginde agzima aldigim ilk karpuz parcasi ile, hesaplansmasi ertelenmis bir gonul meselesi hic de davetsiz olayan bir misafir gibi sol tarafimdaki bos sandalyeye kuruldu. O andan itibaren gorev bilinci ile kahvalti yaparken, siyirmadan gecmeseydi buyuk bir ask olacak o rastlasmayi dusundum. Ne kadar farkli geleneklerle yetisirse yetissin, ozunde var olan ortakligin iki insani nasil guclu bir sekilde birbirine baglayabilecegine sahit olmustum. Baglanmaya firsat yoktu, ancak ki abdestinin bozulmasini goze alarak benimle tokalasmis olmasi ile sinirliydi aramizdaki fiziksel yakinlik. Ruhsal yakinlik ise hic dile getirilmemisti, kisa zamana sikismis o donemin kisisel gundemine dair uzun yazismalara saklanmisti. Dile gelen birsey yoktu, mantik "hayir" demisti ve orada hersey bitmisti. Halbuki ilk defa iki insanin sevgisinin gucu ile mantik kurallarinin hepsinin bosa cikartilabilecegini dusunebilirdim. Agaclarla kapli ormanlik yolda bir gece yarisi uzun uzun nirvanaya yuruyebilirdik, dinlerimiz/dillerimiz/toplum/mantik hepsi gece uykusundayken biz az insana malum olmus o ask hissini yasayabilirdik; ancak anlasamadik, insanlarin dil ve mantik kurallari, onlara ozgu problemleri kendimizin sanip, koptuk. Bir daha da bir araya gelmedik.

Friday, July 31, 2015

Londra standartlarinda yayla gibi bir odam var. Tuvalet ve banyodaki yogun umumiyet hali, ayrica bulasiklari biriktirme huyumla ortak mutfak mantigi birlesmese de yeni yerimde huzurluyum. Koreli iki ev arkadasim ve Andy ile kalin bir tabaka kir kapli yerleri paylasirken kimsenin bir digerine zarari yok. Sabah,  tuvaleti ve banyoyu bos bulup butun islerini halleettikten sonra bir zafer kazanmis hissi yasamak da komunal hayatin yeni bir getirisi. Biraz zorlasa da burayi evim olarak gorebilecegimi dusunuyorum. Ozellikle memleketini gozden cikarmis olduktan sonra burayi evim yapmaktan baska care de yok.

Tuesday, July 28, 2015

Zaman hizli geciyor, bahara dogru evi saran fareler tasinmak uzre yerinden kaldirilan valizlerin altindan kurumus halde orta cikiyor.  Birakip gidecekken burda yasanmisliklarin bir kismi daha da belirginlesiyor. Kis tatilinde saglam bir gezmenin ardindan bir aksam vakti eve huzur icinde, gule oynaya gelince farelerce delinmis cop torbasinin hafizama kazidigi gun var mesela. Hersey muhtesemken minicik bir kusurun olusturdugu buyuk hayal kirikligi vardi o zaman, simdi ise yine guzel hatirliyorum o gunu. Bir de Kings Cross'daki kurtlu evdeki tavan kati odamdan tasinmak uzre bu eve ilk defa alici gozuyle bakmaya geldigimde evin guzelligi, koca camlari, sade ve temiz banyosu karsisinda nasil sasirip kaldigimi hatirliyorum.  Artik gitme vakti, daha guzel anilar umuduyla, yeni yerlere...

Sunday, July 19, 2015

Bir pazar sabahi, makinadan islaga yakin cikan camasirlar askida; ben ise salas yatagin uzerinde --kendini yaymis bir sekilde,  birimiz gunesle, otekimiz zamanla toparlanmayi bekliyor, ve sabirla. Sabir ise sadece yorgunluktan, daha az yorgun olsak emin olun hic beklemez baska dertler acardik basimiza. Parkta kosardim, belki biraz tez yazar-biraz form doldururdum, telefonla aranacak yerleri arardim. Ama yok...

Saturday, July 18, 2015

Preslenmis yorgunluklarla beraber, ardi sira birbirini kovalayan dusunceler/hisler bir daha ulasilmamak uzre katman katman kecelesen hayatin icinde kayboluyor. Bu durumdan endise ediyorum,cunku uzerine dusunulmemis, hesabi yapilmamis, fidyesi verilmemis her hissiyatin intikami aci oluyor. Ancak simdiki hayat bicimim bunu mumkun kilmiyor. Bir taraftan da duygular teferruat diyorum:Hayat henuz kotu surpsizlerini yapmamisken, sevdiklerimiz saglikli iken yorgunluklarla ya da daha fazlasi icin beklentilerle mutlulugu golgelememek lazim, bunu cok iyi biliyorum; o yuzden dusunce egzersizleri yapiyorum: butun sartlar ayni iken, en kotu iluzyonlara kapildigimda var olanlarin varligina tutunup saglikli olana ulasabilecek miyim diye.

Thursday, July 16, 2015

Kolelik boyutunda calisiyorum, ilerde rahat etme mantigi ile yasadigimiz butun gunleri cabalayarak, akintiya kurek cekerek gecirmisiz. Halen rahat edemedik ama eminim, su gunlerin sonunda rahatlik var, neden mi? her alanda zordan kolaya giden bir hayatim var, once turlu zorlugu kesfetmek  ve mucadeleyi vermekle baslayip sonra daha az zoruna gecip keyif yapmak uzre bir dinamik sistemin icinde oldugumu onayliyor, yasanmisliklar.  Ornekler vererek seni aglatmak istemiyorum! O yuzden inaniyorum ki bundan sonraki isimde cok rahat edecegim.

Monday, July 13, 2015

Demetevler'in ruhumda actigi travmadan sonra fakir mahallesi fobisi olusmus ki gocmen mahallesine tasinamadim, yani evsizim yine. Tam konsantrasyon iste gecirdigim her verimli gun, o kadar saatten sonra aksam eve bitmemis enerji ile donmek, gunlerinin suyunu sikarcasina yasamak ozguven patlamasina sebep oluyor. Bunun fazlasi da iyi degil biliyorum ama, oldugum seyin sevdigim sey olusu buyuk sey! cok emeklerle oldu, onu da bir daha soylemeden gecemiyorum. Cok calistim ve bitmedi.

Saturday, July 11, 2015

Haftasonu ne kadar iyi geldi, bir gun olsun dinlenmek hastalikli bakis acisindan uzaklasmaya yetti. Ve ustelik  bunun yarini da var, kendince yasayacagin 24 saatinin daha olmasi fikri heyecanlandiriyor. Zaman hic bu kadar dolu dolu gecmemisti ve bu kadar degerli olmamisti.  Muhtelemelen yarin dinlenerek degil evden tez yazmak ile gecek, fakat oteki ve sonraki ve daha sonraki haftasonlari siraya girmis beklemekte.

Friday, July 10, 2015

Ofiste zihnimi ve ruhumu "neural network" lara teslim ederken, kendimin ve yorgunlugumun farkina vardigim  anlarda, icimde biriken anlamsiz duygu yigini yuzunden ancak ki tuvalete kapanip  aglamayi dusluyorum. Ogle arasi gelip, parkta yere oturup bacaklarimi ve kollarimi comertce gunese sundugumda ise sanki hersey normale donuyor. Calisirken herseyi unutarak, yepyeni bir dusunme biciminin icinde kaybolmak hosuma gidiyor ve o yuzden isin ayarini kaciriyorum, sabah makul olmak uzre ise gidip, kopmus bir ruh hali icinde donus yolunu yuruyorum. Canonbury Grove' a gelip oyuncak misali sevimli minik tas evlerin ve onlari susleyen semiz yesilliklerle gozlerim bulusunca, gunun odulunu almis oluyorum. Bircok sey aileme ozlemimi hatirlatiyor; fakat ozlemek de sacma geliyor hele kavusmak ihtimali yokken.
Bu aralar farkediyorum ki cogun icindeki azi buyuterek yasama aliskanligi edindim. Basit isteklerimin boylesi bir kaynak bollugunda  karsiliksiz kalisina alistim ve beklemek yerine buldugumu bir nimetmis gibi aldim.

