Sunday, December 30, 2012

Yazarım diye dusunuyordum

ama yazmaya cok firsat olmadi, iki hafta olmadi ki hayatimda ilk defa Paris sehrini gordum. Sehirde yapilacak seyleri yapip, yurunucek yolllari yuruyup, bakilacak bir cok yere baktim. Eminin ki geriye cok daha fazlasi kaldi. Fotografladiklarim kadar teknik problemlerden dolayi fotograflamayip tavsiye uzre zihnime kazidigim yerler oldu. Bunlarin biri de Ecole Normale Superieure. Okulun eski tahtadan giris kapisini, yuksek pencerelerini, tarih ve bilgi islemis duvarlarini sanki aramizda onceden bir tanisiklik varmis gibi hemen benimsedim.Paris guzel sehir, su ana kadar gordugum en guzel sehir cunku her kosesi itinayla korunmus, sagindan solundan alakasiz binalar fiskirmamis, bu sehrin binalari hic fakir olmamis dersiniz. Insanlari icin ayni seyi soylemiycem, ozellikle soguga ve yagmura ragmen sokaklarda yatan onlarca insandan sonra.  
Sen nehrinin ikiye boldugu sehrin koprulerinden gecerken, umulmadik yerlerde karsima cikan adini bile duymadigim devasa buyuklukteki gorkemli satolarla sehrin surprizlerine tanik oldum.  Vitrinleri ozenle suslenmis minicik dukkanlarindan, minik sevgisinden, kucuk porsiyonlarda lezzet topu yemeklerinden, Notre Dame kilisesinden, musterilerin ve garsonlarin birbirini tanir oldugu luks cafelerinden, sehre tepeden bakan Montmarte Basilicasindan, sehrin aralarina serpismis parklarindan ve onlari susleyen heykellerinden bahsetmek lazim. Ama belki bunu yapacak eriskinlige birkac ziyaretten sonra erisebilirim. Simdilik aklimda kalan bir guzel masal sehri ve onun sokaklarinda yururken icime cektigim serin ruzgarlar.

Saturday, December 29, 2012

Bloglar ne zaman en populer

zamanlarini yasadi, simdilerde ancak ki etrafta hevesini almis bloggerlar ya da cıvımış follower' lar goruyorum bloglarin altinda burun kiviran yorumlar birakan. Neyse ki sozumuz meclisten disari ama diyecegim şu ki burda yazacaklarim bitmedi, bu zihinsel hareketlilikle yazarim bir kac yil daha. Ancak ki coluga cocuga karisip kafa kasisikliklarina zaman kalmayincaya kadar. Fakat o konuda da yol katedip ortalikta anti-cocuk nagralarini atmaya basladim. Simdi de etrafimdakilerden sevk edici seyler duyuyorum. Hani cocuk sahibi olmak isteyen kadindan urkerek uzaklasmak gibi, cocuk istemeyen kadini da buyuk bir kaynak israfi olarak gormek ve ehlilestirmeye calismak da insanin/erkegin dogasinda olsa gerek. Bazi canli turlerinde olan ciftlestikten sonra erkegini yemek gibi, cocuk dogurduktan sonra kendini eritip cocuga katmak da anneligin extrem durumlarindan. Anneligi gozumde tek ilginc yapan sey de bu delilik icerigi. Tabi bir de bir cocugu yetistirmek seruveni. Ama en korkunc taraflari da o cocugu korumak hislerinin getirecegi asiri endiseler ve korkular. Bir insan bilerek neden kendi mezarini kazar, kendini endiselerden azad etmeyi basarmis bir yetiskin olarak, minicik bir bebekle baslayip o var oldukca var olacak onu kaybetme, onun incinmesi korkulariyle yasamaya kendini mahkum eder ve aklini kacirir bu surecte. Cocugunun gecirdigi kazalarda, ya da tehlikelerde aklinin yarisini kaybeden anne hikayelerini sadece duymadik, gorduk de. Delilik anneligin dogasinda var iste, cunku anne olunca haliyle deliriyorsunuz. Tamam biliyoruz o sevgi endise denklemini fakat olayin katsayilarla dusunulmesi lazim, bir birim sevip 1.3 birim endiseleniyorsa dogurmali mi yine?
Iste annelik konusunda hislerim boyle, ama ansizin fikir de degistirebilir insan. Simdilik zorlamadan, dogal bir sekilde bu kararin huzurunu yasiyorum hatta belki bu sekilde otuz yas sendromuna hazirlik yapiyorum. Herkes bir kotu olucaksin diyor yas otuz olunca, ama olmamak konusunda inancliyim, otuz yas sendromuna girersem bu gittigim okullarin, okudugum kitaplarin, yasadigim guzel yillarin yuzune nasil bakarim. Cok ayip olur cok... O yuzden, otuz sayisiyla barismak lazim ki, sayinin sevimsizligi yil basi yaklastikca artiyor.

Friday, December 28, 2012

Yapilmasi acil seyler

beklerken, onceden planlanmis gezilerimi aksatmiyorum. Demek ki islerin aciliyeti yok aslinda. Basibosluk insanin basina ne dertler acabilir, bakip gorucez. Bir deliliktir aldi basini gidiyor yine... bilim yapmaktir, ise gitmektir hepsi sacma geliyor, hepsi toplumca kabul edilmek icin kendini palyoco etmek gibi geliyor. Halbuki ne derdim olabilir toplumla ki kabulune ne gerek kaldi. Kendimi killerin, degisik dokuda boyalarin arasinda cildirirken, muzik yapiyor gibi gorunup keskin cigliklar, bagirislar atarken hayal ediyorum. Iyi geliyor boylesi.  Ama kim ceker bir delinin daha derdini. Hem delirmeler ancak ki delirmedigimiz zamanlarin luksleri.
Delirmemenin mukafatlari bu gorup de gorduklerimizden eristigimiz farkindaliklar.

Thursday, December 13, 2012

kirli, daginik, pejmurde olmak uzerine

olmak lazim bunlari, baska seylere yer acabilmek icin, ama ayarinda olmak lazim.
Yani cok kirli ve daginik olursaniz hayatininizin kontrol altinda olmadigina isarettir bu: bu hem karsiya hem de size rahatsizlik verebilir.  Bulasiklari iki gun bekleterek yikamak, bulasigi yikamisken bir de masanin uzerindeki kirintilari cope toplamak,  ertesi gun de ususte yigilmis camasirlari katlamak yerinde daginikliktir, kontrollu ve bilincli daginikliktir. Haftanin 6 gunu ozensiz bir gunu ozenli olmak yerine; bes gunu temiz, iki gunu az temiz olmak, uc gunu renkli giyinmek dort gunu rahat takilmak kimsenin gozune batmaz, hatta temiz ve guzel giyindiginiz gunlerde extra kredi toplarsiniz.
Arada arkadaslari eve cagirmak, onlara degisik yemekler yapmak da iyidir, bu sirada etrafta bazi daginikliklar varsa sorun degildir, arkadaslar zaten bulasiklari yikayip mutfagi duzene sokacaklardir o yuzden herekesi yedirene kadar caba gostermek yeterlidir, daha dogrusu herkesi doyuracak kadar yemek bulundurmak yeterlidir cunku onlar kendi baslarina yerler, sularini doldururlar. Yemektan sonra herkes mutlu olacagi icin hicbir ayrinti goze batmayacaktir. Ancak ara ara zulalanmis supriz abur-cuburlar'dan cikarmak da iyidir, yok Japon keki, Cin yesil cayi, pazarda gordugum egzotik meyve diyerek eglenceli bir agirlama yapabilirsiniz. Strese, kose bucak temizlige gerek yoktur, insanin yeterki Avrupa' nin kuzeyinden arkadaslari olsun.

Saturday, December 8, 2012

Hizli

tuketiyoruz, yeni bir tadi kesfedip birkac gun tattiktan sonra, o ucuveriyor ve yerine yenisi geliyor. Bes yil onceydi, duvarlar bile can kazanmisti gozumde, o yuzden yalnizlik diye birsey mumkun degildi. Bir Aralik aksam uzerinde, odamdan gordugum gok yuzu oyle guzel konusuyordu ki bana, bu ruya bir gun bitecek diye dusunmekten baska endiselerim yoktu.  O sevincli gunu birakip uykuya dalmak istemiyordum, ve emin olamiyordum sabah ayni mutlulukla uyanacagima. Ama korktugum gibi olmuyordu: gunler, haftalar, aylar cok mutlu geciyordu. Cok mutluydum, ve gorunen bir sebebi yoktu. Gelecekten umutlarim hic yoktu, cunku zaten herseyim fazlasiyla vardi, zaman dursa hersey o sonzuz ana sıkışsa yeterdi. Cennet bu kadar guzel olamazdi, cunku bilincti  mutlulugu bu denli  guclu kılan.
Ben hayatimda bir defa olsun cok mutlu oldum, o mutluluk zamanla alistigim birseye donustu.  En azindan artik biliyorum ki su dunyanin uzerinde oyle bir yer var ki ben orda nasil mutlu olabilecegimi cok iyi biliyorum.

Tuesday, December 4, 2012

Deneme yanilma

yontemiyle ideal calisma saatlerini ve mekanlarini bulmaya calisiyorum. Gec yatip, gec kalkmanin yaninda (2.30-10.20) gunun ilk ucte birlik kismini evde kitap okuyarak ve calisarak geciriyorum. Bu arada odamdan disardaki hava durumunu seyrediyor, gunessiz havalara bu kadar kolay uyum saglamis olmama hayretle bakiyorum. Beklentilerin tepkilerimizi ne kadar sekillendirdiginin bir ispati daha. Kahvalti aralarinda da Cinli  bir belgesel kanali seyrediyorum. Saat dort'u gecerken kendime ufak ve hizlica bir ceki duzen verip, enstituye dogru yola koyuluyorum ve o yol suresince gunessiz aksam uzerinin hafif ve serin ruzgarlarina opturuyorum yuzumu. Yurudukce guzellesiyorum. Gununu bitirirken Christmas market'te sicak sarap yudumlayan insanlarin sevinci, havaya yayilan sicak waffle kokulari ve memnun insan kosusturmacalari icimdeki huzura tatli bir mutluluk ekliyor. Binanin merdivenlerini hizli hizli cikip, internete bir an once yetismeye calisiyorum , medeniyete yani e-maillerime kosusturuyorum. Ofise ulastigimda kosturmus olmanin ve sogugun etkisiyle dolasim sitemimin harekete gecmis oldugunu farkediyorum. Birileri odama geliyor, ona o pozitif enerjiden saciyorum. o aldikca daha fazla komiklesiyorum, guluyorum, anlatiyorum, avimi ayni enerji ile zehirlemeden birakmiyorum sanki.
Sonra internette yapmayi sevdigim seyleri sirayla yapiyorum, ardindan yapilmasi gereken sorumluluklari ertesi bir zamana erteleyip aksam 9-10 gibi evin yolunu tutuyorum. Televizyona bakarak cekirdek citliyorum bir sure, sonra saldiriyorum Istatistik kitabina ya da Karamazov Brothers'a. Ertesi gunden iki saat daha caliyorum ve o iki saat benim gunumun en verimli saatleri oluyor. Sonra uyumak ihtiyaci yavas yavas belirmeye baslayinca, kitaplari kapatip, basimi yastiga koyuyorum, aklima guzel hayaller kurarak uyumak fikri geliyor ve oyle yapiyorum. Uyuduktan tam yarim saat sonra adet oldugu uzre kendiliginden uyaniyorum, sonra kendimi tekrar uykuya birakiyorum ve bu kez deliksiz uyuyorum, sabahin ikinci yarisini coktan gecene kadar.

Sunday, December 2, 2012

when

you have a genuinely western mind and a delicately eastern heart, that's where all confusion starts. That's also why we have been confused for so long and will continue being, as our lives permit.

Saturday, December 1, 2012

Hayati,

ufacik ve ender bir kosesinden bir baska kosesine bakarak anlamaya kalkarken, ne bilebilirim hayata dair, insanliga dair, herkesin herseyi nasil basarabildigine dair...
Farkina varildigim sey ise: yasamadigim hayati abarttigim ve aslinda onun cok daha basit yasandigi. Dedikleri gibi kafamdaki bunca karisiklik o idealardan mi?  halbuki kafam hic karisik degil, ancak ki karar vermek gerektiginde, yani dunya onume secenekler sundugunda hicbirine gidemiyorum. Demek ki var bir yerde bir tikaniklik. Hakkimda konusanlari dinliyorum ve neden bahsettiklerini anlamaya calisiyorum ama yine ikna olmuyorum hayatin tahmin ettigimden daha basit olduguna ve oyle yasanmasi gerektigine. Ve kendimi rahatlatiyorum, bu kadar basit halini yasamayarak cok seyler kaybetmekte olmadigima. Tek komik olan ise, bazen dargin olmak o "basit" hayata,  sanki baska "ulu" bir hayatmis da elinde olan seyi senden esirgemis gibi.

Wednesday, November 28, 2012

Bir ruya daha

Bugun acaba ne ruya gorucem gibi bir hevesle yaklasmasam da ruyalara, onlar kendileri ortaya cikarak gunluk hayatimda hatri sayilir hisler ve dusunceler birakiyorlar.
Dun gece ruyamda, su aralar burda olmayan enstitunun belki en meshur mathematicisi Z ile benim arastirmami konusuyoruz ve o da buyuk bir ilgiyle dinliyor, fikir vermeye calisiyordu.
Sonra her zamanki gibi kalkmak uzre olan ucaga yetismek telasi ile dolu bir ruya.. yer New York, metrodayim ve nasil oluyorsa check in yapmadan ucagin icinde buluyorum kendimi, neyse ki kalkmak uzre olan ucaktan geri donderip gerekli proceduru yerine getirmeye zorlamiyorlar ve yerimi gosteriyorlar. Ucak hic bildigimiz ucaklara benzemiyor, zaten ruyamda ne zaman bir ucak gorsem ic tasarim harikasi oluyor, ve bu her ucaga benzemeyen ucakta sinif ayrimlari da bir garipti, ben  "scholar" diye var olan kategoride yerlestirilmemistim. Bu konuya cok takilmadan turuncu sandalyeme geciyor, arkama yastik koyuyor, tepsi olarak kullanmak uzre de bir yastik daha veriyorlardi.  Daha ilginci bu ucakta diger ucak ruyalarindaki gibi ayni tanidiklarim da varmis, ve bu kez bu tanidiklar konusunda daha anlayisliyim, kabulleniyorum orda olmalarini.
Annemin ruya yorumlari aklima geliyor, onun her ruyasinda ne objenin ne anlama geldigi bellidir, benimkiler de o yone ilerliyor. Fazlaca yuzme ruyalari goren biri olarak Freud' un ruya yorumlarini elbetteki yuzeysel buluyorum. Ruyalar sadece renk ve duygu zenginligi getirmedigi gibi artik onlardan birseyler de ogreniyorum.
Peki benim ruyamda ucaga yetisme telasi ve ondan tamamen bagimsiz bir hal olan ucak icinde olmak neyi sembolize ediyor. Fikirlerim var bu konuda.

Saturday, November 24, 2012

Benim gibi kızlar

ne tip erkeklerderden hoslanir cok bilinmez ama nerde akli basinda biri varsa, gelir bizi bulur. Akli basinda kisinin tek akli basinda davranmadigi konu da: bu "akli basinda" deli kizin hayatinda biri var midir yok mudur sorusuna cok takilmadan harekete gecmesidir. Cunku deli kizin iyice delirip kollarini ona acmasi umudu vardir ve oldu olacak o risk alinir. Akli basinda, beyefendi, hassas, er kisinin bu durumuyla baglantili olarak sosyal ortamlarda cok populer olmazken kadinlar tarafindan toptan cekici bulunmayisi, onu iyice sabirsiz ve hayalci yapmaktadir, o yuzden hedefe giden yolda gereksiz ayrintilar atlanilabilir.
"Akli basinda" (!) kizlarin da butun kadinlarin cekici buldugu tiplerden hoslanmaya hakki yok mudur !!!
Hatta "ustun akil" faktoru kadinliga eklenince ne oldugumuzu unutup, ustumuzdeki aseksuelitenin de standart yukselmesine yol acmasi sebebi ile gozumuzun ancak ki modelleri, erkek guzellerini, Kivanc Tatlitug ayarinda selebritileri gormesi normaldir. Iş yapmaktan gozumuzun feri kactiginda, internetten guzel insan resimleri bulup, bastırıp, ara ara bakarak hayatla baglarımızı koparmamaya calısmak uzre cekmecemize koymamiz da gulunc karsilanmamalidir.

Yeşil başlı ördek

videosu


Friday, November 23, 2012

Annemin yataginda

yattigim yaz gunlerinde sabaha dogru bir usume geldiginde farkinda olmadan ona dogru yanasir vucudumun bir yuzunu isitmayi basarirdim.
Kendimi gereksiz yere iyi hissetmedigim zamanlarda ayni sicakligi konusacak ve bana sevecenlik gosterebilecek  birine ihtiyac duymak seklinde ariyorum.
Aradigini bulamamak ise hic guzel degil, en iyisi beklentileri yere serip hic ummamak. Ya da toptan deli sifatini yuklenip, hic bunlara gerek birakmayacak bir hayat yasmak, ama lanet olsun ki bu da mumkun degil. Cunku delilik disardan ne kadar cazip olsa da icindeyken hirs sahibi insani, kendi basina tatmin edemiyor; yine sizi isteyecek enstitulere, akliniza, isinize ovguler duzulmesine  ihtiyac duyuyorsunuz.
Insanoglunun bu ihtiyac hali iste....

.

Thursday, November 22, 2012

Bekledim

ki ölümlere biraz ara verilsin de yazayım içinde yaşadığım bir başka dünyayı.
Elleriyle her yere uzanmis ama henuz kendisine bir kapi tam olarak acilmamisken, icinde oldugum yerde "joyful" olmak uzerinden bir kimlik ediniyorum. Etrafim yalniz insanlarla dolu, her biri ile oyle derin benzerlikler buluyorum ki yillardir bu insanlardan nasil haberim olmamis, "peki neden simdi?" diye de dusunuyorum surekli. Yalniz olmadigini, cok ozel olmadigini bilmek guzel, ama galiba en buyuk kazanimim ya da her sekil sahip olacagim seyler: bolca gulebilmek, aklina geleni konusmak, eglenebilmek, hissedebilmek ve firsat oldukca da yasayabilmek. Etrafimdaki insanlari ceken de o yasama sevinci, ama herkesten iyi biliyorum ki bu istah cok hassas bir dengede, bozulmasi an meselesi. Ufacik seylerden havaya ucabildigim gibi daha da minik seylerden derin hayal kirikliklarina kapilabiliyorum. Is yapmaya basladigim su son gunlerde, birbirinden karmasik, agir ruyalar goruyorum. Gunduz yasadiklarima benzer, ruyalarimda da sevincler, umutlar, hayal kirikliklariyla harmanlanmis. Elimden gelen butun cabayi sarfediyor, o gucu hissediyorken, onune gecemedigim zorluklari da kabul edercesine absurd bir modda butun gece hayat paratigi yapiyorum.
Ulasmayi umut ettigim seyler var, iki tur erdem, sahip olmadigim iki sey..

Friday, November 16, 2012

Gelirken kafamda hayalini

kurdugum cok dilli, akilli, kulturlu, zevk sahibi Avrupa' nin guzel insani ile sonunda tanistim, ayni masaya oturdum, guldum eglendim ve devami icin hepsini kendi evime davet ettim. Oyle ki gecenin bir yarisi eve yurumeye gonulluyken yanimdakilerin hizini kesmemek uzre atladim bir tanesinin bisikletinin arkasina ve o soguk havada sevimli bir Avrupa klasigini de gerceklestirdik. Ilk defa tanistigim birinin belini iki elimle bir guzel kavradim, umarim benim hosuma gittigi kadar onun da gitmistir. Eski bir binayi kurtarmak uzre aktivizm pesinde kostuktan sonra bize gec katilmis, beyaz ten uzerine kara kaslar, onun da uzerine yumusak ve etkileyici ve Fransiz aksagani ile kurdugu cok anlasilamayn cumleler'le tam karsimda oturan "charm" ' i seyrederken farkinda olmadigim bir guzelligi kesfettim sanki. Beyaz ten, koyu saclar, ici parlayan gozler, siyah cerceveli gozlukler, ve alcak sesle cumleler kuran bir Fransiz...

Tuesday, November 13, 2012

Resmine baktim bugun

onun resmine, seninkine degil! cunku ona konusmuyorum, sana konusuyorum, ama dedigim gibi onun resmine baktim.
Konusmadi benle, ya da konusmasina izin vermedim. Bazi kirginliklarim var haksiz olmama ragmen. Daha iyi biri olmaliydim. Olamadim ve bunun cezasi midir, nadir anlarda derinlerden ortaya cikip etrafimi saran yabancisi olmadigim o garip duygu. Iyi olamamak benim mi sucum. Her guzel seyi icinden geldigi icin olmus biri iyi olamadiginda bu onun mu sucudur, iyi olmaliyim derken bile iyi olmak arzusu hissetmemek niyedir? iyilik nedir guzellik nedir, bunlar sacma sapan kavramlar. Sacma olmayan sey unutulmaktir, unutmaktir. Unuttugum da oldu unutuldugum da, arada donup donup hatirladigim da.

Monday, November 12, 2012

"Ağzını şapurdatmayınca

yedidiğinin tadını alamamak" ve "yaşamayı becerebilmek", günün öne çıkanları, halbuki aslında ne kadar çok şey var anlatılmayı bekleyen ama hepsi de yukarıdaki iki şeyden en az birine bağlanılabilir. Bir hayal kırıkılığı çöküyor üstüme, mutluluktan havalarda olmadığım ya da dünyayı kurtarır gibi işbaşında olmadığım zamanlarda. Alışık olmadığım kadar kısa ve zahmetsiz bir seyahatın ardından başka bir paralel evrendeki hayatımdayım. Galiba en çok Amerika paralelini sevmiştim. Tekrar başlamayacağım "ne güzel günler yaşadım ne temiz havalar soludum " muhabbetine ama işte şimdilerde öyle bir yerdeyim ki, ne çok seviyorum ne de sevmiyorum, en garibi de hakkında en ufak bir fikre sahip olmadığın bir yerde yaşamak. Galiba dilin bir işlevi de bu, dilini bilmeden bir yeri anlayabilmek mümkün mü?

Wednesday, November 7, 2012

I am slightly homesick

I guess...I am not sure if this grumpiness is due to sleeping too much or homesickness. It feels more like the latter. If so, where am I homesick for? Not for Germany, nor for Turkey, maybe for the US. As soon as I arrive Germany, I will visit Starbucks. The Starbucks shop in Turkey does not give the same feeling with Starbucks at "home", again not knowing what home is.

Wednesday, October 31, 2012

Kaliplasmis ne

kadar cok cumle var, bunlarin bazilari oyle gereksiz ki, ama ote yandan da kullanisli. Mesela kollektivist bir akla ve deneyime hitap edemeyen kaliplar, onu kullanan kisiyi fislemeye yarayabilir. Ama bu da konumuzla alakasiz.
Su aralar Turkiye'deyim ve Turkiye gunlerimin cok iyi gectigini iddia edemiyorum. Aslinda ne Turkiye' nin ne de gunun sucu bu. Suc elbette ki benim.  Halbuki hayvani bir istahla etrafimi seyrediyor artik eskisi gibi rahatsiz olmuyorum icinde olmayi istemeyecegim hayatlari gozlemlemekten.

Almanya kabami almis olsa gerek ki simdi daha uyumluyum, kisa zaman dilimleri icinde birbirinden cok ayri sosyo-ekonomik-kulturel ortamlarda olmanin saskinligi ve zevkini yasiyorum. Bir tek dolmusa binince fazla adrenalin salgilamsi oluyor ve elimdeki elektronik dolu canta ile camdan firlamaktan ya da viraji donerken aracla beraber savrulmaktan urkuyorum. Hayati tehlike hissetmedigim zamanlarda ise gayet uyumluyum.

Bir de hesapta olmayan, ya da olan ama hesaplanamayan zevkler var. Mesela yegenim Isil artik oturup muhabbet edilecek kivama gelmis. Ilk okula gidiyor, onu opmeme sarilmama engel olmadigi gibi odevlerini yaptiririken gayet uyumlu davranabiliyor, iki tane "üçlü  a" yap dedigimde  yapiyor, su harfi bir kac defa tekrar et dedigimde ozenle yerine getiriyor. Yegenimin sosyal canli olusunu kutluyorum icten ice ve kendimi sansli hissediyorum onun varligindan ve yakinligindan dolayi.

Bir diger surpriz de bebeklikle cocukluk arasinda kendi dunyasinda yasayan yegenim Yagiz. O da tam bir maymun. Bildikleri, olaylara tepkileri ile her seferinde bizi sasirtip eglendirebiliyor.

Iste bunlar guzel kisimlar, kotulerden ise bahsetmemeyi tercih ediyorum, kotu hisleri cumlelere dokup kaliplastirmaya ve kendini onlarin gercekligine ikna etmeye gerek yok.


Tuesday, October 23, 2012

Bir bucuk ay

icinde bilmem kacinci evimdeyim. Bunda en az alti ay ikamet etmeyi planliyorum, sonra maceraperestligim tutarsa baska bir sehre tasinabilirim. Kismi kalicilik hissinden olsa gerek daha cabuk baglandim bu eve. Bugun enstituye gitmek yerine butun gun evden calistim. Yaptigim sey is sayilmasa bile yapilmasi gereken bir seydi. Evin plani biraz garip ama en azindan dibi temiz tencere tavalarla gonul rahatligi ile is yapabiliyorum. Bu da makarna yapmak oluyor. Evet bugun iki ogunde de makarna bazli beslendim ama seviyorum kendisini, makarna denen sey bulunmamis olsaydi simdiki yasima ulasmadan bir noktada besinsizlikten veya basit bir hastaliga yakalanip iyilesememekten olmus olabilirdim. Makarna demisken Italyan arkadasim Nic ile de komsuyuz, ucuncu komsumuz ise bestekar(composer) ve matematikci. Avrupa'da olmanin en cok bu tarafini sevdim, etraf delilerle dolu, iyi anlamda. Iki gun'e Turkiye' ye gidiyorum, Nic simdiden "sensiz ne yaparim" 'in derdine dustu. Birbirimizle benzesen o kadar cok taraflarimiz var ki artik konusmadan da anlasiyoruz. G.'den bir suredir bahsetmiyorum. O da Almanya'da bir konferansa gelmisken Persembe gunu (Turkiye'ye gidis gunum) gezi planlarimi bilmeden ziyaretime gelmeyi teklif etti, her ne kadar kendisiyle tekrar gorusmeyi, konusmayi istesem de gelmemesi daha iyi oldu. Cunku kimsenin kalbi kirilmadan dostlugumuz ya da bazen icten ice romantiklesebilen paylasimlarimiz devam etsin istiyorum. Eskilerden cok iyi tanidigim bir arkadasim kendi eşinden ilham alarak, Almanya' ya gelisimi bir turlu fiziksel aldatmaya zemin hazirlamak olarak yorumlamisti.
Hedefim onu haksiz cikarmak, uzun vadede iliskiyi ciddilestirmek arzularimin bile olmadigi ama son iki yilimi birlikta gecirdigim B.'yi aldatmayi planlamiyorum, ya da aldatmamayı planlıyorum demeli. Neyse ki beraber vakit gecirmeyi sevdigim burdaki insanlara karsi baska tur arzularim yok. Eski mustakbel kayinvalidelerimden biri (aslinda bu kategoriye girecek tek bir insan var) benden ogluna iyi es olmayacagini dusunuyordu, ve dusuncesini de bazen gozyaslari ile dile getirebiliyordu. Kendisini tekrar gormeyi oturup muhabbet edebilmeyi isterim aslinda, tabi oglunu disarda birakacak sekilde. Ona gore cok hirsliydim ve basari hirslari olan bir kadin esini/ailesini birakip hayallarinin pesinden gidebilirdi. O zamanlar kendisinin soyledigi herseye bozulmak ve alingan gelin adayini oynamak durumunda oldugum icin buna da karsi cikmistim ama kadin bir yerde hakliydi. Kendisi de akilli bir kadindi ve buyuk bir hayranlik ya da askla bagli olmadigi esiyle iki cocugunu yetistirmek kutsal gorevi onun icin herseyin onundeydi. O zamanlar kendi arayislarim uzerinden onun durumunu yorumluyor nerdeyse buhran geciriyordum. Simdi nasil, ne hisseder, dusunur merak ediyorum. Belki bir yolunu bulup kendisiyle gorusurum, yillarca aradigim evlerinin telefon numarasi hala aklimda hatta dun gece ruyamda yanlislikla o numarayi ariyor ve kendimi cok da sicak olmayan bir diyalogun ortasinda buluyordum.