Thursday, July 9, 2015

Gun boyu

Buraya yazmak icin tonla sey geciyor aklimdan. Sucluluk duygusunin yakami birakacagini biliyorum, belki de yasananlar olumlu seylere hizmet ettigi surece kotu hatirlanmaktan gocunmamam lazim.
Olumsuz davranislarima olumlu sebepler aradim bugun, dusuncesizligimin sebebi belki de ilgimin ve yogunlugumun baska alanlarda olusuydu: saglam bir kafam var ve buna ulasirken bazi seylerden vazgecmis olabilirdim, ayrica belki de suclu filan yok ortada, sadece havada birakilmis beklentiler var.
Bircok insanda gorup tahammul etmedigim sekilde, ketum tarafalarimi kabullenemezdim. Hic degilse iyice uzerine dusunup, varliklarina ikna olmam gerekirdi. Ciddiyetsizdim, ciddiye aldigim seyler sadece sorumluluklardi ve kendimi insanlara karsi yeterince sorumlu hissetmiyordum. Bu bir kusurdu ve insan iliskilerinden uzak oldukca farketmiyordum bunu.
Yalnizlikta cok sey edinmistim, ancak daha fazlasina da yer var: en zorundan baslayip kolaya ve guzele gitmek seklinde hayatimi planlamis gibiyim. Ve son noktada herseyi guzellestirecek tek sey var, onun da gercekleseceginden hic suphem yok.

Wednesday, July 8, 2015

Bugun mutlulugumda bir eksiklik oldugunu hissedebiliyordum. Gozumun segirmesi gecmisti, ise iyice alisiyordum, arkadaslarim sanki senkronize bir sekilde sicak davranmaya baslamislardi, ayrica bugun biraz daha erken kalkip ise 15 dakika daha erken varmayi basarmis boylece ofisten iceri uc arkadasimla birlikte girerken  boylesi bir duyguyu ilk defa yasiyordum. Bipolar yasmaya alismis bedenimin bu sartlarda manik mutluluk icinde olmasi gerekirdi fakat bilincim yeni bir eksiklige isim koymustu ve onunla kendini rahatsiz etmeye karar vermisti: herseyim vardi ama gulumsemelerimi paylasacak, uzun uzun muhabbet edecek kimsem yoktu. Sebepsiz yere, hic tanimadigim Max' in gozume sevimli gelmesine sebep de ufacik seylere kahkahalarla gulmesiydi, hayatimdaki bir boslugu doldurmasi icin onu gorevlendirmistim ve bu fazlasiyla barizdi.
Ogleden sonra grup halinde, 11. Kat ziyaretine  gittik; insanlarla ilgilenmek yerine guney yonundeki manzaraya bakmayi sectim, sonra asagi kata donerken kendisine en fazla bir saniye tek baktigim Max' i dusundum. Her aksam cubuk makarna yedigimizi, onun kilolarindan dolayi erken oldugunu arkasindan cok agladigimi dusundum. Simdi eve gelip bunlari yazdigimda ise anlamsiz geliyor bu hisler. Iste 10 saat gecirince boylesi bir kisilik bolunmesi dogal olsa gerek.

Tuesday, July 7, 2015

11. kata kahve makinasi alinmis olmali ki, kahveye ilginc misafirlerimiz olmadi bugun. Tabi herkesten yarim saat sonra ise ulastigimi da hesaba katmak lazim, gec gidince ofisin sabah trafiginin bir kismini kacirmis oluyorum. 40 dakika hizli tempoda yurudukten sonra, katin tuvaletinde ayakkabilarimi degistirip sonra yine kosar adimlarla ofise girdigimde artik terlemeye  baslamis oluyorum; ofis arkadaslarim ise sakince bilgisayarlarinin basinda ilk kahvelerini bitirmis oluyorlar. O kacirdigim surede neler olduguna dair hic fikrim olmuyor, ayni duyguyu aksam saat 7' yi beklemeden ciktigim gunlerde de yasiyordum ki bugun bazi sebeplerle gec cikinca son yarim saat icinde de cok ilginc seyler yasanmadigini gozlerimle gormus oldum.
Trader'larin aramizdan ayrilmasina uzulmus gibi yapsam da onlarsiz ikinci gunumuzde ofiste hic konusmadigim o kalabalik yiginindan kurtulmus olmanin rahatligini kesfettim. Onlarsiz hayatimiz daha sakin ve geriye kalan researcher'lar grup olarak kaynasmaya basladik bile, hatta bugun iki defa ofiste yuksek sesle guldum. Benim dalga dalga gelen gulmem birilerinin cok hosuna gitti ki ofisin oteki tarafi da hareketlendi. Sonra Man' in espirilerinin anladigim kadarini hep komik buldugumu farkettim, bu farkindaliktan ve is hayatimin ilk gulmelerinden sonra gulmenin icimde birikmis bir ihtiyac oldugunu anladim. Karsilikli gulusmek, espiri yapmak, birbiriyle alay etmek en cok hosuma giden seylerdi, ve eksikligini hissediyordum. Ilerki gunlerde gulme firsatlarini cok daha fazla kullanacagima eminim artik.

Monday, July 6, 2015

Sukur, sendromsuz bir pazartesiydi yine, isimi severek yapiyorum, saatler daha kisa geliyor ve en basta kendimi korkuttugum gibi stresli bir is ortaminda olmadigima her gecen gun ikna oluyorum. Yeteneklerim bu ise uygun ve  sorumluluk duygusuna bir de heveslilik katilinca arkadaslarimi sinir edebiliyorum. Kendilerine sagladigim matematiksel desteklerin uzerine yatanlar, ogrenip ogrenip sonra sorguladigim kisimlari anlatmaya basladigimda uzmanlik taslayip "geri kalanini bana birak" diyenler ve bir de ilk haftadan korkulu ruyam olan Man. var ki,  basli basina programlama maceramin dusmani.
Onun disinda ofis sadece isten ibaret degildi: yuksek sesli kahkahalari, "haaa!" diye kendisine seslenenlere karsilik verisi, olanca yontulmamis halleri ile dikkatimi ceken  Max. vardi, taa ki ofisi bugun itibari ile yukari kata tasinana kadar. Max' i butun ofis ahalisinin icinden secmeme sebep teknik bir problem uzerinde tartisirken kendine guvenli konusmalari ve kulaklarimi dolduran Italyan aksani, kisadan uzun sari saclari miydi acaba, tabi ki degildi: apayri bir enerjisi vardi ya da sadece ince ruhunu saran asiri maskulenligiydi hosuma giden. Ben onu sectim diye mi yoksa onu secmeme sebep olan seyin karsiliginin onun uzerinde de etki etmesi ile mi, o da sanki benle ilgileniyordu: Yani sabah ve ogleden sonra kahvesini doldururken bir bakisi da masamdam yana esirgemiyordu.
Bugun ofice gittigimde, patron gulumseyen bir yuzle karsilayip , beni yeni masama goturdu. Herkesin yeri degismisti, komsularimi tanitti, sevdigimi bildigi icin kitaplarimi gostererek yuzumde sevinc ve onay bekledi; Sabahin o saatinde elbetteki esirgemedim ondan mutlu enerjimi. Yeni yerimi kirler icinde devraldigim icin saglam bir temizlik yapmak zorunda kaldim, ozellikle keyboard'a ve masaya. Sonra kitaplardan birini acmis yavas yavas okuyordum ki tanidik bir ses duymamla basmi dondugum yerde Max.' in daha once hic gormedigim simsicak ve hayal gormuyorsam nerdeyse sevgi olu bakislarini bulmam bir oldu. Onu oyle gorunce kontrol edemedigimbir gulumseme belirdi yuzumde, ayrica utandim ve bakislarimi kitaba cevirdim ancak gulumsemem devam ediyordu. Machine learning, kitabina egilmis basim ve iki taraftan uzanan duz saclarim melek goruntumu pekistiriyor olmaliydi ki , Max. in yuzunde bir melege bakiyormus ifadesi vardi. Gun icinde ara ara kendimi elestirdim, yakici bir gucum vardi; insanlar benden daha iyisini bekliyorlar diye mi yoksa gercekten dusuncesiz oldugumdan mi ara ara feci kalp kirabiliyordum. Tanri' nin esirgemedigi cogu guzelligi kotuye kullanmaya baslamistim ve bunu arsizca yapiyordum; kotu niyetle olmasa da zevk pesinde kosarken birini incitecegini dusunmeden kullanabiliyordum guclerimi. "Tanri beni nasil yaratmis boyle" diye, dusundum. Umursamazdim, kendime yetmek zorunda kaldigim gunden beri umursamaz olmustum ve bu vurdumduymazlik, yuzumun masum goruntusu, zihnimin asilmis sinirlari ile birlesince ortaya cikan tablo akillara zarardi.