Saturday, October 20, 2012

Zenginlestikce

hayat, daha fazla olumsuz seye tahammul edebiliyorum. Fazlaca risk alirken arada gercekligin planlarla ortusmemesi de olabilir ama yine de buyuk oynamak guzel. Gecen hafta ilk defa poker oynadim ve ondan bu yana hayattaki tutumum da hafif agresiflesmis olabilir. Daha fazla seyi denemek, cekingen olmamak, bolca gulmek, hatta katila katila, sokaklarda bir filmin hisli karakteri gibi yurumek, ne oldugunu oldugu gibi dinleyenin onune sermek, utanmamak, baska birseymis gibi gorunmeye calismamak, etkilemeye hic ihtiyac duymamak, disardayken ruzgari icine cekerek yurumek ve aklina komik seyler geldiginde gulumsemek, mimiklerle yurumek, etrafdaki insanlari bile hic gormemek, hic sıkılmamak, cekinmemek, rahat cok rahat olmak. Isler karisinca cozmek, iyi giderken tadina varmak, kendine yetmek hatta kendine yeterken ve ileriye bakarken eskiyi ancak iyileriyle fakat yine de az hatirlamak, saplanmamak, onune bile bakmamak. Anini hissedebilmek, bazen cok guzel olan ani, bazen puruzlu olani... butun simarma luksunu yasamak, yasamak, yasamak!

Friday, October 19, 2012

Onceki gun

Koln Philharmonic'de Moskava sehir orkestrasinin programinin ikinci kisminda asagidaki eseri (Rimsky- Korsakov'dan Scheherazede )  dinledim ve paylasmadan gecmek istemiyorum.

Asagidaki kayit Viyana'dan cikiyor olmasi itibariyle beklenilecegi gibi gayet guzel, salonda olmanin keyfi daha farkli ancak kayitla idare edecegiz.  9-11 daika arasi'na ozellikle dikkat. 21. dakika'dan sonra baslayan ikinci yari da oldukca romantik 24. dakika'da hareketli nakaratlar yer aliyor ki onlar da cok sevimli, sonra iyice canlaniyor hatta deliriyor muzik ama iyi anlamda.
Videodaki şef de cok iyi, izlerken muzigi daha iyi hissettiriyor.

Ps: Baska bir zamanda da programin ilk yarisindan bahsetmek istiyorum, Rachmaninov Piano Concertosu 2.


http://www.youtube.com/watch?v=SQNymNaTr-Y&feature=related

Friday, October 12, 2012

Unutmam degil mi

Son bes yilda yasadigim tonla guzel anı: gunesli ve sicak bir gunde Thayer'da yurumenin zevkini, kutuphane'de Dim.'e karsi nihilist dert yanislarimi, birbirimizin varligindan guc alisimizi, o masvavi gokyuzunu ve evimmis gibi hissettigim muhtesem kampusu, gec gelen bahar'i ama geldi mi de ortaligi kasip kavuran tropik yesillikleri, cosan koca agaclari, o duvarlara can katan gunesi ve dogayi, Blackstone parkini yuzlerce defa hic usanmadan yuruyusumu, hatta ilk defa C. ile kosmak uzre bir Aralik sonu etraf karlarla kapliyken isiklandirilmis noel agaclari ile suslu evlerinin onunden gecerek yasadigim o muhtesem hissi, sabah gunesinin tadini unutmam degil mi! Unutursam kimse hatirlatamaz bile onlari, cunku az insani ikna edebildim gorduklerimin ve yasadiklarimin gucune. Dunya uzerinde cenneti yasadim, hem de cennet sakinligi ve kasveti ile degil, kalbim deli deli atarak!Yasadigim guzellikler deli etti beni!!!Yasadim diyebiliyorum. Kalbimde ve zihnimde o guzel gunlerin anisi olsun hep istiyorum. Vefasizlik yapmak istemiyorum bu aska, hayatim ne yone giderse gitsin yasanacaklar ve zaman o anilari kucultemesin ya da unutturamasin istiyorum.

Thursday, October 11, 2012

Iki ayri grubun disarda birseyler icme

teklifini reddedip eve geldim, her zamankinden erken bir saatte. Oturmak zorunda oldugum ofis saatlerinde planlamistim bu aksam ilk defa kosuya cikacagimi ve planladigim gibi Ren'in uzerindeki kopruden kosarak bol oksijen ve ruzgarla ustumdeki agirliklari attim. Sokaklar kalabilik ve cok fazla sigara icen insan var. Oyle ki yuruken bile baskalarinin sigara dumani bulutlarini icime cekmek zorunda kalmak hic hosuma gitmiyor, cigerlerimde agirlik hissetmeye basladim.  Buna karsi bir onlem alamam ama Avrupa'nin kalabalikligini ve akli basinda bir yer olmasi gerektigini dusunursek, herkesin ozgurce etrafina dumanlar salmasi garip birsey.
Her neyse: enstitudeki yogun ilgiyi yakin zamanda ziyaretci olarak gelecek ad arkadasim H ile paylasmayi umuyorum. H' yi onceden taniyanlar bu umutlarima hak veriyor. Herkese favori H' lerini secmek icin firsat veriyorum. O kadınsı  olan ben de biraz aykiri olan olarak rol paylasimi yaparsak hic fena olmaz. Tek kadin olacagim ve icinde kadini ancak cinsellik fikri ile algilayan heriflerin oldugunu bildigim grup aktivilerine katilmayacagimi iki hafta onceki hayal kirikligindan sonra acikca dile getirdim ve su anda aktiviteler icin ciddi kadin ihtiyacimiz var enstitude (komik ama dogru).
Erkeklerin cogunlukta oldugu bu ortamlarda ilgi gerekenden fazla oldugu gibi degisik yonlerde de olabiliyor, en sevmedigim ve karsimdakinden sogutan tür, olaya fiziksel yakinlasmak eksenli bakanlar. Arada romantikler cikinca onlari takdir edebiliyorum ama deneyim de gosterdi ki ilginin kaynagi buyuk ve yeterince duygusal bile olsa benim hakkiyla sevmek dedigim seye pek yaklasamiyor, hatta zamanla sapiyor bile ondan. Neyseki o hevesle de ölmüycem, cunku şu hayatta en azindan bir defa tam istedigim gibi sevildim. Tam istedigim gibi sevememis olabilirim, o yuzden borcluyum insanliga ya da sadece tek bir insana, onun da sahibi duysa gozlerimi cikarabilir. Malesef bu isler boyle, kamuya mal olan biri evlenince esinin ozel mali oluyor ve uzerine herhangi bir soyut dusunce bile uretmeniz mumkun olmuyor. Evlilik kurumundan da evlilerden de hazzetmiyorum, en cok da yangindan mal kacirir gibi normalde sevimli ve de sevilesi insanlari evlilestirenlerden.

Friday, October 5, 2012

Bir sallama caydan, ufak bardakta

ikinciyi cikarmis yudumlarken, bu tat hic olmadik cagrisimlar yapti. Hani evi misafirler basmistir; yemek, ardindan bol cay, tatli  ve bilumun cerez/meyve servisi yapilmistir, sonra ilerleyen saatlerde onlar gitmistir ve yerlerinde hos bir sicaklik ve dinginlik kalmistir, hatta anne ile basbasa kalinmistir, o da islerini sabaha ertelemeye televizyonun karsisina gecip senle sohbet ederek kalan caydan icmeyi teklif etmistir, hatta teklifle beraber elinde caydanlik ve iki bardakla kosusturarak odaya dalmistir bile...

Wednesday, October 3, 2012

Uykuya dalmak

uzere oldugumu farkedip, kahve makinasina gidip bir shot expresso'lu bir capucino aldim. Bir iki sip'te bitirdigim icecegin dibinde kalmis ve çat-çut  sesleri cikaran kopukleri yerken, kucukken hasta oldugumda ve atesim tavan yaptiginda gordugum ruyalari hatirladim. Kucuk bir kasikla bulutlari ufak ufak yemeye calisirdim. Ancak tam onlara ulasip yemeye baslamisken bulutlar kisa zamanda karman corman olur, karismis yun yumagina donerdi. Boylece onlari kasikla koparip birbirinden ayristirmam mumkun olmazdi, bir de o karmasa ruhumu iyice daraltirdi. O kucuk kasiklarla yedigim bulutlarin tadi olmasa da pamuksu bir kivami vardi ve bulutlarda dolasip, gonlunce ucmak guzel olsa da her seferinde macera kaos'a donerdi ki bu ruyalari sevmekle sevmemek arasinda gidip gelirdim. Cok uzun zamandir yoklar, bu sure icinde baya buyumus olsam gerek.

Sunday, September 30, 2012

Deliler aleminden

verilecek haberler ust uste yigilmakta ama bu konuya nasil girecegimi bilmiyorum. Belki Cuma aksamindan baslayabilirim, Ren uzerindeki kopruyu yuruyerek gecip N.' nin evine ulastim. N Pazartesi gunu cay saatinde tanistigim, bu sirada beni Japon iki arkadasiyla hazirlayacagi aksam yemegi icin evine cagiran muhtemelen benden daha senior bir post-doc. N ile tanismamiz, onun boslukla konusurcasina yaptigi mimikleri ve fisildamalari farkedip bu konusmayi bolmek icin araya girmemle oldu. N' nin ilk belirledigi gun bir isinin oldugunu farketmesinden dolayi davetin gununun degismesi ile Japonlar aksam yemegine katilamiyordu, bu durumda N'nin onumuze koydugu Almanya'nin bagbozumu ilk sarabi ve onun yaninda yenilen pay(pie) ile geceye baslayip, ufak ekmeklerin arasina koyarak minik Alman sosisleri yiyerek devam ettik. N'nin basta bizi uyardigi gibi, yemek fazla mutevaziydi ve  Bonn'un yerel urunu olan Haribo'lari, Christmas Cake'leri, firinda pismis elmalari yiyip, bolca da tatli saraptan icerek karnimizi doyurduk. Bi sirada kadin matematikci olan N' nin maruz kaldigi ahlaksiz teklifleri de agzimiz acik dinledik. Sonra tekrar nehrin uzerinden yuruyup evime geldim. Isiklari acik goren italyan arkadasim Nic. cam'a tiklamak suretiyle iceri girmek istedigini ima etti. O da yeterince icmisti ve keyfi yerindeydi, ona geceyi anlattim, N. in evine ulasan ilk misafir oldugumu, beni kendi davet etmis olmasina ragmen uzunca bir sessizlik yasadigimizi, ve onun tarafindan sessizligi bozmak adina hicbir tesebbus olmadigini, ancak diger misafirlerin gelmesiyle N. nin sosyal olmak adina caba gostermeye baslayabildigini anlatiim.  Nic. de da kendi gecesini, yalniz basina bara gittigini ama dil bariyeri yuzunden kimse ile konusamadigini anlatti. Sonra enstituden arkadaslarin masum analizlerini yapip, gece uce dogru nihayet Nic'in gidebilmesiyle ben de uyumaya gittim. Ertesi gun ise cok daha karisikti, once Art. ile meydanda garip bir duzenekle havada birinin tepesinde duruyormus gibi oturan sokak gostericilerini  seyrederek neler oldugu uzerine dusunduk. Sonra Turk markete gidip, soz verdigimiz aksam yemegini hazilirlamak icin malzemeleri aldik. Sonra kuzenlerimle  aksam icin gelip gelemeyecekleri uzerine bol bol yazistik, gecenin sonunda gelememislerdi ki boylesi daha iyi oldu. Cunku aksam yemek yapma isi bitip, sofraya oturdugumuzda, inanilmaz depresiflesmistim. Kendimden ziyade, buna sebebp cevredeki yontulmamis heriflerdi ve onlarin acilmasina sebep oldugu ufacik delikten su alarak batmaya baslamistim. Sonra bir ara gucumu toplayip, malzemelerimi de  posetlere koyup cok samimi olmayan bir "iyi geceler!" dileyip evime geldim. Ustumdeki aksamin kokusunu atmak icin banyoya girdim ve sogan-domates-et  kokulari sinmis, kiyafetlerimi ozenle ortadan kaldirdim. Ancak ilk defa tanistigim ve ergenlikten cikamamis tiplerin o halleriyle muatap olmak durumunda kaldim diye kendimi sansli hissetmiyordum.
Doner donmez G.ye bir gundur yazmayi dusundugum mesaji olanlarin etkisiyle yeni bir icerikle yazim. Sabah kalktigimda G. karsi cevep yazmisti, ustelik gecenin bir yarisinda yapmisti bunu.  G.' nin bu bir ay icinde tanidigim onca insandan acik ara en degerlisi oldugu muhakkak ve belki onu bulabilmek icin bile olsa bu kadar cok insani tanimak uzre kulaklarimi ve gozlerimi acmis olmam iyi bir seydi.
Bugun Pazar, enstitudeyim, nefret ettigim ev sonunda degisti ancak sabah kosa kosa işe gelme adetim bir sure daha degismeyecek gibi.

Wednesday, September 26, 2012

Evde vakit gecirmek yerine

buyuk lokmalar halinde yuttugum yemegin ardindan hemem enstitunun yolunu tutuyorum. Eve dair hicbirseyi sevmiyorum o yuzden iki vardiya ise geliyorum. Gerci iki vardiyanin birinde bile dogru duzgun verimli calisilmiyor. Birincisinde sagin solu gurultusu, konusmalar, mailler derken cay saati oluyor, ikincisinde ise fazlaca yorulmus oluyorum. Bugun son iki yilda oldugu gibi benzer garip dusunceler icindeyim, dusuncelerimdeki inisler ve cikislar cok yorucu oluyor ama his spektrumunu da genisletiyor diye vazgecemiyorum kendilerinden. "Yasamak, daha cok yasamak!" derken dengesizlesme egilimim artiyor, hatta icinde bulundugum ozgur cevreye bile fazla geliyor.  Odam mandalina kiliginda portakal kabugu kokuyor. Bu koku kis mevsiminde ofis kokusu, etrafimi saran sari kitaplar, masamin bir kosesinde elimi attigimda ulasabilecegim mesafede goreni gulduren bir kiloya yakin agirlikta nutella, milletin onunde ic cekerek kendisini koklamam, gokyuzunu onume seren Brown'dakinin benzeri pencereler, sari bir gun batimi, ya da gozumun  onumde uzun uzun durup da batamayan gunler.
G.' nin giderken biraktigi cikolatanin sonuncusunu yiyorum, hesapladigimdan bir gun erken bitiyor cunku Pazar gunu iki tane birden yemistim. Bir tanesini de G' ye vermistim giderken. Kutu sekizlik olduguna gore G gideli 6 gun olmus, hayir G gideli sadece 5 gun oldu, acaba birileri de kendine bu kiymetli cikolatalarimdan mi ikram etti... Yesil cayi severim ama meyvelisini pek sevecegimi sanmiyordum, meyveli cay seven G, yesil cay sevdigimi bildigi icin meyveli yesil cay almis bana. Cay, yoklugunuzda eksikliginizi hissedecek bir insana verilebilecek guzel bir hediye, insanin icini isitiyor, ha muhabbetle ha cayla... ogrenmedik mi yuz defa: kosup nefes nefese kaldiginizda cekici bir kiz/erkek gorurseniz, ona asik oldugunuz sanip oyle devam edebilirsiniz diye....cayin insan sicakligi meselesi de o iste.

Tuesday, September 25, 2012

Olaylara bir de tersinden bakacak olursak

 Salak oldugum icin mi kendimi bilime verdim, sinifimdaki butun akillilar hayatini kazanmanin kisa yollarini buldular, ben ise yillardir soyut bir evrende yolumu bulmaya calisiyorum, dunyanin en basarili bilim adamlarini gorup, "boyle olamiycam, nasil olayim ki, benden bu olmaz ki" diyerek omrumun son birkac yilini rezil ederken, motivasyonumu kaybetmis olmama ragmen alanin icinde kalmaya soylene soylene devam ediyorum.
Bir de soyle baksak:
Baskalarinin yaptigi secimi yapmadim ve bilime gittim, ustelik de ustune fazla dusunmeden cunku benim tabiatim ve deger yargilarim bu yondeydi. En iyileri gorup kendini kucuk hissetmek normal ama kendine firsat verirsen sen de buyuyeceksin, en iyi olamazsan bile en iyiler baska islerler mesgulken onlarin bile dikkatini cekecek baska ilginc sorulari cozeceksin. Bir gun "galiba oldum" diyebileceksin. Bilim ve matematik yolunu ve zihnini aydinlik tutacak, yasamini kazanmanin derdine dusmeyeceksin cunku artik isinde yeterince iyi olmus olacaksin. Ve sonrasi ise zevkle, kendi hizinda evereni anlamaya koyulmak olucak.
Bu tablo da cok mu iyi oldu. Iste sorun bu, bizde bunun ortasi yok, hic olmadi.

Monday, September 24, 2012

Aslinda yazmiyor degilim,

ama yazdiklarimin basi ve sonu ayri yerlere gittigi icin paylasma istegim ortadan kalkiyor. Bugun yogun bir gun gecirdim, oncelikle Amerika' ya gitmek istersem gitmem icin bir sebep cikti: kadin matematikcilerin yillik bulusmasinda arastirmamla ilgili konusma vermek icin. Hatta gitmek icin olmasa bile konusmami vermek icin orda olmak istiyorum. Kendimi ovmeyi sevmesem ve cogu zaman yaptiklarimda ovulecek bir nokta goremesem de birileri calismami baskalarininkine tercih etmis, ve is basvurularinda beni tercih etmemis bu  ulkeye Avrupali havamla gidip kendimi ve yaptigim isi gostermek isterim.
Bazen daga kusen tavsan oluyorum ve bunun kariyerim icin ne kadar kotu oldugunu bilsem de kuslugume devam edebiliyorum ama bu kez tavsan dagla barismaya mi niyetli acaba....

Friday, September 21, 2012

Burda delilige duzulen

ovgulerden olsa gerek, kendim de ipin ucunu biraktim. Saglikli beslenen, yemek yapan, belli bir saatten sonra evin yolunu tutan eski ben yok oldu. Yerine inisleri cikislari, isyan edisleri ve bazen toptan bosvermisligiyle kendini belli eden sey geldi. Kesin donmeliyim diyerek ayrildigim ulke'ye gitmesem de olur diye dusunuyorum. Arkamda biraktiklarimi yuceltmiyorum, cunku ozleyerek yasamak istemiyorum. Dogrusu neyi neden ozlemeliyim, buna verilecek dogru duzgun bir cevap bile yok. Teoride geri donup devam etmem beklenen (?) bir iliski var, ama o iliskinin de seni beni birak insanliga ne faydasi var.
Basi bos halimden en cok nasiplenen ise sivilcelerle kaplanmis sirtim, spor'u da birakip toptam pejmurde bir yil gecirebilirim. "Koyunun olmadigi yerde keciye Abdurrahman celebi derlermis" derler ya, iste benim sahip oldugum seylere sahip olmamin sebebi de bu sanki, abimlerin tek kiz kardesi, enstitudeki tek yuzu gulen kadin derken, ilgi ve sevgi rezervlerimi bir guzel dolduruyorum. Bu insanlar olmasa ve hayatimin geri kalanini haremde gecirsem, ascinin yamagi bile olamayabilirdim.

Gunluk'e donusucek

bu blog bu gidisle, halbuki her otu yazmak istemiyordum. Ama yazmaliyim ki ilerde gecmis bir bosluk gibi gelmesin. Hem hakkinda yazdigim insanlarin gecmisi de onemli olabilir gelecek yillarda.
Bugun G. Geneva'nin yollarini tuttu. Son bir haftadir, her aksam biraraya geldik, gunduzleri ise ogle aralarinda etrafi kesfetmek bahanesiyle bolca zaman gecirdik ama yine de o kadar bol olmadi, cunku onun cok normal olmayan halleri benim de fazla normal olmayan hallerimi ortaya cikardi ve bu kombinasyon bize cok da delirme imkani vermedi, tersine iki kucuk cocuk gibiydik. Birbirimizi sevdigimize suphe yok, yazismaya da devam edecegiz. Onu taniyabilmeyi cok isterim. Ilk goruste ruh esimi bulmus gibi olmustum, muhakkak ki o kadar benzememiz mumkun degildi. Birbirimize benzeyen tek bir tarafimiz var, fakat o tek sey ikimizin de hayatini fazlaca sarmis ve kimligini belirlemis. Onun benden daha caliskan ve kendisini disiplin altina almis oldugunu gorsem de o olmaya ozenmiyorum, cunku onun kendini iyice sokmaya calistidi yoldan az cok kendi istegimle ciktim. Ya da hic orda degildim. Oyle ya da boyle kendi secimlerimi takip etmeye kararliyim. Bir gozum ise G.'de olucak.

Thursday, September 20, 2012

Gunler

garip geciyor, son bes yildir matematigin kalbinde yasiyorum. Once Amerika'da simdi Avrupa'da. Wikipedia'da hayatini okudugum insanlarla ogle yemeginde karsi karsiya oturuyoruz ya da cay saatinde bakislarimiz kesisiyor. Bu kadar kendini matematigin icinde kaybetmis insanin icinde ne isim var diyorum, cunku adanmis degilim ve arada kazara yaptigim ise kendini kaptirmamissam ortalikta "Yasamak, yasamak..!!!" diyen bir romantik olarak takiliyorum. En buyuk korkum bu girdabin icinde hicbirsey olamamak ve sistemin beni bir yerden sonra kusarak disina atmasi. Akilli arkadaslarim var, onlarla matematik degil baska seyler konusmayi seviyorum, onlarin hayata bakarken ya da matematikle ugrasirken neler hissettiklerini merak ediyorum, gozumde farkindaliklar islerin onune geciyor. Bazen hayattan zevk alamamalari, ya da asiri dinginlikleri hosuma gitmiyor, daha fazlasini hakediyorlar ama fazlasi yaptiklari isin dogasina ters. Ben ise cok is yapmiyorum, o yuzden herkesten daha mutluyum, yani mutlu oldugum zamanlarda. Keske adanacagim kadar ciddiye aldigim ve yaparken(daha cok yapamazken) bunca acilari cekmiyor oldugum bir alan bulsam. Belki de bulurum bir gun, mesela bir kac yil icinde...

Wednesday, September 19, 2012

Saat 4:16

cay saati icin yukari cikma vaktim, herkes cayini alip, konusma ihtiyacinin kabasini ustunden atip ortalik biraz dinginlestikten sonra, yerimden kalkip yumusak ve seri adimlarla - fazla dikkat cekmeden- gitme zamani.
Biraz daga kustum ama dagin haberi yok; aslinda dag ayni dag, sadece bazen guzel bazen de degil, o da benim gozlerimden sebeple... Buranin meshur bozuk havalari hosuma mi gidiyor yoksa, fazla cikamiyorum gereksiz sevinc piklerine, o da iyi mi geliyor acaba?  Ayaklarim sanki yere daha fazla basiyor, ama bu muydu istedigim...

Monday, September 17, 2012

beyaz yuzunde,

belki kotu beslenmekten belki kendine cok ozen gostermiyor olmaktan, sivilceden daha derince, gozun hemen altindaki hassas yere yerlesmis yara goruntusu ve ona eslik eden bir iki sivilce, kikirdagi hafif yamuk biraz da kalkikca burnu, kucuk fakat olanca cekik gozleri, fazla zayif bedeni ve hafif kambur durusu , alninin ust kisminda her yone sacilmis, daginik ve zayif acik  kahverengi saclarini farketmezdim eger ona bu kadar dikkatli bakmasaydim. Hatta odasina E.'yi sormaya gidip de bulamadigimda, onun dedigine gore, "tanistigimizi hatirlamiyorum, ben..." demesem onunla tanismazdik ve ben sadece kendi dunyasinda bir matematikciyi tanimadim diye dusunerek hic uzulmezdim, ta ki aksam yemegi icin disari cikmayi dusunup dusunmedigimi sorup benim ise kibarliktan, "evet neden olmasin" dememe kalmasaydi isler. Sokakta gezisimiz, Ren kenarinda Turk restoraninda aldigimiz durumlerimizi yememiz, donuste tiyatro salonunda oyunlara ve dans gosterilerininin tarihlerine bakmamiz, karnimizi doyurmus olmamiza ragmen meraktan ve kesfetme arzusuyla "delicatessen" diye duydugum ancak yerinden emin olmadigim dukkani aramamiz, o sirada ayni isme sahip filmeden baslayarak Fransiz sinemasindan konusmamiz, onun bana en son okudugu kitabi hararetle anlatisi, benim bir suredir kitap okumadigimi soylemem, evrenden, uzaydan, karadeliklerden bilimsel ve bilim kurgu boyutunda konusmalarimiz, bir sise sarap alip enstitudeki sehrin merkezini seyreden balkonun yolunu tutusunuz, aksam ruzgarinda yururken onun bana dogru hafifcee egilerek, ince ince, dogru telafuz ettirmek icin tekrar ettigi Almanca ya da Fransizca sozcukler ve o sirada yuzundeki titiz ve kararli ifade geceye dair aklimda kalanlar...

Sunday, September 16, 2012

Şam/Antep Fistigi, Pistachio, Pistazien

tadına bakılacak tonlarca sey, birbiriyle karsilastirilmayi bekleyen cok daha fazla sey ve yarim saat mesafede genetik koklerim. Halalarim, kuzenlerim, ve diger akrabalarim...
Köln Kathedrali, Ren nehri, kilise çanları, ilk teorik fizikçi Fransız dostum ve sanki ruh eşim...

Galiba zıvanadan çıktım,

yok yok kesin çıktım... Dilim varmıyor anlatmaya, çünkü yaşadığım kalp çarpintilarinin anlasilacak bir sebebi yok, o yuzden ancak sessizce tadına varıyorum tanıdıklarımın, anladıklarımın, soruların,  insanlarda gördüklerimin ve onlarla paylaştıklarımın... Kalbime bazı günler birden fazla sevgi sığıyor ve büyüsü bozulmasın diye gizli tutuyorum herbirini.

Thursday, September 13, 2012

Sokaga cıktıgım zaman

Avrupa nefes oluyor, can oluyor. Yalnizligim anlamsizlik gibi gelmiyor, bir basinaligim vucut kazaniyor ufacik dukkanlarin, tanidik tatlarin, renklerin arasindan aksamin iyice sogumus ince ruzgarini yuzumde ve saclarimda hissederek yururken.
Burayi sevdim demek icin erken, ama sevdim. Burda yasam ve yasanmislik bir arada var. Her bir sokak tasi gordukleriyle karakter kazanmis. Insanlar cesit cesit, kulagimda hep tanidik melodiler, bolca Turkce, Arapca bazen kurtce...
Ben de hazirim yasamaya ve anlamaya. Amerika hic bilmedigim taraflarini kesfettirmisti, Avrupa ise ozlerime yaklastiriyor. Hic olmadigi kadar dolu hissediyorum, bir basinaligim hosuma gidiyor, yeni insanlarla tanisiyor ve herbiri ile unyanin kucuklugune ikna oluyoruz. Bazen dunya etrafimda donuyor gibi hissediyorum, olmazsa da kabul edilecekken doga bana cok seyler vermis, onlar sayesinde sansliyim diyebiliyorum ki en guzeli bazen kendini sansli hissedebilmek. Her sahip oldugu sey icin cok calismis oldugunu bilse bile, bir sekilde olageldigi seyin meyvelerini toplayabilmektir, sansli hissettiren sey.

Wednesday, September 12, 2012

Insanoglu

evriminde ulasmasi gereken yere varamamis daha, mesela gerekli gereksiz tonla tepki veriyoruz ufacik degisikliklere, ustelik bu kimsenin bize dayattigi bir hayat degilken. Kendi kurdugumuz sistemin icinde kendimizi kole gibi hissediyoruz. Bu dunyaya kendimizi gucsuz, aptal ve asagilik hissetmeye gonderildigimiz ihtimalini elersek, terslik bizde olmus oluyor. Bazi seyleri gerekenden fazla abartiyoruz, elimizde olan ve belki de olmayan sebeplerden ??

Marzipan(badem ezmesi)' li cikolata

, füme somon baligi ve çan sesleri ile hatirliycam Bonn'u, tabi disina cikmak kismet olursa. Boyle nefret eder gibi konustuguma bakmayin, sadece isyan ediyorum secimlerimi kontrol eden mecburiyet hissine. Biliyorum bu halim simariklik gibi gelebilir disardan, ama ben butun hayatimi ozgur olmak uzre planladim. Kisa donemli ozgurlukten feragat ettim, uzun vadeliler icin ama sanki ilk defa hakkini vererek mutlu oldugumda ve mucadeleyi biraktigimda cezalandirildim, simdi ozgurlugumu kazanmak icin cok ama cok calismam lazim ve tabi inanc da lazim ki arada basimi kaldirip: "ya olmazsa" ' larla kendimi durdurmayayim.
Kim daha ozgur: universitede tıp ve muhendislik okuyup, simdilerde yerlesik hayata gecmis arkadaslarim mi yoksa ben mi, yoksa tıpı mühendisliği bırak okuma sansi olmamış ve imkansizliklar serisine donusmus hayatlara mecbur insanlar mi?
Günün özlü sözü: herkesin her zaman bir derdi olabilir, olmasa bile, dert anı yakındır, cunku insanevladi altindan kalkmayacagi durumlara kendini sokmaktan cekinmez.