Sunday, July 5, 2015

Gecen hafta ortaokuldan tanidigim, daha sonra da cok gorusmedigim bir arkadasimla gecirdigim zaman,  aklima Amedeus filmindeki Salieri' yi getirdi. Arkadasim ulastiklari ile Salieri olmaktan cok uzakti ancak bir ortaklik vardi yine de: Tanri ona oylesi bir kiskanclik vermisti ki, hayati etrafina bakip gorduklerini sahip olduklarindan cikarmak ve ortaya cikan sonuca imrenmekle geciyordu. Hayata bakisi bundan ibaretti ve bunu degistirmenin tek imkani olarak kendine donup bakacak cesareti yoktu ya da kendindeki tavrin yanlisligini anladiktan sonra kabul etmek yerine iyilestirmeyi secmek icin fazlasi ile tembeldi. Salieri' nin buyuk bir farkindalikla isyan ettigi gibi Tanri ona olamayacagi seyi cok istemeyi vermisti, peki bunun kimin ne faydasi vardi.   Gordugu herseyi istiyordu ancak bunun icin gerekli herseyden yoksundu; akildan, cesaretten, gucten;  oyleyse nedendi bu istemek?
Is hayati ile tanistigimdan beri haftasonu tatilinin uc gun olmasi gerektigini savunuyorum. Nitekim iki gunluk sure ne segiren gozumun eski haline donmesine yetiyor, ne de tatile doyup "hadi artik ise gidip, gun boyu masaya yerleserek machine learning ogreneyim" demeye. Insanin birseyleri ozlemeye firsati olmali, ozlemek ve istemek gucu yaptiklarimizi siradanliktan kurtaracak olan.

Saturday, July 4, 2015

Ev bakmaya ara verdigim su saatte, sicagi ile bunaltmayan bir yaz gununun renklerini salonun insansiz sessizliginde yasiyorum. Bir elimde buzdolabindan yeni cikmis bir salatagi isirirken, digeri ile minik minik bu satirlari yaziyorum. Seni, anin icine cekmeye calisiyorum, ayrintilarin icinde sakli yasami bir bir cikarip paylasmak istiyorum. O yuzden salatalik biterken agizimi kaplayan serinlikten, yolunu sasirip acik camdan iceri dalan sinegin vizildamalarindan bahsetmek istiyorum, ya da hergun on saat boyunce iste neler yaptigimdan, her yeni deneyimle evrilmekten, yorgun zihnimde apayri bir beni kesfetmekte olmaktan...

Thursday, July 2, 2015

Eve gelen misafir cok zor gunler gecirmekte, hayatindaki anlami parada, mutlulugu ise sekilde bulmus misafirimin baskalarini anlamak konusundaki beceriksizligi ve su ana kadarki simarik yasami burda gecirdigi gunleri iskenceye ceviriyor. Her ne kadar Londra'da alamadigi zevklerin faturasini bana cikarsa ve Turk kizi formunda en yuzeyselinden sekilsel ve maddi kaygilardan ote gitmeyen  laflari ile beni cileden cikarsa da, herkesin ara ara hayattan dersler almasi gerektigini dusundugum icin icten ice bu mennuniyetsiz haline seviniyorum. Bugun onu iyice cileden cikarmak icin Demetevler pazari'ndan alinmis don kolleksiyonumu ona gosterip seksopalitenin brezilya donlarinda olmadigini ancak ki zihnini ve ruhunu evrilttikce farkli hazlar kesfedebilecegini anlatacagim.

Tuesday, June 30, 2015

olabilir,

yorgun ama sicak gulusler bir baska yuze carpmadan kaybolabilir, bugun icin guzel sozler sese burunememis, perdenin hemen arkasinda heyecanla sirasini bekleyen gulucuklere sira gelmememis, ayrica aksam saatleri basagrilarini dindirmeye yetmemis de olabilir. Fakat butun yorgunluklar ve kirginliklar bir araya gelse kazanilmis zaferleri ortadan kaldiramaz. Isten cikip St Paul Kathedrali'ne ordan da fleet street'deen okula yururken aslinda bir zafer yuruyusu yapiyordum. Eylul sonu Londra' ya varip ilk defa kampuse geldigim gun gorduklerimin guzelligi ile hazdan olebilirdim, onun yerine burda hayat kurabilmis herkesi cok sansli gormeye, onlara ozenmeye, ayni mucizeyi gerceklestirmek icin olmasa da mumkun olmasi umudunu zorlamak icin cabalamaya hazirdim. Ve bugun bir savas yorgunu olarak o cok sevdigim Fleet street' den Holborn'a dogru yururken kendimi bu cok sevdigim sehrin yerlisi gibi hissettim. Baska gozlerle goruyordum etrafimi, ve yeni bir hayat biciminde alisik olmadigi taraflarimin ortaya cikisinsa taniklik ediyorum,  yasadigim duygusal yogunluk  sarhosluga kadar variyor.

Monday, June 29, 2015

Bugun sular, sesler, destanlar gibi yazabilirim. Ocaktaki mercimegin soganini bosverip, gec olmadan markete yetisip bir iki parca esya almayi, birkac ev bakip gormek uzre randevu ayarlamayi da erteleyip; yorgun basima istedigi gibi hikayesini anlattirabilirim. Konumuz buyumek, ise baslamak , saatlerce calismak, ve bu yeni hayati kabullenmek. Inanmazsiniz, bugun sanki o noktaya yaklasmistim. Primrose sokaginda aksam gunesinde sicak bir ruzgar eserken, hayatidan ve gunumden memnundum. Haftasonunun yorgunlugu ile gun icinde biraz fazla esnediysem de gecen hafta cuma bakmadigim kodu tekrar ele alip, sagindan solundan geride kalmis problemi cozmek icin girisimlerde bulundum. Kod yazarken en sevdigim kisim da cozumu direkt olamayan satirlari zaman baskisi olmadan dusunerek, arastirmak ve ise yaramayan cozumlerin uzerine surekli yenilerini bularak gelistirmek.
Firsatlar ortaya ciktigi takdirde icimdeki profosyenelin kanatlanip  en asil bicimde ortaya cikacagini hissetmekteyim. Bugun aksam gunesinde trene dogru yururken kendimi dogru yerde hissettim ve bu muhtesem bir duyguydu.

Friday, June 26, 2015

Bugun muhtesem bir is gunu gecirdim

oncelikle Man,  iste degildi, ve onun olmayisi ile programlama isine ara verip Jud' un sordugu matematik sorusu uzerine yogunlasip buyuk bir ozlemle matematiksel icerigi olan bir konu ile ugrasmanin uzun mesai saati boyunca tadini cikardim. Aslinda cok da tadini cikaramadim; icinde bulundugum matematik acligi hali ile, sakince okumak yerine farkli katsayilara yogunlasmis makaleleri ikiser ucer el alip, hepsini ayni anda takip ediyor, notasyonlarini birbiriyle  karsilastirarark konunun butununun resmine hakim olmaya calisiyordum.
Sonra yari turk bir potansiyel musteri ile yapilacak gorusmeye patronun daveti ile gidip, bulusmanin rengini degistirince herkesin memnun ayrildigi gorusmeden sonra patronun daveti ile kendisi ile ogle yemegine gittim. Isten, ve sehirlerden konustuk ve genel olarak cok eglenceli oldugunu soyleyemem ama onceki aksam Man. tarafindan vahsice dislanirken, ertesi gun gunesli bir havada plazalarla cevrili alanin cevresini saran restoranlarin birinde sirketin en ustu ile sohbet ediyor olmak guzel bir zitlikti. Otekini haketmedigim icin, bunu haketmistim. Ayrica Fred, Marlena'dan aldigi sekerlerden bir tanesini jest olarak masama birakmisti. Ve bugun Cuma'ydi! ustune Cuma sabahi donut'larla yogun gecen haftadan sonra kendimizi odullendiriyorduk, bu sabah da Mango ve Hallomi (Hellim) ile evden basladigim kahvaltiyi, donut ve ekpresso ile iste tamalamistim,  bir suru guzel sey birarada olmustu.