Tuesday, September 11, 2012

Okyanus aşırı taşınmak üzerine

halen düşünüyorum... okyanusun ehemmiyeti asilamaz mesafeyi sembolize etmesinden. Mesela demiyorum Asya'dan Avrupa'ya tasinmak diye. Buz gibi dalgali yuzlerce kilometre azgin suyu gece gunduz yuzerek aşmaktan bahsediyorum, hele bir de havuz suyunda 25 metre mesafeyi dinlenmeden tamamlayamiyorsaniz. Bu komik gozlem espiri gibi algilanmasin, bilakis konunun ehemmiyetine dikkat cekmek istiyorum.
Bir de mezun olmak diye birsey var, ait oldugu, canim-cigerim dedigi, icinde soluk alip verdigi yerden bir nevi kapi disari edilmek var.
Bunlari yazmamin sebebi, bir saat kadar once Brown'dan sekreterimiz Audrey ile adres degisikligi uzerine yazismamizdi. Teknik konulari konustuktan sonra post script olarak ofiste olmadigi icin elveda deme firsatimiz  olmadıgını belirttim ve şunu ekledim: "elveda'yi kacirmis olmak aslinda hic de kotu birsey degil, hatta farzedelim ki herhes heryerde!" yazmistim. O da benim duygusalligimi karsiliksiz birakmayip: "sana elveda diyor olma anini gozumde canlandirdigimda gozlerim bugulaniyor, iyi ki denk gelmemisiz" demis.
Evet iste ondan bahsediyorum, ait oldugu biryere artik ait olmamaktan, yurumeyle ulasamayacagim, yuzmeye kalksam bogulacagim, ucayim derken donacagim, ucaga binsem havaalinda vizesizligimden kabul edilemeyicegim ulkeden bahsediyorum.

Monday, September 10, 2012

insanlarin sirlari vadir,

benim de varlar, seffaf gorunmeye calisiyor olmamin en buyuk sebebi o sirlari saklayabilmek mi, yoksa birileri anlatmadigim seyler oldugunu anlayip onlarin pesine dusebilir. Bazilari konusamayacagim kadar aci verici, bazilari unutamadigim insanlar, bazilari ise dunyayi nasil gordugum ile ilgili seyler. Biliyorum sizin de acilariniz var, sirlariniz, herseyden konusabilirmis gibi gorunup hic konusmadiklariniz... Ve sirlari olmanin bir hazzi var. Onceden canimi acitirdi, en degerlim tarafindan anlasilmamak, ya da bazen cok karsiliksiz kalmak; simdi oyle degil. Hayat beni egitti, yonttu, bicti. Beklentilerim azaldi, hayal kirikliklarim bana kaldi. Simdi icimde tasiyorum anlamasini istedigim insanlarin anlamadiklarini, ve o icimdekiler sicak tutuyorlar beni, etrafimda kimse olmadiginda. Eskiden oldugu gibi bos bir teneke gibi hissetmiyorum kendimi, teneke de degilim, bos da degilim artik.

Sunday, September 9, 2012

Hayat guzel,

dunku KonigsWinter ve Rhein gezisi birseylerin tekrardan yerine oturmasina yardimci oldu. Birinci olarak arkadas edinmeye basladim, ama dunya oyle kucuk ki tanistigim insanlarin varligindan bile haberder olmamama ragmen bir suru ortak tanidiklarimiz oldugunu kesfettik. Hatta No. zamaninda benim ortadogulu olmama ve kultur farkindan kaynakli aramizdaki sogukluk icin gidip Ar. 'dan rehberlik almaya calismis ve biz dun Ar. ile ilk defa tanistik ve boylece hikayedeki bosluklarin bir kismini doldurduk. Dunya kucuk bir yer, ya da biz ,matematik takimi, cok aziz ve sadece belirli uydularda dolaniyoruz.
Her neyse, Ar ve Nico. ile alti saatlik bir yuruyus boyunca, Ren irmagi kiyisinda yuruyup, Konigswinter'e ulasip ordan da daga tirmanarak Drachenfels'e ulastik. Yolda, muzik yazdigi Nibelungenlied efsanesi serefine Wagner' in 100. dogum yilinda insa edilmis Nibelungenhalle' i gorduk, Yemyesil ormanlarla kapli Bonn' un tepelerini , Ren'in etrafina kurulmus kasabalari seyrederek tepeye tirmandik. Yolda nezih dag yamaclarinda otlayan koyunlar bile vardi. Iste o guzellikler, ustumuzdeki fazla elektirigi aldi.

Thursday, September 6, 2012

Fallar demisken:

New York'ta Cin mahallesinde annemin israrlari ile baktirdigimiz elimin falina gore şoyle boyle bir yil gecirmisim ama Eylul'den sonrasi iyi olacakmis. Eylul oldu, birseyler iyi olsun diye mekan degistirdim. Yeni bir baslangic, idealler, hedefler derken elimde olmayan dis faktorler hevesimi kursagimda koymak icin  baya caba gosterdi, ama bu dis faktorler neyseki parayla satin alinabilecek seyler ve su anda post-doc maasimi huzur, rahatlik ve zevk satin almaya adamis bulunuyorum. Eger konforumu satin almayi basarirsam bu buyuk bir basari olacak. "Avrupa'dasin gez gor!" demekle de olmuyor, onumde iş ve sponsor basvurulari var, tonla portfolio hazirlamam lazim, onlarin bazisinin icine yeni yapilmis matematik makaleleri koymam lazim, bazisi icin dusunup tasinip proje uretmem lazim. Bunlarin belirsizlikleri disinda ne yone gitmek istemeliyim ona karar vermeliyim. Avrupa bir kaynar kazan, Amerika sakin ve sessiz. Avrupa' nin insani gozumu korkuttu, Amerika' nin insani ile buraninki hic ama hic birbirine benzemiyor, Amerika'ninki sadece kendi dunyasinda. Enstitunun disina ciktigimda dil bariyerine ragmen Turkiye'deymis gibi hissediyorum. Surekli Turkce konusan insanlar var etrafta, yolumun uzerinde on metre mesafe icinde Turk, Arap tonla donerci var mesela. Divan diye bir Turk restorani var, guzel. Oyle ki bir haftadir ilk defa istahla onlarin yemegini yedim, dogrusu midem bitirmeme izin vermedi. Masamin ustu envayi cesit yiyecek dolu cunku kendimi iyi hissetmedigim zaman ilk kaybettigim sey yeme istedigim oluyor ki onunla birlikte lanetli bir yememe ve kendini iyice kotu hissetme dongusune girmeyeyim diye ugrasiyorum. "Herseyim var ama mutsuzum" 'a geliyor olay ama oyle degil, eksik olan seyi biliyorum: Yalnizlik, daha fazla arkadas yapmam lazim, ama nerde!
Bugunki hedeflerim 1) yemegimin geri kalanini bitirmek, 2) Biraz daha is yapmak 3) Kendimi neselendirmek 4) Eve giderken soyulmamak.

Wednesday, September 5, 2012

Dun sabah evden cikarken

enstituden bir arkadasla  rastlastik ve işe onun yolundan geldik, gelirken bir binanin onunde birinin takim elbiseleri icinde fotograf cektırdigini farkttim, ilk dusuncem binanin degil belki kisinin onemli olduguydu, sonra amotor makineler kullanildigini anlayinca bir de donup binaya bakayim dedim, megerse onunden gectigimiz Bethoveen'in dogdugu evmis. Klasik muzik asigi B. oraya gitmek icin kendisini beklemem konusunda israr etmisi, ben de henuz binanin icine girmeyi planlamiyorum ama oyle gorunuyor ki evden enstituye 5 dakikalik yuruyus rotamda bu binanin onunden geciyor olucam. Bu sabah da oyle yaptim, evin onunden gecip sehrin merkezi dedigimiz yuvarlaklardan bir tanesine ulastim. O yuvarlakta farmers' market kurulmustu ve hemen gidip 1 Euro'ya bir kutu taze cilek aldim. Pazartesi gunu yeni tasinacagim evin adresini ararken ayni pazari gormustum ve hergun aciliyor olmasini dilemistim, oyle gorunuyor ki her sabah orda olacak. Insanlarin,sehrin ve tarihi evlerin, sokaklarin icinden yurumek cok iyi geliyor; bunu buraya gelmis olmamin manasi diye dusunuyorum.

Tuesday, September 4, 2012

Bu kadar

kotu olabilirdi bir baslangic ve oldu da. Neyse olmediysek ve sakat da kalmadiysak guclenmis olma olasiligimiz yuksek. Bes yilda ABD 'de benzerini bile gormedigim rezaletle Almanya gunlerim basladi, simdi toparlanmak vakti cunku vakit az. Eski hayatimi halen ozlemiyorum, son ay ozellikle ihtiyac duyuyordum yeni bir baslangica. Tabi burda hayatimin toplaminda gormedigim bir rezaletle karsilasacagimi nerden bilebilirdim. Neyse umarim hersey gecti, gerci gectigine bile inanamiyorum o sumuksu canlinin yapiskanligini hatirladikca. Ama insan boyle kotu ornekler gordukce neye hic benzememesi gerektigini daha iyi anliyor.
Bu dunyayi ben yonetsem, bazilarini oyle pis dovdurturdum ki sormayin!

Sunday, September 2, 2012

Kendini iyi hissederken

annemin kahve falından cikanlari duymam, moralimi bozmadiysa da biraz sarsti beni. Ev sahibimle iki cocuk gibi kavga etmedigimiz zamanlar, bakilmis kahve fallarinin raporlarini topluyorum dunyanin bir kosesinden ve oteki kosesine uygulamasini yapiyorum. Fala gore benim "konusmakta oldugum cocuk" isini bana tercih ediyormus. Bu bilgi yeni mi, degil ama kahve tarafindan onaylanmasini duymak hic guzel degil ! Aslinda kiskancliklarim yoktur cunku erkek arkadasimin hayatinda ne olup bittigini cok bilmem ancak ki ayni ismi defalarca duyup, bir anda kadin oldugunu ogrenirsem ve o aralar bizimki benle minimum zaman geciriyor, gozlerimin icine duz duz bakiyorsa ve gulumsemeyi toptan unuttuysa, vucudumda orta siddette bir ates basmasi olabiliyor.  Tabi belki benim mantigim yanlis: Benimle bu kadar az vakit geciren birinin baska bir kadinla daha ne isi olur diye dusunuyorum genelde. B. yaptigi alanin populerligi, disiplini ve guven veren durusuyla guzel bir sehirde ve iyi bir okulda asistan profosor oldu, ben ise asistan profosor olmadan once post-doc çilemi doldurmaya Avrupa' nin yolunu tuttum. Tabi ben hassasim, hersey duygusal geliyor, skypte kolu kucaklama isareti yapan ayinin hareketini iki defa takip ettigimde gozumden yaslar bosaniyor, bizimkine "kuzum" diye sesleniyorum o bana "balinam" degil "baluna" diyor. Insanin kalbi kirilmaz mi, kirilir tabi. Ustelik hic spor sevmeyen adam kendisini resmen takibe almis fakulteden bir kadin profosor'le 6 saat beyzbol maci seyretmeye gitmisse ve kadincagiz bizimkine butun aksam kurallari anlatmissa. Aslinda bunu duydugumda bozulmamistim, simdi falın soylediklerini dusundukce bunlar su ustune cikiyor. Elbette unutulmak hosuma gitmez ama B. kadinda akademik gucu ve parayi secerse cok da uzulmeyebilirim. Hem soylemeyi unuttum, Avrupa guzel insan kayniyor, al bunun yuzde ellisini; Avrupa'nin gobeginde bir Matematik enstitusunde bir kizin basina kac tane guzel erkek duser hesabini yarin ilk firsatta enstituye ugradigimda yapicam. 
Kendimi teselli ediyorum iste boyle, bugun disarida yemek yemeyi sevmeyen biri olarak biraz kaybolmuslugun etkisiyle elime bir yiyecek alip yurumek istedim eve dogru. Zamaninda (1000 yil once) sehrin kapisi olan kapinin tam ardindaki dönerciye gittim, once Almanca olarak Turkce bilip bilmedigini sordum, adam "hayir" dedi, sonra Ingilizce bilip bilmedigini sordum, ona "evet" dedi (tabi bunlari Turkce soylemedi) ve boylece siparisimi verebildim. Dürüm ekmegini isitip icine tiras bicagi gibi birseyle donen etten kestigi ince parcalari doldurdu, adama cok fazla et koydugunu soyledigimde cok yemem gerektigini soyledi, ben de ona annem gibi davrandigini soyledim, sonra sevmezsen parani almaya gel gibi laflar etti, beni musterisi yapmaya niyetliydi ben de sevdim kendilerini ama doneri bir iki isirdiktan sonra daha fazla yiyemedim, alisik olmadigim bir tadi vardi. Garip bir sekilde burda eli yuzu duzgun, evsiz gibi gorunmemesine ragmen dilenen insanlar var sokakta, once elimdeki yiyecegi boyle birine vermek istedim ama rencide de olabilirler diye yanasamadim teklif etmeye. Sonra eve gotureyim, zehirlenirsem doktora "bunu yedim" diye gosteririm diye dusunmeye basladim. Zehirlenme dusuncesi kafamda gezinirken vucudumda da bir sicak dalgasi gerceklesti, ama baska dusuncelere atlayinca o da gecti. Yenmemiş döner şimdi dolapta.
Almaya' da tonla Turk var, bazilarinin konustugu Turkce'yi anlamak icin gozlerinizi kisarak dinlemeniz lazim ve Almanya' da yasayip da gurbetciyim diyenleri kinamak lazim, burasi mi gurbet, burada resmen bir kucuk Turkiye var. Turk marketinde gorduklerimi anlatirsam kucuk dilinizi yutarsiniz. Bir de Avrupa oldukca flortoz insanlarla dolu. Amerika'dayken Almanlara surekli iki ulke arasindaki farklari soruyordum, dogru duzgun bir fark soyleyen olmadi.  Ne buyuk korluktur ABD ile Almanya' yi birbirinden cok da farkli gormemek. Simdiden bazi Alman' lari sevmemeye basladim. Mesela ortalikta bos bos gezip dukkanlarin icine kapidan bakip sevdiklerime girip, gereksizlere girmezken bir eczaneye denk geldim, iceri baktim: hemem giriste upuzun, sari sacli, saclari kisa ama sanki sadece tepeden   permali gibi gorunen Alman eczasi kadin bana oyle pis bir bakis atti ki tarifi yok, yuzundeki saskinligin ve burun kıvırmanin derecesi sasilir bir goruntu olusturuyordu. Bugun vatan arayisi icinde gittigim starbucks'da labtop  fisini prize takmak nuhabbetiyle edindigim arkadaslari bu kategoriye koymuyorum. Saat oldu 11, ama cimri ve yasli ev sahibimin bu cati katina wireless sinyalleri ulasmadigi icin bu yaziyi kaydetmek icin beklemem lazim.
Yaslilik ve cimrilik arasindaki korelasyonu olcmek istiyorum bir ara: cunku ev sahibim (sadece simdilik boyle) elektrik kullanmama karisiyor ve diyor ki Almanya olarak enerji tasarrufu yapiyorlarmis. Yalniz tasarrufunu yaptiklari enerjinin faturasini ben zaten kiramin icinde fazlasiyla oduyorum. Bir de yaslilara gore hersey temiz ve cok yeni, yiyecekler de bayat degil. Cunku onlar icin bir yillik sure yaşadiklari toplam zamanin icinde kucuk bir zaman dilimine donusmus ve ciddiyetini kaybetmis. Yani bir yil once yikanmis havlular halen temiz, 15 yillik bir yatak cok yeni, yiyeceklerin son kullanma tarihi anlamsiz. O yuzden ev sahibemin teklif ettigi sac kremllerini ve baharatlari tesekkur ederek geri ceviriyorum. Yarin ilk is enstituyee ugruycam, sonra da ev bakicam, bir de parkta oturup guzel erkekleri seyredicem.