Thursday, June 25, 2015

is ve is arkadasi

bugun isyerinde Man. guzel bir ders verdi bana, herkesin bildiklerini paylasmak icin yanip tutusmadigini anlamamak icin gunlerce kendisinden kelpetenle bilgi sokmek zorunda kalmistim, o bilgiyi vermedikce ben daha akilli daha derin sorularla onu konusmaya zorlamistim, ama hayatinin 1O yilini robotlarla harcamis birinin saglam asosyal temeller uzerine kurulu prensipleri oldugunu anlamam gerekirdi. Benden yana anlayissizlik da  ogrenme azmimden ve laftan anlamamamdan olsa gerek. Bugun sonunda kibar sinirlar icinde olabildigine kaba davranildim, ve Man.' in gunlerdir  suregelen sorularima verdigi cevaplar  bir anda zihnimde birlesti ve baska bir amaca hizmet ederek, karsimdaki insanin bilgi paylasmak uzerinden sosyallesmeye zorlanirken "agitated  "oldugunuu gordum. Bunu da gormus olduk, her ne kadar Man.' in bu haftasonu kendisini ziyarete gelen anne-babasi ile London Tower'da boynuna kazara giyotin dusmesini ya da kirmizi otobuslerin altinda kalmasini ya da turistik baska bir mekanda bir kazaya kurban gitmesini diliyor olsam da onun ipuclari halinde verdigi sifreler yuzunden iki haftada kendimi programlama konusunda oldukca ilerletmis hissediyorum. Her aksam basimin degisik bir yerine yerleserek benimle isten eve gelen agrilar da arsizca bir ogrenme cabasinin hatiralari olsa gerek.

Wednesday, June 24, 2015

San Paul Cathedral'da, Haydn'in Creation'ini

dinlerken gunun son hesaplarini yapiyordum zihnimde: patron ne demisti, herkes calisirken 7 olunca ofisten ayrilmam yanlis miydi vs  tarzi muhasebelerle aksam etkinligini sabote ediyordum. Bir yandan da, muzik akustigi iyi olmasa da icerinin ihtisaminda, estetik duskunlugum utanmadan sikilmadan ortaya cikiyordu ve mekanin icinde huzur buluyordum. Oglen, Stoke Newington'dan 149 otobusu ile asagi inerken normal hayattan kopus adina teklikeli bir adimi atmis oldugumu anladim. Ic dunyalarini bilmesem de ustunden basindan estetik akan insanlara, yuksek teknoloji ile donatilmis gicir binalara, spot lambalarla apayri dunyaya cevrilmis dukkanlarla sarilmis is muhitime cok erken alisip, hepsini normallestirmistim gozumde. Normallik hizla sinif atlamisti, ve bu tehlikeli bir durumdu.
Ayak uydurmaya basladigim hayatin temini icin isimi kollamam lazimdi, ve bugun  sehir bana surekli olarak bu mesaji veriyordu.
Ayrica iste yasadigim sorunlarin bir aciklamasi vardi: Onumuzde uzun bir yaz varken, kasvetli bir sonbahari dusunduren onceki gunun yagmurlu ve fazla serin Londra sabahiydi; Neseli baslayan sabah mesaime ragmen, gunes alip basini ofisten ote yana giderken umutsuzluga kapilmama sebep olan ise robotlari dile getiren Eman.' in bunaldigi programlama sorularima verdigi ve vermedigi kibar(!) cevaplardi. Bugun ise Primrose Street' den ana yolun tanidik olmadigim gorkemli binalara bakan bir tarafindan disci randevuma gitmek uzre ogle gunesi altinda otobusu beklerken  bu sehri ne kadar sevdigimi hatirladim yine, ve onun icin degerdi.

Tuesday, June 23, 2015

Sokakta

mutsuz yuzler ve asiri tedirgin insanlar goruyorum ve butun korkularimi onlara yukluyorum. Islerinde mutsuz olduklarini ya da tedirginlikleri bedeninden akanlarin ise sevilmediklerini dusunuyorum. Bu yasima kadar kendime en guzleinden yetmenin luksunu yasamama sebep olan sey ozgurlukmus ve onu saat saat satarken; kaybettiklerimin acisini azaltacak, evde gulen bir yuzun, kollarini acmis bir sevginin eksikligini anlamaya basliyorum.

Monday, June 22, 2015

2013 Ocak aayinda San Diego, Gecen mayis'ta Amerika, yazin Italya gunlukleri

tutmus ve hergun yazmistim. Simdi ise mesai gunlukleri sirada. Gecen haftadan bu yana cok yol katetmisim, bugun saat  6.50 oldugunda bir satir daha kod yazayim diyerek kosturdugumu farkedince sevincten aglayabilirdim; ama bu kadar erken ise alistigimi iddia etmek yerine, sureklilik ile performansimi olcmeye karar verdim. Aci icinde gecmeyen hergun bir kazanimdi, gunun buyuk kismini suphe ile baktigim insanlarin arasinda gecirmek duygusal olarak yorucu ayrica yaz bitip etrafimdaki insan cemberi dagildiginda, kapali sonbahar havasi ve yanliz evim tuz biber olup eklenir mi bu erken endiselere...
Bugun sonunda hakkiyla iyi bir gun gecirdim. Ise giderken kiyafetlerimi ozenle secmem gerekiyor, ve artik nerden bir magaza gorsem ise yarar birsey bulma umuduyla hizla girip bir goz gezdiriyorum. Guzel ve pahalli olmadigi surece, ayrica ilk bakista hosuma gidebilmisse benimle eve gelecek belki defalarca giyilecek ve kullanaildikca beni mutlu edecek, ya da ne butceme uyacak ne de zevkime uyacak birbirinin hep benzeri kiyafetler... Gecen hafta da siyah pantolon almak adina aliskanlik uzre en az on tane, en kucuk bedenden ve farkinda olmadan en uzun boydan sectigim ucuzcu Primark'da deneme kabinine girip  ve denemesi iskenceye donmus butun pantolonlari birakip bu haftayi kurtarmak icin hizla sectigim, denediklerinden daha genis bir pantolon bedenini alip magazadan firladim. Ve o pantolon oyle iyi ustume oturdu ki, onun mutlulugu ile pazartesi sendromu orta cikamadi sanirim. Normalde pantolonlar konusunda hep problem yazarim, bacaklarim beden olcume gore daha kasli oldugu icin iki tarafi birden kurtaracak birsey bulmak kolay degil, ancak ki icine girip onlara kendi seklimi vermeme izin veren esnek pantolonlarla muhtesem bir uyum yakalayabiliyoruz. Bundan sonra hergun ne giyecegim belli, bunu demisken pantolonun aynisindan birkac tane daha almaliyim. Kirmizi saclarim ve beyaz isikta sakinlesmis yuzum, -mavi minik cicek desenli- beyaz bluzun ustunde alisik olmadigim bir guzellik ortaya cikariyordu. Hersey dingindi ve guzeldi ve butun parcalar bir sureligine de olsa yerini bulmustu sanki. Is cikisi patron'la karsilastik, her seferinde oldugu gibi yine yuzunde bir gulumseme belirdi; projenin nasil gittigi uzerine yarin toplanacagimizi soyleyince, espirili ve neseli bir tavirla arkadaslarin ne durumda oldugunu bilmedigimi ama benim beklenenden cok daha iyi ilerledigimi soyledim. Patronu guldurmustu bu tavrim, yanindaki kisi de gulumsuyordu. On saatin sonunda tukenmemis olusuma ve is arkadaslarimi geride birakmayi umursamadan kendimi one cikartmamla gurur duymustum, dogru olani yapiyordum, sonuk olmayi secmek eglenceli gelmiyordu; yasam enerjimi aciga cikararak butuncul varolusumu gerceklestirmeliydim.

Sunday, June 21, 2015

yarin pazartesi,

haftasonu umudu ile gecirilmis zor bir haftanin ardindan, tekrar basa sarmak nasil bir his olacak? Iste oturmak suretiyle harcanmis vakitleri telafi etmek icin, haftasonunun cogunu iki ayagim uzerinde gecirmek icin butun gayreti gosterdim, oyle ki yarin ofiste fiziken dinleniyor olacagim.
Hikayesi anlatmakla bitmeyecek hintli arkadasim bu aksam eve gelemeyince, yemegini ilerleyen saatte odasina goturdum,  ekstra yurumekten de hastaliktan dolayi ihtiyaci olan birine yemek goturmekten de gocunmadim. Hatta butun yorgunluguma ragmen aksam bu maceraya girerken, bunu samimiyetle yapabilmekten duydugum memnuniyet baskin geliyordu, tabi bir de en uzun gunler ve serin esen aksam ruzgari vardi... Halbuki bu ortaya cikmasaydi pazartesi sendromu uzerine belki de Canterbury Cathedral'da gelenek bozmayarak onerilenden cok daha kucuk bir bozukluk vererek mum yakip dilekler siralamaktan bahsedecektim.