I have a sick

mind, which does not learn, rien (nothing)!! Life has always been hard for me, unless it's a really easy life with a lot of quality entertainment, no worries, and enough bit of love. I have to be smiled at, behaved nicely with a lot of mental and physical space! I have usually been with people who understood me well, those who insisted on not listening were left out sometimes smoothly sometimes with some friction, those who were ready to understand have been always welcome! Sometimes, accidentally, we meet people who insist to be themselves, but who needs them, why do they insert themselves in my life or why do I come across these people. I want to be very very lucky so that I avoid a good portion people/things without learning all the sorts  that people have sculptured themselves into.

Saturday, September 1, 2012

Whn

a day which has not started too pleasingly becomes better due to the effort of parties, and all this good taste is erased with a single thing then what's left is something too difficult to describe.

Sunday, August 26, 2012

Freelance Mathematician

gibi hissettigim şu günlerde, ozgurlugun ve bagimsizlik hissinin yaninda ciddi bir iş-gorememezlik halim var. Saatler hicbirsey yapmadan gecerken, ya da gereksiz seylerle kendimi neselendirirken, karsima cikan sey ne olursa olsun iyi bir algilama suzgecinden geciyor. Bunca matematik egitiminin alirken olmaya calistigim sey sadece bu muydu? cunku matematik'le ilgili  yazilarini buyuk bir iştahla okurken matematigin dolanbacli kohomolojileri ise icimde ciglik atma hizleri uyandiriyor.
DC' ye gelmemle birlikte ilk tik' ime de sahip oldum galiba, goz kapagimda kucuk bir titreme oluyor ne zaman hava sicak olsa, ya da bir gurultu ortaya ciksa, ya da disarda hersey normalken ben icten ice derin ve stresli dusuncelere dalmissam. Bazen süze süze ortaya cikardigim heyecanli cumleleri birine soylerken goz kapagim duruma mudahil olmaya kalkinca hislenme durumumun farkina variyorum. Su aralar disardan sakin gorunen bir halim olsa da zihnimde kararlar, dusunceler ve planlar ucusuyor. Hayatima yeni bir yön vermek arayisindayim ve cogu zaman o yonun ne olmasi gerektigi uzerine buyuk gitgeller yasiyorum. Bazen oyle yorgun hissediyorum ki yeni bir işin altindan kalkamayacak gibi hissediyorum, bazen heyecanlaniyorum, bazen alan degistirmeme yardımcı olacak yeni şeyler ogrenmeye karar veriyorum, surekli degisen planlara gore elime aldigim kitap da degisiyor. Hayatin ve secimlerimin muhasebesini yapiyorum bol bol, sonra sikayet ediyorum. Bazen kolumu kaldirmaya enerjim yok, fotograflarima bakinca gidasiz kalmis gibi duruyorum, daha fazla yemek yiyicem diye soz veriyorum, halbuki cogu bazen yediklerimi bile sindiremiyorum, sonra yedikce sanki yusyuvarlak oluyorum gibi hissedip durmak istiyorum. Kisacasi gidiyorum geliyorum...
Uc gun sonra bes yillik memleketimden ayriliyorum, geride biraktigim biri var, bagli oldugum seylerleki hassas baglarim arada canimi acitiyor ama biliyoruz ki bu hayat boyle birsey, acimak da var olduk omadik havalara ucmak da. Iste oyle, hem sevinclerime hem uzuntulerime sahip cikiyorum, kisacasi su aralar biraz dalgalıyım.

Thursday, August 16, 2012

İşin öteki yüzü





yani idealler değil gerçekler kısmı daha ilginç bile olabilir.
Gün başına düşen çılgınlık sayısı fazla olmazsa bile boş günlerimın fazlalığından dolayı son on gün içinde birkaç ilki gerçekleştirdim.
Bunlardan bir tanesi uzamış saçlarımın incecik kalmış uçlarından kuafor ziyaretlerinden edindiğim teknik tecrübeleri kullanarak makası elime alıp kendimi azad etmekti. Aslında saçlarımı kestirmem için annem sponsor olmuştu ama benim bu zevkli işi yapmak için 50-60 dolar karşılığında ne tür bir maharet sergileyeceğini bilmediqim tonla kuafor arasından birini seçecek bir de beyin ameliyatıymış gibi günler oncesinden sıraya girip sonra sıra beklemeye sabrım kalmamıştı. Sonuç fena değil ama daha iyi olabilirdi tabi...
İkincisi ise, son olarak en az on beş belki yirmi sene once yediğim Malatya'dan eski (ve yeniden) komşumuz Sıtı teyzenin yaptığı "fış fış"(Türkçe klavyeye en çok ihtiyaç duyduğum an bu andı) tatlısını hatırlamak, ertesi gün Sıt(t)ı teyzenin anneme yemek yaparken yardım ettiğini öğrenmem, halen bu tatlıyı yapıp yapmadığını sorduğumda annemin geçiştirerek "yok o da rahatına bakıyor, tatlıyı hazır alıyor!" demesi üzerine garip bir telaşa düşüp parçacık fiziğinin temellerini oluşturuyormuşçasına önce adından bile emin olmadığım bu tatlıyı internete araştırdım, adını doğru bildiğimi görünce oldukça heyecanlandım, sonra tariflere baktım, bütün bulduğum tarifler bunun Malatya'ya özgü bir tatlı olduğunu söylüyordu bu ise nesli tükenmekte olan bir canlıyı korumaya almak gibi sıcacık bir his uyandırıyordu bende. Fotoğraflarını bulmama rağmen video bulamamıştım. Fotoğrafları tariflerle eşleştirip içinden en çok Sıttı teyzeninkine benzeyeni ayırdım ancak bu da tam olarak aradığım şey değildi ve idealimdeki görüntü için tarifi hangi yonde degistirmeliydim emin değildim, çünkü daha önce hiç bu tarz bir tatlı yapmamıştım, tatlı repertuarım pandispanyalı çikolatalı pasta  ve bir kaç kek çeşidinden ibaretti.  Sonunda kırmızı ve mavi kablodan birini çekmem gerektiğinde hamuru cıvıtmaya karar verdim  ve tarifi oylece uyguladım, elde ettiğim sonuç fena degildi,  Sıttı teyzenin tatlısına hem benzedi hem de benzemedi, şöyle anlatayım: kedi, kaplan ve aslanı karıştır elde ettiğin tür benim tatlım, Sıtı teyzeninki ise kedi, daha kompact, koyu ve dokusu sıkı ama yumuşak. Tatlılar dün itibariyle bitti, ben ise büyük bir görevi tamamlamış bir şekilde başka projelere başladım. Onlar da sonra...

Wednesday, August 15, 2012

Yeni Yıl temalı


bir Ağustos yazısı yazmak istiyorum, delilikten işte... Ortaokul'dan şu anda bağlarımız tamamamen kopmuş bir arkadaşim sonbahar'ın en sevdiği mevsim olduğunu söylediğinde oldukçca şaşırmıştım çünkü sonbahar o  zamana kadar benim için depresyon mevsimiydi ve başka bir iki arkadaşımı da yutarak öyle kalmaya bir süre daha devam edecekti. Neyse ki ilerleyen yıllarda yaz ve bahar depresyonları yaşadıktan sonra sonbahar'a dair hastalıklı çağrışımşarım yalnız kalmayacaktı. Şimdi en sevdiğim mevsim kıştır dememi bekliyorsanız yanılıyorsunuz çünkü en çok sevdiği şeyi bilmek hususunda zihnimin pek gelişkin değil Benim ne en çok sevdiğim film vardır ne de kitap, hayatımda biri varken (ki genelde birileri oluyor) bile onu mu en çok seviyorum yoksa annemimi diye düşünüp taşınırım. Bu sorunun cevabı niye önemli onu bile bilmem, ortada bir güven arayışı olduğuna mı işaret acaba, aslındaki pek sevecen değilim ve birgün tastamam(burada açıklama yapmak lazım) kendime yettiğimde sevecen olmayan halimle hayatımda tuttuğum ancak sevgi gerektiren ilişkilerden kurtulduğumda mutluluğum daim olacak.
O yüzden yarından itibaren başlayan yeni yıldan kendine yetebilen, sosyal hayvan kimliğinin sosyallik kısmını yırtmış biri olmayı arzuluyorum.
Evet demek istediğim şey acaba şu muydu: yeni dilekler için yeni yılı beklemeyin ?
Hayır söylemek istediğim başka birşeydi: Grandma Moses diye bir ressam var, doğa en çok da kış resimleri yapıyor, onun tablolarına bakarken kış resimlerini ve filmlerini sevdiğimi anladım. Baktıkça hafıflediğini hissediyor insan. Yukarıdaki de başka bir ressamın bir kış resmi, alıp eve asılabilecek türden.

Thursday, August 9, 2012

Rüya yorumu

yapmaya bayılır annem. O yüzden kendi rüyalarını yorumlamakla beraber bizimkilere bile el atar, annemle yattığımız zamanlar (ki evdeysem hep annemle yatarım) uyanmamı sabırsızlıkla bekler ve ilk kıpırdanmalarımla hemen "rüyanda ne gördün?" diye sorar. Bu soru uyandırma sorusu bile olabilir. Bu arada annemin rüya yorumları Freud'ınkileri gölgede bırakır. Öyle ki Freud'ın rüyaların önemi konusunda haklı olduğunu ama yorumlarının yerinde olmadığını düşünürsünüz, annemin yorumlarından sonra.
Bugünki rüyam ise yoruma çok gerek bırakmayacak kadar açıktı ama günlük hayatında bitki olan benim gibi biri için fazlaca yoğun hisler yaşattı. Mekan lisenin bahçesinde yemekhane  ile kız yurdu dörtgeni ve çapraz köşede bir anda her zamanki siyah tişörtü, şortu ve siyah spor ayakkabıları içinde Dimitrios duruyor ve bana el sallıyor. (Gerçek hayatta) Dimitrios'un enerjisini boşaltabilmek icin aralıksız her gün ziyaret ettiği spor salonu ve bu ziyaretlerde ipini koparmış deli bir bufalo gibi ordan oraya zıplayarak attığı sprintler, kaldırdığı ağırlıklar ona görenin dudaklarını uçuklatacak cinsten bir vücut olarak döndü ve dönüyor. Hatta bir seferinde beni alışverişten dönerken gördüğünde müjdeli bir haber vermek telaşıyla elimdeki torbalarla beni kucaklayıp  kollarımın altından tuttarak beş altı defa döndürdüğünde onun bir kaza anında ya da kontrolsuz kucaklamalarının birinde benim gibi birini un-ufak edebileceğine bir daha ikna olmuştum. Dimitrios'u ilginç yapan şey bu maskulin bedenin içinde akıllı mantıklı, sevecen bir o kadar da ince düşünceli bir insan oluşudur. Onunla tarihimiz dört sene önceye gider. O zamanlarki yabani hali, ona ciddi bir yüz ifadesiyle oynadığım oyunlar, sonraki yıl karlı bir gecede bir eğlence çıkışı benimle evime kadar yürüken alenen beni yürüyüşün sonunda öpeceğini söylemesi ve  kapının önünde kucaklaşmayla başlayan onun ilk öpücüğünü gerçekleştirmemiz, ardından onun kendini begendirebilmek için ilk defa sırf siyah olmayan birşeyler hatta pantolon giymesi, beni korkutan o haber beklerkenki aşırı endişesi ve bende ondaki panik atak boyutundaki heyecan ve tedirginlik karışımına denk birşey olmaması ile hakkaten ayrı dünyaların insanları oluşumuzu gerçek olmayan ama en azından somut sebepler vererek olası bir ilişkiyi yarı yolda kestirip atmam.... Tekrar iletişime geçmemiz zaman aldı ama bir yıl sonra tekra yürüyüşler yapmaya, onun takip etmekte olduğu mağara insanı diyetinden, besinlerin vücuda ve ruh saglıgına etkilrinden, beyinden, kariyer değiştirme planlarımızdan bol bol konuşmaya başladık. Dimitrios'un yukarıda bahsettiğim bana verdiği müjdeli haber de Rockefeller Universitesi'nden  kuantitatif beyin bilimi yapmak üzre aldığı kabuldu.
Şimdi aynı universitede demographics çalışma arzumun altında Dimiyrios'un orda oluşunun etkisi ne ölçüdedir acaba?
Bu geceki rüyaya dönersek, rüyamda Dimitris'i görüyorum, bana el sallıyor onu gördüğüme seviniyorum o ara başka bir ortak arkadaşımız Evangelos'u görüyorum ve ona doğru gidiyorum sonra ikimiz, en çok da ben, Dimitris'i bulmaya çalışıyoruz ama bulamıyoruz ve o sıra yoğun bir hayal kırıklığı yaşıyorum. Annem olsa bu rüyayı nasıl yorumlardı? Dimitris'in okuluna gidemiyceğimi söylerdi herhalde. Freud'un yorumu konusunda ise hepimiz hemfikirizdir diye düşünüyorum.