Wednesday, June 17, 2015

bu aksam

zihinsel yorgunluk butun vucudumu devralmisken, ona inat aksam yuruyusune ciktim. Biraz kostum biraz yurudum ve her taraftan kusatilmak iyi geldi. Hayatimin icinde cok az bosluk kalmisti, dinlenmenin bile korkunc bir intizami var. Ayrica bugun is de daha iyi gecmisti, pasifce insanlarin yazdiklari kodalari anlamak yerine kucucuk de olsa bir parca sorumluluk secip onu ustlendim ve o minik parca butun gunumu aldi. Bu tur mesguliyet iyi geldi, iki ileri bir geri de olsa hareket ediyordum. Ayrica gunumun iyi gecmesinin bir sirrini daha buldum. O da ofis arkadaslarimdan uzak durmakti. Onceki iki gunde yasam enerjimi benden alip goturen gucun sorumlusunu bulmustum: Bu insanlarla yeterince ortakligim yoktu ve alismak icin onlardan destek beklerken, ruhsuz ve umursamaz halleri ayrica kendilerine yetmeyen enerjileri ile beni hayattan sogutmuslardi. Halbuki simdi biliyorum ki onlarin icinde oldugu hayat degil, beni bekleyen. Kendimi onlardan daha seffaf ve naif goruyorum. Aklim ve enerjim, olmadigim biri gibi davranmama yetmiyor:  acik yurekliyim, duygularimi ve enerjimi yontmuyorum. Bunun icin takdir edilmeyi bekledigim yok, ama bu iki gunun sonunda bu halimin guzel birsey olduguna hukmediyorum.

Tuesday, June 16, 2015

Azicik enerjim olsa neler yazacagim...yasamini kazanmanin, okul disinda bir ortamda saatlerini vererek cok da heveslisi olmadigin bir isi yapmanin, ozgurluklerinden feragat etmenin, buyumek zorunda kalmanin, kapitalist duzenin carkina girmenin ruha zararlarindan bahsetmeliyim. Mucadele ve feadakarlik ile gececek bir omrun ilk gunlerindeyken beni bekleyen hayat gozumde buyuyor,   zorlasiyor, yalnizlik kendini hic olmadigi kadar guclu bir sekilde hisseettiriyor. Alismak icin sabretmek lazim, bir tek bu kesin.

Friday, June 12, 2015

Mezuniyet mevsimi, aklima

muhtesem anilar getiriyor. Cemo teyzem, kuzenim Elif'in mezuniyetine gidiyor; diger kuzenim Basri ise Ankara'da benim de zamaninda okudugum universiteden mezun oluyor. Elif' in annesi ile ortakligi cok daha fazla olan annem, mezuniyet sarmalinda Basri' nin yaninda olmayi seciyor, benimle zamaninda yasadigi duygunun hatiralarinin hatrina.
Yil 2005, ortanca abimle ayni yil yasiyoruz mezuniyeti, kucuk abim ise sonraki yil mezun olacak. Kardeslerim mezuniyetlerinde cok mutlular, mezuniyet gunu en mutsuz olan kisi ise benim. Kuzenim ve annemle gidiyoruz, orda Kivnc ile de karsilasip beraber bir fotograf cekiyoruz ama bende inanilmaz bir gerginlik var, herseyi abarti yasadigim gibi sinif arkadaslarimla ve ailemle bu ani paylasmak beni yoruyor. Neden ailemi okuluma dahil etmek istemiyorum ve neden arkadaslarimdan nefret boyutunda kaciyorum belli degil. Mezuniyetin muhtesem islemesi icin onceki gunden yapilan provaya bile cok daha bakimli gitmisken, asil gunde cuppemin altinda kot pantolon ve ayaklarimda hosuma gitmedikleri icin daha once sadece bir defa giydigim eflatun ayakkabilar var. Kuzenim Ico harika bir makyaj yapmis, mavi bir elbise giymis, cok iyi gorunuyor, annemin goruntusu ile ise bilhassa ilgilenmisim ve onun zevkine gore giyinmesine izin verdigim takdirde utanctan insan icine cikamayacagimi bildigim icin kiyafetini ve onla uyumlu olacak takisini kendi ellerimle secmisim. Kadin o ara ozellikle fizigine onem verdigi icin -minyatur boyutta da olsa- yeni kesilmis kisa saclari, ince beli, yuvarlak duzgun kalcalari ile manken misali duruyor; agzini acip arkadaslarima beni uzun uzun anlatmaya kalkmadigi surece goruntu muhtesem. Kendim icin ise hicbirsey yapmamisim, fotograflara gulemiyorum bile, o ortami terketmek istiyorum, insanlarin yasadigi sevinci anlayamiyorum, sanki onlar mutlu oldugu icin ben tersi istikamette bir duygu tutturmaliyim gibi hissediyorum ve engel olamadigim sekilde huysuzum. Buyuk firtinalarla yasanmis universite yilllarinin hakki verilerek kazanilmis diplomasini almak uzre sahnede oldugumda, -zerre kadar  umrumda olmasa bile- alkislayan en az iki kisi var biliyorum, onlardan biri ise sonradan ogrendigime gore bir yandan alkis tutarken diger yandan o zaman icin mustakbel kayinvalidemin  beni ictenlikle tezahurat edip etmedigini gormek uzre sahneye degil arkasini donerek yukardidaki siralara bakiyor.  Toren bitip disarda annemlerle bulustugumuzda, "Kivnc' in annesi seni coskulu bir sekilde alkisladi, bu kadin seni samimi seviyor" diye gozlemlerini aktarirken, kuzenim daha cok fotograf cekmek  istiyor. Onu kirmak istemiyorum ama haliyle anliyor isteksizligimi ve zorla bir kac fotograf daha cekiyor boylece aci aci gulumsemeye zorladigim bir kac tane mezuniyet fotografim oluyor, bazi gunlerin hatirasi diye saklamak istedigim ancak ayni sebepten bakma cesareti gosteremedigim yaziya dokulmus butun seylerle ayni cekmeceye giriyorlar. Ozetle: Okumasi tam bir drama donusmus okulun mezuniyeti de herkesinkine benzemiyor elbet. Iyi birseyler oldugunu, sevinmek mutlu olmak gunu oldugunu biliyorum, fakat her zamanki gibi ic dinamikler baska seyler belirliyor ve apayri bir deneyim oluyor mezuniyetim: Mutlu insanlardan tiksinerek yasadigim dort yilin sonunda onlarla mutlu bir gun gecirmemi beklemek fazla absurd olurdu zaten.
Saniyorum benimkinden birkac gun sonra da ortanca abimin mezuniyetindeyiz, insanlarda muhtesem bir cosku varken, annem fazla rasyonel tavrini takiniyor ve mezun olunan bolum ile yasanan coskunun buyuklugu arasindaki ters orantiya duydugu saskinligi  "politically correct" olmaya bile calismadan degisik sekillerde gece boyu dile getiriyor, bir cumlesi: Allah' in zoruna gitmesin de bu insanlar bu bolumden mezun olduklarina nasil boyle mutlu olabiliyorlar, cogu issiz kalacak" oluyor. Ne demek istedigini anliyorum, fakat konuya mudahil olmuyorum. Onun yerine, ilik yaz aksaminda kocaman gullerin cevreledigi alanda bir yabanci olmanin tadini cikariyorum, yabancilik hissinin agir geldigi zamanlar, fakat yeni yeni bunun bir kamuflaj oldugunu ogrenmeye basladigim gunlerdeyiz. Matematigin sonsuz soyutlugunda varolurken, mutluluktan vazgecmemis bir depresifin  formul arayisi ile cirpindigi zamanlarda bir "corner stone" a ulasmanin hafifligi var, mevsim bahardan yaza donuyor, ortamlar icimi acitiyor,  akraba ve arkadas toplantilari ev cevresinde yogunlasirken aile ile daha cok vakit  geciriyorum, Demetevliler' e ozgu eglence aliskanlikarimizi yasiyoruz: aksamlari catlayan kadar karpuz yiyor,  Cemre Parkinda cekirdek citliyoruz. Butun tezatlara ragmen yasamak baskin geliyor, o gunlerden aklimda kalanlar renk renk acmis mis kokulu kocaman guller.

Thursday, June 11, 2015

Kosu sonrasi, Canonbury'den favori koseme dogru yururken aklima Demetevler'deki bazi anilarim geliyor. Cemre Park' inda batili memleketlerde edindigim kosma aliskanligimi icra ederken, ters yonden yuruyerek bir kac defa karsilastigim ve her karsilasmada coklu bir halde sulanma hareketi yapan apaci grup tahammul sinirimin cok dusuk oldugunun belli ki farkinda degil. Ilk bir iki karsilasmada sadece icerliyorum ama sonra kendimi tutamiyorum ve herbiri ayni anda, birbirinden bagimli oldugunu tahmin ettigim bir suru piskolojisi icinde agizlarindan su akar ve ben de o suyu gormeye cok hevesliymisim gibi yuzlerindeki ifadeyi yaya yaya onume sunarken, durup "kim size bakarak rahatinizi kaciriyor ki siz beni bu sekilde rahatsiz etme hakkini kendinizde buluyorsunuz" diye azarlamaya basliyorum. Tabi ne dedigimi anladilar mi, yoksa guzel bakislarina tesekkur etmek yerine sinirlendim diye kucuk capli bir saskinlik mi yasadilar bilemiyorum ama bu isten karli cikiyorum: hem onlardan kurtuluyorum hem de icimde biriken feminist ofkeden. Zaten ozgur olmayan bir ulkede yasamaya mecbur hissederken, bir de kiyafetlerimin ve eylemlerimin sirf kadin oldugum icin mercek latinda olmasi cildirtiyor. Daha sonra yuzume yan yan bakmaya kalkisan herkesi benzer bir azarlama cumlesi bekliyor, bunu birkac defa kazasiz bir sekilde pratik ettikten sonra ise kendimi daha guclu hissediyorum, butun apachi ruhlu Demet ve Kizilay populasyonunun sorgulamadan giydikleri ataerkil usluba karsi.

Wednesday, June 10, 2015

Bu son olsun (okul hayatima atfen)

https://www.youtube.com/watch?v=YP7ghF9pwys

Tuesday, June 9, 2015

yasamak

Bir suredir yazmak istiyordum, su anla kopuk da olsa yazacagim. Aksamlari kosudan donuste sakin olan arka yolu kullanirken araya demir yolu girdigi icin biraz daha uzun yurumem ve eve alt kosesinden ulasmam gerekiyor. Canonbury duragi ile San Paul yolu arasinda iki sira cift katli evlerin arasindan mutlulukla yuruyup tam koseye geldigimde, civarda en cok hosuma giden goruntu karsiliyor. Bu memlekette ozunde neyi sevdigimin goruntusu bir yerde, bahce duvarlari olmayan gosterissiz tas bir bina, ve etrafindan yukselen bir iki uzun govdeli agac, birkac sarmasik gul ve bitki; hava ister gunesli, ister kapali, ister kafasi karisik olsun, ki gokyuzunun bir kosesinden gri bulutlar yol alirken, geri kalaninda gunes arsizca gulumseyebiliyor, bu evin yuregimi isitma potansiyeli degismiyor.  Belki evin fotografini koymak daha bilgilendirici olacak, ilk firsatta soz... O evde ve civarinda, binalara ragmen, sagindan solundan yesilliklerle donatilmis kucuk sayilmayacak alanda sehrin isiklarinin ve renginin nasil varolageldigini anliyorum. Ezel Hoca, her sehrin bir rengi oldugunu soylerdi. Ondan bunu duyduktan sonra daha cok dikkat etmeye basladim renklere, ve gunesli bir gunde bile yesilliklerden yansiyarak isiyan gunesin tas duvarlar uzerinde cozemedigi gizemin her baktigimda ruhuma iyi gelen sey oldugunu anladim. Turkiye'de asiri isik altinda cozulen kirac topraklar, beton binalar, zorlama cimler, ucuz ve sozde modern hersey omuzlarima bir yuk olarak biniyormus. Beni mutlu eden sey guzellik, buna hicbir suphem yok. Lakin yasamislik oyle birsey ki, insan gordugu her guzel seyi istemeye kalkismiyor artik: buna vaktim ve enerjim yok, bakmak yetiyor.

9/06/2015

Monday, June 8, 2015

Bugün cok verimli: sınavların sayısını bir azalttım, tez hocamı yolda tesadüfen gormusken ona birikmiş günahlarımı çıkarttım, simdi Garrick' de besten beri uyanık gözlerimi mental aktivitelerden sakınarak dinlendirken, istatistik kariyerimin ikinci danışmanı olma sözünü kendisinden alıp da yarı yolda bıraktığım Çinli hocamı bekliyorum. Kendisinin bugün okulda olup olmadıgını bile bilmeden hem de. boşlukta çarpışmalara inanan biriyim, evin dışına çıkmak yetecekti biliyordum.

Sunday, June 7, 2015

Sanirim ilk defa bu aksam evde olmayi ozluyorum; gecen yil bu zamanlar yasayamadigimiz sevinci annemle yasamak icin. Ankara'daki evimizde televizyonda acilan sandiklarin sonuclarini takip ediyor ve basabas giden sonuclardan payimiza bir umut cikarmayi bekliyorduk, annemin gozleri her zamanki gibi ustumdeydi, yuzumde olusan heyecanla seviniyor, onun mutluluga donusmesini bekliyordu. O yuzden daha da onemliydi zafer, mumkun olsa gidip elleriyle getirecekti ve beraber mutlu bir anin keyfini yasayacaktik. Surekli degisen sonuclarda, umut ve umutsuzluk ardisik olarak hanemizi ziyaret ediyordu. Annemle aslinda bunu ne cok yasadik: umutsuz gunlerimin coguna sahit ettirdigim, geceleri beraber uzandigimiz yatakta ona ruhumun cektigi iskenceleri tarif ettigim kadindir kendisi, ayrica bol bol kavga ettigimiz, yine de kavgalarin sonunda sarilip birbirimize sevgimizi haykirdigimiz, her firsatta- ozellikle haftasonu kismen genis zamanlarda derslerden ayirdigim vakitlerde- salonda televizyon karsisinda yere butun yiyecekleri serip "piknik" yaptigimiz, disari ciktigimda eve elimde bir surprizle gelisimde bosyere umutsuzluk doldurdugum hayatimiza renklerini animsatmak icin mucadeleden asla vazgecmedigimizin resmi... Biz annemle, butun tatlari ve renkleri icine kattigimiz bir hayat kurduk.

Saturday, June 6, 2015

dun yazmayi

dusunduklerimi bugun yazmaya calisacagim, son bir hafta, "dananin kuyrugunun kopmasina" derler ya, iste bu haftadan sonra artik apayri bir hayatim olacak. Son aylarin liberalliginde kendimi eve hapsetmis olmasaydim daha mi olurdu demek icin gec, ancak bir deneyimi de tuketene kadar yasamayi seviyorum. Ayrica vakit kaybetmenin en verimli halinin hatalar yapmak oldugunu dusunuyorum, insan ancak hata yaptigini dusundugu zaman kendine ceki duzen veriyor, hatta ben onu da abartip hatanin sonuna kadar ilerlemeyi seviyorum, cunku ancak o zaman hata size tersi yone ivmelenecek gucun en fazlasini veriyor.

Mucize ile,

Tekrar eden ruyama dun zihnim ceki duzen verdi, hatta oyle bir duzenlemeydi ki bundan sonra eski tekrarin rehavetinden kurtulmus olmam gerekir. Son haliyle bile devam etse, bu cok iyi bir gelisme olur. Ruyalarda, bana kayip yasattigi icin dusman gibi gordugum kadinla dostluk kurdum, birbirimize karsilikli guzel seyler soyledik, samimiyetle konustuk ve sevdik ruyada birbirimizi. Yumusacik seslerimizde huzur vardi ve kaybimizi asip, iki insan olarak birbirimizle ilk defa tanismanin zevkini yasadik. Ozunde iki koca yureki insandik ve dost saglam olabilme kabiliyetimiz  vardi, ayrica o ana ozguydu bu ve bakislarimizin birbiri ile bulustugu ilk saniyede ortaya cikmisti.
Ruyanin bir noktasinda, o ac kalmasin diye, sadece iki kadin diger insanlarla oturdugumuz yemek masasinda ikimizin tabaginin digerlerine gore az doldurulmus oldugunu, onun tabaginin nerdeyse bos oldugunu gorunce, yerimden kalkip bir kasikla erkeklerin tabaklarindan aldigim yiyecekleri onunkine tasiyordum. Feminist bir ruh bile sarmisti iliskimizi.

Friday, June 5, 2015

kosudan eve,

aklimda birkac eglenceli dusunceyi bloga kavusturma hevesi ile gelmisken,  haberleri gordum; hepsi anlamsiz kaldi.

Thursday, June 4, 2015

keske okuyan olsa da

burdan yazacagim mesaj birilerine ulassa. Ulkeme dair, aslinda ulkem bile demeye dilim varmiyor, umutlarim tukenmis. Gozume , hep ezberlenmis cumleler carpiyor, zihnin bin hali dururken bir iki hali icinde kivranan insanlik duruyor karsimda ki rastgele birini secip soylediklerine kulak kabartsam ancak ki karamsar dusuncelerim keskinlesiyor.  Kotu ve daha iyisi ayriminda basarisizlik, heryerde; bizdeki hali ise yoruyor.  Ulkeye, millete dair asil benim onyargilarim var, dogrusu onyargilarim butun insanliga karsi , ama iste onlari bosverdim, sadece dilini anladiklarimla ugrasiyorum.