Wednesday, August 8, 2012

Can sıkıntısı

hiç iyi bir şey değilmiş, sıcaklarda internetsiz evde mahsur kalmak, tek etkileşecek insanın ise fazla sakin ve huzurlu oluşu üstüne bir de halden anlamak için çaba göstermeyi bırakmış oluşu eklenince depresife doğru bir eksen kayması oldu ancak son anda yetişen internetle film izlemek, gazete okumak ve başka kaynaklarla irtibata geçmek iyi geldi. Acaba bizi oyalayarak ruh sağlığımızı koruyan şey vaktimizi çalıyor diye topa tuttuğumuz internet mi?
Onun dışında dün müze ziyeratleri yaptım, ABD meclis kütüphanesini, ressam Joan Miro sergisini ve Natural History (Doğa tarihi) muzesini gezdim. Başarabilirsem kelebek videosunu sayfaya yüklüycem.
Bütün bunları yaparken çok fazla zevk aldığımı iddia etmiyorum, bir zaman sonra bu ziyaretler ancak kendini tekrar ediyor ve zamanında gerçekleşemediği için insan üzerindeki etkisi de az oluyor. Herhalde dün gördüklerimi on yaşındayken görsem o motivasyonla dunyayı ya da evreni kurtarmaya kalkabilirdim. Büyük ihtimalle benim çocuğum da görmez bunları, birinci sebep bencil annesi hayatını onun dünyaya getirmek için risk etmeyebilir, ya da hayatının fazla verimli omayan yıllarını onu yedirmek içirmek ve altını temizlemekle geçirmeyi, sonrasında onu koruyabilmek için panik atak sahibi olmayı göze alamayabilir. Bütün bunlar kazaya gelse bile, bir geçici göçmen olarak kazara büyük akademik yayınlar yapıp bu kıtadaki yerimi sağlama alma ihtimalim ise daha az olası. Sonuncusu için bir ara kaybetmiş oldugum adanmışlık lazım ama dediğim gibi iste...


Saturday, August 4, 2012

Yegenim Isil

su anda 6 yasinda. Bir yasindan uc yasina kadar yabanci ya da cok alisik olmadigi birini gordugunde tutulup kalirdi. Oldugu yerde kimildamaz, gozunu bile kirpmadan oylece dururdu, o anlarda sanki baska bir dunyaya gecerdi. O kel kafali, elbiseler icindeki sirin canli, tutuldugu anlarin ardindan genelde iyi bir aglama kopararak dunyamiza donerdi. O hali komik oldugu kadar ilgincti ve  tutulma anlarinda firsatcilik yapip yumusak yanaklarini optugum zaman takibinde aglamasinin siddetinin de daha fazla olacagini bilirdim.

Simdilerde daha iyi anliyor ya da bir kez daha hatirliyorum ki Isil gibi ben de ara ara tutuluyorum ozellikle yabanci bir yere girdigimde, baska bir tabirle artik kendi coplugumde olmadigimda. Bu, hic bilmedigim bir yerde birkac gunluk bir tatil olabilir, konferans olabilir ya da simdiki gibi bitisler ve baslangiclar arasinda alakasiz bir yerlerde bir kac haftalik konaklamalar olabilir. DC'de ikinci gunum ve yavas yavas tutuklugun geciyor. Dun oyle bir tutulmustum ki gozumde kontrolsuz kasilmalar oluyor basimin bir kosesinden baslayan agri ayni merkezden buyuyerek butun beynimi sariyordu. Uzun suredir bilmeyen arkadaslara internetten kunefe resimleri gosteriyor olmanin birseylere isaret oldugunu anlayip, gunu Baris'le bir Turk restauranti bulup kunefe ve irmik tatlisi yiyerek bitirdik. Eve donunce supurgeyle oldurdugum hamam bocegini de unutmamak lazim.

Sunday, July 29, 2012

"Dikis Nakis" 'in

Ingilizcesini bilsem bu yaziyi Ingilizce yazmayi tercih ederdim cunku yazacaklarim her ne kadar benim icin degerliyse de Turkiye icin cok sasirtici bir hikaye degil.
Universitenin birinci yilinin sonunda yaz icin Malatya' ya donmustum. Doner donmez evi yasamama elverisli bir hale getireyim derken uc gun boyunca kole gibi calistiktan sonra duygusal bir bosluga dustum. Bir anda farketmistim ki uc gun boyunca kendi depresyon cukurumu kaziyormusum, hatta daha oncesinde matematik calisirken, her vaktimi degerlendirmek icin caba harcarken ve bunlarin hepsini birden hayatimdan cekerken aslinda hic de iyi bir sey yapmamistim. Iste eskiden boyle hallerim vardi, sudan cikmis baliga dondugum an depresyona girerdim ve bir daha cikamazdim. Yemeden icmeden kesilir, sabah aksam aglar, sonra mideme oturmus bir agirlik varmis ya da akcigerlerimin yarisi civa ile doluymus ve nefes alacak azicik yer varmis gibi bir hisle aylarca yillarca yasadigim olmustur.
Konumuz o degil ama iste oyle zamanlarin birinde kumas boyamayi ogreneyim bari diyerek bir dikis nakis atolyesine baslamistim. Guzel gorunen birseyler uretebilirsem acilarimin bir kismi dinebilirdi.  Bu atolye  bir odadan olusuyordu, yeri yillardir orda duran mahalle bakkalinin yanindaydi ve evden iki dakika bile uzaklikta degildi. Atolyenin bir sahibi ve ona yardim eden de iki tane genc kiz vardi. Bu iki kiz kardesti ve iclerinde E benim boyama hocamdi. E buyuk bir sevecenlikle beni kabul etmis bildiklerini ince ince ogretmis, desen kitabindan sevdigim desenleri kopya etmemi saglamisti, cok konusmamistik ve en son yazismak icin adreslerimizi degistirmistik ama bir sebepten tekrar iletisime gecemedik o yuzden bu yaziyi yazmak boynumun borcu oldu.  Bir ay kadar devam etmistim derslere. Oyle bir ruh halim vardi ki, renklerle oynayarak sekiller cizip boyadigim kumaslarla  rahatlarken bir taraftan da atolye sahibinin dinledigi arabesk muziklerle olup olup diriliyordum fakat bir turlu de nasil bunu dile getirecegimi bilmiyordum. Zaten pasif bir hayat tarzi surdugum icin sessiz kalmayi tercih ettim. Benden bir iki hafta sonra kuzenim S de heves edip ayni sekil ayni yere basladi ama o baska saatlerde/gunlerde gidiyordu. Sonra S bu muziklere nasil katlaniyor diye dusunuyordum ki atolye sahibinin "S senin kuzenin ama biz seni daha baska seviyoruz" demeleri uzerine anladim ki S her zamanki acik sozlulugu ve direkt haliyle atolyenin duzenini degistirmeye kalkmisti ve iyi tepkiler almamisti. S en sevdigim kuzenlerden bir tanesidir(en sevdigimdir) ona ragmen en son yillar once konusmusuzdur, o da telefonda... S, 25 yasindayken girdigi "evde kaldim, hepimiz evde kaldik!!" krizi ile alti ay icinde evlendi.  Evlendigi adami asiri kiskanmasi ile baslayan sonra karsilik bulmayan bosanma talebi ile duygular aleminde savrulmakla mesgul S, bu son 7 yildir boyle.
Aslinda kendisinden bahsetmek istedigim E' idi, boyama hocam. E, o zamanlar 23 yasinda filan olsa gerek. Onunla gecirdigim ikinci dersin ardindan bileklerindeki derin kesikleri farketmistim, bir kac ders sonra da kesiklerin sadece bir kac aylik oldugu ve bir intihar tesebbusunden kaldigini, intihar etmesine sebebin de sevdigi adam oldugunu ogrendim. E'nin basi ortuluydu, asiri zayifti ve bembeyaz bir yuzu vardi. uzun sayilmazdi, incecik sesi alcak volumlu kibar bir konusmasi vardi ve intihar bilgisi bu imajin uzerinde absurd durmuyordu. Asiri inceltilmis kaslari soluk yuzunun uzerinde onu oldugundan da gucsuz gosteriyordu. Sevdigi cocuk radyocuydu ve yaptigi radyo programindan onu sevmisti, bu bilgi uzerine atlayip radyonun buyuk abimin evde dinledigi bir radyo oldugunu ogrenince atolyedeki muziklerin de E' nin tercihi olmadigi anlamakla biraz olsun rahatlamistim. Cunku atolye sahibi Ankara' li ablanin muzik zevki benim depresyonuma hic iyi gelmiyordu ve bu muzik bile denmeyecek seyleri dinlerken ablanin kaynanasi ve kocasiyla sidik yarislarini dinlemek zorunda kalmak iyice kendimi yalniz hissettiriyordu. E' ye uzulmeye baslamistim ama neyseki hassas halinden dolayi prenses muamelesi goruyordu ve emin ellerde sayilirdi. E' nin kiz kardesi ise oyle zit bir karakterdi ki: kibar degildi, ne sesi ne de konusmasi'nda incelige dair kirinti vardi, uzun boyluydu ve butun gun oturarak gelinlik kizlarin ceyizlik yatak odasi takimina makinayla sekiller islemesine ragmen tenisci kollari vardi. Teni yanikti, yuz hatlari muntazamdi ve "al gotur  survivor yarismasina koy" turundendi. Onunla bir cift laf ettigimizi bile hatirlamiyorum. E' ye donersek: E ile radyocu cocuk arasinda once biraz yakinlasma olmus, E cocuga iyice asik olmasina ragmen adam evlenmek ya da beraber olmak icin bir istek gostermeyip uzerine de celiskili tavirlar sergilemis. E de gidip bileklerini keserek hayal kirikligina son vermek istemis.
Malatya' nin etrafimi saran bosluguna, sicagina ve bunlara ragmen memnun insanina dayanamadigim icin annem  biletimi alip beni azad ederek Ankara' ya gonderdi, abime doktorun "erkek arkadasi olursa iyi gelebilir" tavsiyesini iletmis olsa gerek ki ulasir ulasmaz ilk isim o zamanki yavuklum L'yi eve getirmek abimle tanistirmak oldu. Sonra ise L evimizin bir parcasi oldu. Hatta abimim beni hayata dondurmek icin ayarladigi deniz tatiline L'yi birakip gitmek istememem uzerine L de bize katildi. Geleneksel abim, kiz kardesini kiskanmak olayini kendini biraya vererek hergun icmek suretiyle hafifletmeye calisiyor, ben her gun bir aglama  nobeti geciriyor, L bir sey yapamiyor diye bazen dayanayip o da agliyor, onun disindaki zamanlarda ise denize girip, alisveris yapiyor, aksamlari yuruyuse cikiyor, evde buz dolabi olmadigi icin aksam bitiremedigimiz karpuzlari sabahlari hemencecik yenmek uzre siraya koyuyorduk. Tabi tatilde sadece ucumuz yoktuk, o sira askerden gelmis sevgili T ve T' nin sevgilisi B de ordaydi. T' nin piskolojisi feci bozuktu o yuzden B haric hepimiz kendine gore bir telden caliyorduk. T bahcedeki yesil uzumlerden uzum eksisi yaptigi gun ilk defa mutlu omustu ve yuzundeki duygu karisikligi ifadesi sonunda birseye donusmustu. B ise abisini uyutmus, sevgilisi ile tatili cikmis olmanin yari gerginligi yari zevki icinde bir tatil gecirdi. B abimin o zamalar kiz arkadasi olan A' nin arkadasiydi, ve  A tutucu babasindan dolayi orda olamadigi icin B.  A.' ya karsi kendinde bir ustunluk hissediyordu. Sonra T, B den ayrildi, B oldukca uzuldu ama T baskasi ile evlendi sonra B'de baskasi ile evlendi. Abim ile A evlendi. Ben ile L' de ayrildik. L baskasi ile evlendi, onun yalnizliga pek dirayeti yoktu zaten. Ben ise yoluma cikan doktorlara muhendislere kanmadim butun tekliflere ragmen hep kendi kutuma gittim. Kuzenimin kuzenleri olan guzellikleri ile meshur iki kardes var. Bu iki kardes dogru duzgun kariyer sahibi olmamalarina ragmen gelecek vadeden mesleklerden kocalar bulmalari ile meshur. Buyugunun esi doguda bir sehirde dis hekimi ve anladigim kadariyla iyi kazaniyor. Ikincisinin esi ise avukat, onun kazanci hakkinda bilgim yok ama adamin tipi o kadar kotu ki kizin tas gibi haliyla o adamla evlenmesinden anlasilacak sey adamin gelecek vadediyor olusu olsa gerek. Bu ikinci kardesin dedigi "zamanla bir kizin kismetlerinin de buyuduguydu", umarim kendisi optimal zamanda secimini yapmistir. Iste galiba benim evlenmem icin de adamin doktor muhendis filan degil, bildigin zengin olmasi, tipinin Kivanc Tatlitug ayarinda  olmasi, uzerine de bu parayi kazanmak icin calismamis olmasi boylece hayat dair zevklerinin olmasi filan lazim. O zaman  kendi basina ulasamayacigim bir kombinasyon havadan inmis olur ki, kismet deyip ben de atlarim herhalde.
Konu yine dagildi ama E' den bahsediyorduk degil mi. O meshur yazin sonunda bir iki gunlugune Malatya' ya dondugumde dikis nakis atoylesine ugradim E' nin haberlerini almak icin. E' nin baska biriyle nisanlandigini ve havalarda uctugunu ogrendim, atolye sahibinden. O mutlu haberden sonra E icin endiselenmeyi biraktim ama her firsatta bana ogrettigi boyma teknikleri ile birseyler boyadim.  Abime A ile evlendigi gece giymesi icin beyaz bir atletinin uzerine kirmizi kocaman bir kalp boyadim ve sagina soluna bir iki aksesuar koydum. O gece kullanmadiysa bile daha sonra abimin o atleti giydigini gordum. Final haftalari sonunda vucudumda biriken enerjiyi atmak uzre boyayacak bos bir kumas bulamadigimda annemin beyaz donlarina cicekler ve kalpler yaptim, bos beyaz buluzlarimin sirt kisminin ortasina mavi gri bulutlar boyadim, hersey iyi oldu...