Sunday, May 31, 2015

bitmeyen milfoy poaca

Yeme icme konusunda degisik bir hafizam var: cocuklugumda ilk defa tadina baktigim, misafirlikte yedigim, ya da yerken kendisiyle cebellestigim seylere dair guclu bir hatirlama kapasitem var. Bugunun konusu da zamanin gurme anilarinin ancak bir kismi olabilir. Icinde basarisiz bir yeme deneyimi olmasa  o gunu hatirlar miydim bilmiyorum, ama zihnimde yirmi yildan fazladir duruyorsa hikayesini anlatmak gerekir. Annem ve Cemo teyzem ayda yilda bir plan yapar butun cocuklari toplayip iki kadin ve yanlarinda kalabalik bir civciv ordusu goruntusuyle  evden carsiya dogru yavas adimlarla yuruyerek uzun bir gezmeye cikardi. Bu gezmelerden iki ya da en fazla uc tanesini hatirliyorum, ve bunlarin birinde merkeze vardigimizda teyzem bizi bir pastaneye sokup bir elimize dondurma digerine milfoy poaca tutusturmustu, gezme rotamiza yemekle mukellef oldugumuz yiyeceklerle devam ediyor olacaktik. Dondurma fena degildi ancak oteki koca siskin sey gozumu fena korkutuyordu. Yemeye neresinden baslayacagimi bulamiyordum, yuzumu kirinti icinde birakmamak icin agzimi kocaman acmam gerekecekti ama bu nasil mumkun olacakti? annemler sonunda konusmadan kafasini kaldirip cocuklarin yeme performansina bakana kadar, ucundan ufacik isirabilip yemekten vazgectigim milfoy poaca elimde oylece durmustu.  Ne kadar surmustu bu cile, kestiremiyorum ama basaramamak ruhuma agir gelen bir deneyimdi: o  poacadan kurtulmak cozulmesi gereken bir sorundu fakat bunu yapacak gucum ve kapasitem yoktu.  Kuzenim Sev, uc yas daha kucuk olmasina ragmen cok daha iyi bir is cikarmis, son lokmayi yutmaya hazirlanirken; ben ise mahcubiyet icindeydim. Genel istahsizlik halim ailenin malumu olan bir konu olsa da o gun toplum icinde kendime gorev bildigim seyi yapamamis  olmaktan dolayi ruhum iskence icindeydi. Bir taraftan kuzenime hayretle bakiyor; o yagli, garip ve devasa seyi nasil yiyebildiginin sirrini cozmeye calisiyordum, ote taraftan yenilgiyi kabul ederek elimde iskence aleti haline gelmis yiyecek ile gezmekten kurtuldugum icin bir hafiflik hissediyordum. Buyuk porsiyonlardan urkme, korkma ve hatta tiksinme durumu, beslenme saatlerimin  kendi ellerimle hazirladigim ya da ince direktiflerle hazirlattigim yiyeceklerini de belirleyen guctu. Kucucuk bir parca ekmek, mandalina ve cevizden olusuyordu okul menum ve bunlardan birinin olcusunun belirledigim standardin disina cikmasina otistik tepkiler verebiliyordum. Her gun annemle babamin, ekmegin kucuklugunu gostermek icin, cok daha fazlasini bir lokma halinde babamin agzina atarak demonstrasyon yapmasi ikna edici olmuyordu, fazlasini eve tekrar getirisin sozlerine de kulak asmiyor  minik posiyonlarin disina cikmiyordum. Yavas buyuyordum, kucuktum ve cok zayiftim, ilk okul birde dokulen sut dislerim ucuncu sinifta zar zor cikmaya baslayacakti, 20 kilo hedefine ulasinca alinacak hediyeler listesi uzuyordu, yine de hicbir guc bana yemek yediremiyordu.
Duygularimi sorguluyorum, nerdeler diye, ne kadarlar, duygulu biri miyim, yoksa "over the course of time" onlardan arinmis miyim?
En iyi bildigim iki duygu var, birbirinin tam tersi; biri asiri huzursuzluk, digeri ise mutluluk/sevinc. Ilki ile erken tanistim, bir donem hayat bicimin haline geldi.  O yuzden, giden-gelen bir duygu modunda degil, karakter bicimi seklinde huzursuzlugu yasadim. O zamanlarda Tanri' ya cok sikayet ettim, mutsuzluktan yapmak istedigim hicbirseyi yapamiyorum diye; Tanri sesimi duydu ve hemen ardindan cok mutlu oldum, bunu da duygu gibi yasamadim. Yillarca, sabahtan aksama uyarici madde kullaniyor gibi bir halim vardi. Arada tanidigim bir hayal kirikligi hissi var, o da her ay vucudumdaki menstruasyon dongusu gibi gelir ve giderdi,   ayni seye bakip ust uste  hayal kirikligi yasamak garip bir tutarsizlikti. Bunun disinda ne duygular mumkundu de dusuncelere karisip gittiler diye dusunuyorum simdi.

Saturday, May 30, 2015

Basini, masanin uzerine uzattigi kolunun uzerine koyuyor ve gokyuzu dusuyor  gozlerinin kismetine,
vucudundaki agrilar biraz olsun hafifliyor boyle dinlenirken,
aklina sevgi geliyor, sevmek ve sevilmek olan icinde,
agrilardan, etrafini saran ruhsuzluktan kacip ruya ile gercek karisimi bir hayale siginirken
caresiz olmadigini hissediyor, hayal yanliz birakmiyor
gunesli bir gune sunacak kahkahalarin ya da opucuklerin olmamasi alisilmis bir sey

Tuesday, May 26, 2015

Evi dolduran guzel enerjinin sahibi


Annesi ile babasi arasinda Japonca/ Cince tercumanlik yapan, yeri geldiginde cevirirken cumleleri kibarlastiran ve yumusatan, Hiro!



Monday, May 25, 2015

Ait oldugumu sandigim her mekanla bir kopus hikayem var, bir yerden anlatmaya baslayayim. Ilki dunyaya gozlerimi actigim koyden kopusum. Koydeki hayatimiz diger koylulerinkine benzemiyordu, gerci her evin farkli bir hikayesi vardi ve bunu ancak ki bayram ya da taziye ziyaretlerinde evin hanimi ile zamani unutup ara ara fisildasarak  dertlesen annemin bitmeyen konusmalarini, evdeki duvarlari susleyen halilari, aile buyuklerinin yanyana resimlerini ya da sus esyalarini izleyerek dinlerken ogrenirdim. Duyduklarim yuregime agir gelirdi ve gunlerce aklimdan cikmazdi. Herkes gibi bizim de bir hikayemiz vardi, detaylarini zamanla daha iyi kavriyordum; koyden uzakta, aileye ait bahce ve tarlalarla cevrili mekanimizda kendi cumhuriyetimizi kurmustuk. Su icirmek uzre hayvanlarini getiren coban Cengiz ve aksamlari duzenli olarak sut sagmaya gelen Gulo yenge disinda insan gormezdik.  Bahcesiyle ugrastigi gunlerde bize de mutlaka ugrayan Mami Mamo da yuzunu gormekten usandigimiz uzak akrabalarimizdandi. Burayi terk edip abimlerin egitim almasi icin teyzemlerin sitesinde bir apartman dairesine tasinmak uzre koyden goc ettigimiz gun, hayret edilesi bir canlilikla aklimda. Dort-bes yas arasinda olmaliyim, teyzemin salonunda oturuyorum ve televizyon acik, televizyonun ne oldugunu biliyorum, ama sanirim ilk defa bu kadar uzun sure calismakta olan renkli bir televizyon ile bakismisim ki bir noktadan sonra renkler gozumu yormaya basliyor, kirmizi agirlikli odada basim donmeye basliyor, duvarlar, halilar, ve televizyondaki seyler, hersey kirmizi ya da onun tonlarinda. Ciftligiminizin yesil renkleri, evimizin beyaz duvarlari ve koyde her yandan cevremizi kusatan gri daglarla sinirli renk repertuarim. O gun bitiyor, ama yabanci biri olarak oturdugum yerden kipirdamadan anne/babami  beklerken yeni birkac duyguyu icice gecmis sekilde kesfettigim kesindi. Birkac gun icinde kendi apartman dairemize tasinacaktik, koyden getirdigimiz ve ordaki hayat bicimimizin parcasi olan kislik erzak  hazirliklarini sakladigimiz karanlik oda disinda evin icin surekli aydinlikti, bazen biraz fazlaydi bile bu isik;  yaz sicaginda serinlemek icin kactigimiz kucuk pencereli, tas koy evinden farkliydi, bu deneyim. Bol oksijenli hayatimizdan anayola bakan bu eve tasinmamizla, tanidik olmayan bir benzin kokusu hayatima dahil olmustu, o kokuya alisana kadar yuzumu yastiklara gomerek koyu dusunmeye calistigim saatler de aklimda kalanlardan. Abimler okulda olduklarindan gunun cogunda annem, babamla evde tek kalirdik. Ogleden sonralari onlarin yayli somye uzerinde cilvelesmeleri ve eglenerek bogusmalari, anlamsiz bulsam da rutinimin bir parcasiydi. Sehir hayati da yetiskinlerin davranislari kadar anlamsizdi, ancak bir kac metrekare odalara aile olarak sikistirilmanin hayatimiza ekledigi samimiyeti sevebilirdim, ilgi icin hastalanmam ya da karin agrisi cemek durumunda kalmam gerekmiyordu, annemin uzun uzun temizlik yaptigi zamanlarda babamla bolca muhabbet ediyorduk, evin bilge cocugu mertebesine ulasmistim, her sozum dikkatle dinlenip, dost muhabbetlerinde "bizim kiz bunu diyerek, ne demek istedi, sizce " seklinde bilmecelere donusturuluyordu, aradan secilenler.
Yakin komsuluk icinde oldugumuz teyzem ise otoriter haliyle, hem abimlere hem de bana buyuk bir tehdit olarak kendini hissettiriyordu; annemin ozgurce yetistirdigi cocuklar, teyzeme cok vahsi geliyorduk, duvarlara yazilar yazmamiz, evde top oyanmamiz, su savasi yapmamiz, hatta bazen cisimiz geldiginde tuvalet yerine balkonu ya da kullanilmayan bir odayi secerek deneysel takilmak uzre sehir hayatinin sinirlarini anlamaya calismamiz teyzemi cileden cikarabilirdi, ve bazen de cikarirdi, verecegi tepkileri onden kestirmek kolay olmuyordu, o yuzden kabahatimizin teyzem tarafindan farkedilmesine kadar gecen zamanda sucluluk ve korku icinde yasardik. Sehir yeni bir yerdi, yeni kurallari vardi, arkada kendi cumhuriyetimizi birakip gelmemize ragmen asaletimizi anlayan yoktu, resmen koyluyduk ve sehirli yeni komsularimizin bize bakislarindan bunu anliyorduk. 

Sunday, May 24, 2015

Uzun gunlere ayak uydurmaliyim; batmayan gunes, birkac saat icinde bitecek olan gunle tezat icinde. Mavi gokyuzunden ilham alip yapmam gerekenleri erteliyorum, bu boyle gidemez...

Saturday, May 23, 2015

Bazen olur; icinde oldugunuz sehri bambaska gozlerle gormeye baslarsiniz, sehre guzelligini anlatmak icin sokaklarla konusmak akliniza gelir, bir mayis gunu butun ogleden sonra Cin mahallesinden eve kadar yurumenize mani olmayan havada, mutlu olmaniza engel olmus yazlari kavurucu sicak iklimlerin, pacalarindan sefillik akan ulkeninizin disinda olmanin huzuruna, gecmisin uzerine dusunulse  hizli hizli ic cekislerle baslayarak saatler surecek bir aglamaya donusecek kizginligi karisir. Hayat diye insana onun bicilmesinin anlamsizligi, en sonunda yasamak icin bu ana kavusmus olmanin mutluluguna minnet duygusu olarak eklenir.  Kuzey gokyuzunun altinda yeni bir iklimi kesfediyorum, yaz mevsimi kapida, aksam 9.30'a kadar aydinlik bir gun ve kararmayan gecenin icinde, saatler ilerledikce butun seslerden arinan ve gecelerin nazli ruzgarinda hala gozlerinizle secebildiginiz hayat!
Bedenime birikmis uyku borclarim var, saniyorum; bu kez uyusun diye ona zaman veriyorum, ancak o yine sabahin besinde aydinlanan gune uyuyor.

Saturday, May 16, 2015

Iki gundur evden ilk defa ayrilmis oldugum, uc saat icinde cok macerali bir seruven yasadim. Once disari cikma rutinimin bir parcasi olan Highbury Park'a, soz verdigim agaclarin yesillenme macerasina taniklik etmeye gittim, halen son hallerini almamislardi; yapraklarin kollektif olarak buyumeye acelesi yoktu, neyse ki benim de onlari izlemeye bitmez bir sabrim vardi. Ardindan ters istikametteki Dalston'a ugrayip pazardan mango alacaktim. Gidis yolunda gozume carpan farkli bir yolu kullanmak istedim, kisitli zaman sorunu yasarken  bilmedigim bir yola dalma riskinden cekinsem de, yeni gordugum sokaklarin beni nasil mutlu ettigini hatirlayip, kendimi bu maceradan sakinmadim. Ve gectigim sokaklar yine gozumu, gonlumu doyurdu, belli ki hep ayni yolu kullanmaktan sehri linear dusunmeye baslamistim ve diger insanlarin nerde yasadigini merak eder olmustum, ara sokaklar yaniti veriyordu. Ayrica yine yon duygum beni yaniltmadi ve dogru bir sokaktan bildigim bir yere cikip ordan yola devam edebildim.
 Dalston'da onunde surekli uzun sira olan Caribbean food satan dukkandan cikan ufak boylu toplu bir siyahi kadin ilgimi cekti, o gozumden kaybolmustu ki guzellik salonu demeye bin sait bir yeri farkettim, saclarim zivanadan cikmisti ve son gunleri kafamda bu bilgiyle yasiyordum, iceri girerek sac kesip kesmediklerini sormaya karar verdim. Kadin az once farkettigim kisiydi, cok agir ve kibar konusuyordu, yuzu once garip geldi:  saclari, bedeni yuzu uyumssuzluk icindeydi sanki. Ama sicakligi hosuma gitmisti. Benden cok daha kisaydi, fakat guclu gorunuyordu, uzun tirnaklari asiri bir gosterisle delinmis, boyanmis, dekore edilmisti. Cok yavas hareket ediyordu ve o koltuga oturdugum an zamanimin kontrolunun elimden cikmasi canimi sikmaya baslamisti. Yapacak bir sey yoktu. Ruzgarda iyice birbirine dolanmis saclarimla ugrasan Denise, hafifliklerinden hayrete dusmustu, alisik oldugu afro saclara benzemiyordu ve olanca yavasligi ile uzun uzun ugrasti uzerimde, sonunda ne cikacagini merak ediyordum. Kafamda bir model yoktu, biraz kisalmasini istiyordum, onlerden de biraz kat verecekti. O saclarimla mesgulken, islak saclara fon cekmeye calismasinin beceriksizligini ve kolaylikla sekil alan sacimda bos yere harcadigi ekstra gucun hesabini yapiyordum. Sadece kabalik olmasin diye isini bitirmesini bekliyordum, halbuki saclarin fonle sekillenmesi hic derdim degildi, ama yarida kalkarsam uzulur diye dusundum, ne de olsa kucuk boyundan dolayi ulasamadigi basima uzanmak icin butun vucudunu bacaklarima dayayarak bedeniyle uzerime uzanmisligi vardi, o farkinda miydi bilmiyorum ama Jamaica' li bu kadinla artik aramizda bir samimiye vardi. Bitlenmekten endise ettigim icin sacimda kasinti hissetmeye baslamistim, kasimak icin kullanmaya yeltenecegim ellerim ise iki sira boynumdan sarilmis siyah onlugun altinda kaybolmustu. Ince, bugday boynuma dolanmis bu seyin temizliginden kuskulanmaya cok hakkim vardi, ancak ortadan tarandiklari icin aciga cikmis beyazlara inat duru tenimle o siyah onlugun icinde bir kugu gibi duruyordum ve kugular bitlenebilirdi :) bunun icin olay cikaran bir kugu oldugunu sanmiyordum. Saclarimla cilvelesme bir saati buldu ki, sonuc Turkiye'de son 10 yildir sacimi kesme serefini kendisine bahsettigim Demetevler'deki kuaforumun 10 dakika'da yarattigindan farkli degildi, mal ayni maldi ve belli ki kuaforler dunyanin her yerinde sac keserken benzer teknikler kullaniyorlardi, sonunda yilda bir defa gormeye alisik oldugum kendimi alip kuaforden ciktim ve turk marketin yolunu tuttum, mangolar aklimdaydi.