Friday, July 27, 2012

The Forsyte Saga

deliligi ile bir gunde herbiri 110 dakikalik uc bolum seyredince haliyle insanda bir gerceklik kaymasi oluyor. Filme cok kaptirinca olur ya, film biter ama cevaplanmamis sorular kalir. O son sahnenin disinda hikaye yoktur, ama izleyiciye oyle gelmez. Sanki hikaye devam etmektedir ya da devam etmemesi icin bir sebep yoktur ama direktor ya da senarist sizi umursamazca kafasina gore takilmaktadir ve noktayi koymustur.

Bu dizi serisinde oldugu gibi hikayenin kaynagi bir kitapsa, bir karakteri tam anlayamadiginizda kitapta karakterin nasil cizildigini merak edersiniz, sanirim kitablarin filme ustunlugu de bu ince kisilik analizleri ve tasvirler. Filimde ise eylem ve goruntusu uzerinden isler yuruyor. Ingiltere' nin "countryside" ' ini istedigi kadar anlatsin kitap, gercegini gormek kadar etkileyemiyor insani. O yuzden goruntu ve muzik esliginde olaylari seyretmek kitabi asan luksler. Ote taraftan da  karakterlerin zihinlerinin  icine girebilmek ancak kitapla mumkun. Bir kitabi okuduktan ve sevdikten sonra  filmi cekilirse merak icgudusuyle izlemek isteyebilirim ama filmini izledikten sonra kitaba donmek cok da etkin bir davranis olmayabilir. Yapilmaz demiyorum ama artik gunlerini vererek "fiction" okumak zamani degil gibi geliyor, gerci bu fikrim de degisebilir, eger yasamimi kazanmanin kolay ve az calismali bir yolunu bulabilirsem.

Wednesday, July 25, 2012

Ofis saatimde

kutuphanenin onuncu katinda fazlaca sogutulmus odamda tuyleri diken diken  bir halde bekliyorum. Ofisin ici disina getirilmis vaziyette cunku bana gore: tasinmak icin toplarlanmak lazimdir  ve bunun icin ilk is olarak butun cekmeceleri bosaltmak ve raflari indirmek gerekir. O yuzden mekanin icini disari getirip sonra meydana cikmislarin arasindan kalacaklari, gidecekleri, kutuphaneye bagis olabilecekleri secmek gerekir. Bes yila yayilmis ders notlari, basilmis ama ya okunmamis ya da yari okunmus makaleler,  gorusmelerimizden kalan, zamaninda servet degerinde olan tez hocamin el yazmasi notlari, tekrar internetten bulmasi ve kagida basmasi bin zahmet olacak ama tasimasi da o kadar zor seyler sana bakar dururlar. O anlarda cesur olmak ve onlari cope atmak gerekir, yoksa onlarin agirligindan kurtulmanin ve temiz bir baslangic yapmanin imkani yoktur. Eski listeye kaldigi yerden devam etmek mi yoksa yapilacaklar listesini yeniden yapmak midir mesele.  Burda tozlu notlar, evde rengi atmis kiyafetler, az defa giyilmis ya da hic giyilmemis sonra dolapta durmak suretiyle sinirlerimi bozmus bluzlar,  icinde rahat edemedigim topuklular, bir kosede yillarca beklemekten derisi sertlesmis ayakkabilarla devam etmek istemiyorum. Hepsinden ve daha fazlasindan kurtulmak istiyorum, mumkun olsa...gecmis kotu olmasa bile anilarin agirligi insani yoruyor.

Saturday, July 21, 2012

Iki gozlemle

basliycam ve muhtemelen de bitiricem. Gecen Eylul'de ilk defa programlama dersi almaya baslayinca ve bilgisayar ekraniyla basbasa gecirdigim zaman diliminin buyumesiyle internette  tonla gerekli gereksiz sey kesfettim. Bunlarin bir tanesi de anne blogu, "blogcu anne". O aralar hamilelik ve dogum uzerine takinti boyutunda kafa yoruyor Youtube'dan bolca dogum videosu seyredip, doganin kadina yaptigi haksizliga lanet ediyordum. Bir taraftan da buyuk bir gonullulukle hamilelik ve annelik seruvenlerini paylasan kadinlar vardi, orda burda  ve en cok da blogcu anne'de. Blogda beni rahatsiz eden bir durum vardi ama cok da isim koyamamistim, neyse ki en son unlu bir anne'yle sohbet ederken bir okuyucu blogdaki portrelerin ortalama hayat sartlarina sahip anneleri temsil etmediginden yakininca anladim ki bu blog hakkaten fazla elitist. Yorumcu bundan yakinmis, blogcu da "bu insanlar cekilisle belirlendi, bunda sonra da oyle olacak" deyip gecistirmis, ozur bile dilememis kisaca umursamamis. Ben de dayanamayip, "bu cekilise katilan insanlar, cekilisin sonucunu belirleyenler, ve konu annelikse cocuguna yatili bakici tutamayan, en basit ihtiyaclarini zorla karsilayan anneleri eksik hissettirmek ne derece duyarlica bir davranistir" diye bir yorum biraktim. Insanoglu' nun ne kadar ozenti bir canli oldugunu biliyoruz, onlari gereksiz ruh hallerine sokmanin anlami nedir. Parasi oldugunda kendisi kesfeder en iyisini, en guzelini. Baleye giden, ailenin yeni nesillerini gordukce iyice ikna oluyorum ozenti halimize. Once ezik hissederek baslayip, sonra ozenerek ve taklit ederek, en sonunda -tabi kismetse- bir yuz yil icinde de ozentilerimizde samimi olabilmeye...
Ikinci gozlem de yarina kalsin.

Friday, July 20, 2012

bir arkadasin

 iki yil once pismis as(h)a salatalik tursusu katarak yaptigi yemegi begenmis omaliyim ki, o gun ayni masayi paylastigimiz arkadaslardan birine sorup, yemegin "beef straganof" oldugunu ogrendim ve yaptim da. Yemegin pismesini bekleyemeyip karnimi doyurdugum icin  tadinin neye benzedigini henuz bilmiyorum. Bir tek icine kuru sarap koymak gerekiyordu ama evde sarap niyetine sadece sisenin dibinde kalmis Riesling vardi ve onu kullanarak ne tatli sarabi ne de yemegi heba ettim. Kuru alkol olarak bol miktarda mevcut  olan votka ve ram'la da yemegi riske etmek istemedim. O yuzden yemek aslina uygun olamadi. Ama tipi tastamam uydu.
Bu yemegi yaparken bir suredir gozumde canlanan Avrupali, evde arkadas(lar)ina yemek yapan becerikli, Amerikalilarin deyimiyle "ne yaptigini biliyor grounen" tipler aklima geldi. Olur ya: bir taraftan sarabini yudumlarken diger taraftan en taze ve orjinal malzemeleri kullarak makarna sosu hazirlar ve ,alisilmisa inat, bu bir kadin olabilecegi gibi bir erkek de olabilir. 
Bugun itibariyle Almanya vizemin gelmis olmasi ve gidis biletimi de almis olmam olabilir bu halusulasyonlara sebep. Amerika'da insanlarin cok fazla yemek kulturu yok ama Avrupa' nin oyle olmadigina eminim. Artik evde lahmacun denmeleri yapmak yerine, bir iki Fransiz mutfagi, bir iki Hint, bir kac tane de ordan burdan cikip klasiklesmis yemeklerden yapmaya elimi alistirsam iyi olur, beef stroganoff icin kendimi kutluyorum, ikinci hedefin bicakla kesince ortasindan tereyagi dokulen tavuk dolmasindan yapmak, onun da bir adi vardi ama hatirlayamadim yine.

Thursday, July 19, 2012

"Post'um geldi"

benden beklenemeyecek kadar civik bir tabir olsa da aciklayiciligi acisindan tercihim oldu. Iki gundur kakaolu kek yapmaya andetmistim. Tarif bulmak icin youtube'da izlenmedik video birakmadim, bloglara da baktim en son goruntu kirliligine dayanamayip kalkip kendime gore bir tarif buldum. Amacim kadife gibi yumusacik bir kek yapmakti. Tarif dogaclama oldu, kek de firindan cikti ama henuz tadina bakmadim, cok kadife bir durusu yok ama caylarin yaninda gideri fazlasiyla var. Kek piserken evi terkedip kosuya bile ciktim, aklim kekteydi ve kek uzerinden uzun bir yolculuga cikti zihnim. Yemeklerinin estetigi ile meshur halarim aklima geldi, koy sartlarinda kocasina herseyi sarma formunda yediren halam M, Avrupa' nin gobeginde kendi restoraninda ascilik yapacak kadar isleri ilerletmis buyuk halam E, yarim saatte uc cesit yemek yaparken bir seferinde sure bir saatte cikti diye utancini ocak eksikliginden diyerek bastiran S halam, evinde ve yemeklerinde estetigin doruguna cikmis halam Z, aklima geldi. Kalabalik gelmis olabilir, ama o bahsettigim kirka yakin kuzenin annesi babasi da bunlar iste. Annemin ve babamin ailelerine bakinca hayretle goruyorum ki nerdeyse hic fire yok, arada erkeklerde asiri sogukluk, bazen inatcilik gibi seyler ciksa da iki tarafin da kadinlari karakterli ve caliskan cikmis...Mesela alkoliklik derecesinde (muhtemelen derece degil artik, bildigin alkolik) kocasina ragmen insanlari imrendiren bir duzen kurup butun cocuklarini hizaya sokabilmis yarisini ogretmen yarisini hukukcu yapmis teyzem C, siyasi sebeplerle Avrupaya kacmis kocasinin yillar icinde tuttugu sevgiliyi agir baslilikla ve anlayisla evinde agirlayan dunyanin en yumusak insani S teyzem, diye liste uzar da gider. Bu hatunlarin arasinda annemin unu ise hepsini asar. Annem ne S gibi sakin mizacli ve anlayisli, C gibi duzen ve disiplinli, halalarim gibi estetik duskunu ve maharetlidir. Annem Z akillidir, rasyoneldir, anlamaya ve ogrenmeye aciktir, dogrusunu ogrendigi zaman kirk yillik gelenegi birakmaya hazirdir, bir de risk almayi sevmese bile sartlar gerektirdiginde hatta gerektirmeden en cesur adimlari atabilendir. Bu kadar kadinin ortasinda insanin kendini guvende hissetmemesi mumkun degil.

Monday, July 16, 2012

Bilmedigimiz

o kadar buyuk seyler var ki, mesela evren nasil varoldu, o tozlar ve gazlar bu bosluga nasil geldi, bu uzay dedigimiz bosluk  da nerden cikti, hic birsey yokken nasil olur da bosluk vardi, bosluk(mekan) bile yokken  materyal olan neyden bahsedecegiz. Bugun bir ara bu soruya bir donus yaptim ve sanki ilk defa farkina varmis gibi bir tutukluk yasadim, boyle zamanlarda etrafimdaki hersey anlamini kaybediyor, hic soylenmeden hergun ofise giden ve bunu hayatlarinda en buyuk bir ciddiyetle yapan insanlari dusunuyorum, bu celiskiyi anlayamiyorum. Bir tek bu anlarda tesaduf olmayan ya da tesaduf ise bile bizim algimizin sinirlari disinda bir tesadufle varoldugumuzu dusunuyorum, uzay dedigimiz seyin disinda da birseylerin dondugunu dusunuyorum ve boyle zamanlarda ne kadar bilincli canli oldugumuzu iddia atsek de farkindalik olarak  hayvanlardan hatta boceklerden farkli olmadigimizi hissediyorum. Bazen insan kendini  bu duzeni anlamaya  adamak istiyor, sonra isler yavas gittiginde hayvanligimizdan gelen yasama arzusu baskin geliyor, sorulari bir kenara birakip mavi gokyuzunun tadini cikarmak  istiyoruz. Ikisi bir arada ise olmuyor, ya yasam ya bilim,  hep birinin aski otekinden baskin oluyor.

Sunday, July 15, 2012

Bipolar Experience

diye baslik atmak istiyorum ama calinti olacakmis hissi veriyor. Uzun zamandir klinik piskoloji/psikaytri konularina  kulak kabartiyorum. Sebebi kendimin, aile fertlerimin ve arkadaslarimin deneyimleri. Ilk defa ciddi/tehlikeli seviyede depresyona 13 yasinda girdim, sonra 15, sonra 19 yasinda. 19 yasinda baslayan rahat bir uc seneyi aldi. Oyle ki 24 yasina geldigimde hayatimin en az 5' te biri depresyonda gecmisti ve geri kalan beste dort' luk dilime fazlasiyla baskindi. Bu depresyon doneminde hic bos durmadim, hep derdime iyi gelecek bir seyler aradim, beni hayata bagliycak. Gecen yil depresyon deneyimimden ogrendiklerimle depresiflere iyi gelecek notlar cikarmaya basladim. O notlari tamamlamak icin vaktim olmadi, bir yerden sonra da yazmak icin motivasyonum azaldi, cunku kime yaziyordum ve yazdigim insani beynini degistirmeye nasil ikna edebilirdim, beni tanimiyorlardi ve bana guvenmeleri cin hic bir sebepleri yoktu.
Neyse, zamaninda grup ve bireysel terapilerin yaninda yanimdaki insanlara icimdeki kasveti ve depresyonu haykirmak seklinde ifade ozgurlugumu kullandim ama "bana misin!"demedi. Psikaytristlerle gorusmelerimden ilk once "borderline" sonra "obsessive compulsive " tanilarini duydum ama ilki olmadigimi cok iyi biliyordum. Bu taniyi koyan sevgili depresif yengemin her kendini iyi hissetmeyen tanidigini yonlendirmek hatta elleriyle muaynesine goturmek suretiyle bol rantlar kazandirdigi doktoruydu. Adam Malatya' nin unlu psikaytristi. Adi gecenlerde, tekrar gecti ama simdi hatirlayamiyorum (Devlet hastanesinin tek psikaytristi olma ihtimali yuksek, Kisla caddesinde de ozel ofisi var, antidepresanlari onceleri bol bol bedavadan vererek ilac' la ilk baglarin olusmasinda vesile oluyor).
Ikinci taniyi ise universitenin doktorundan duydum. Adi Mutlu' ydu sanirim ya da soyadi buydu. Adam'la gorusmeye gittiginizde icinize bir ferahlik doguyordu. Ayni liseden oldugumuz ortaya cikinca onun bana koydugu tani cok oturmasa da biraz daha guvenilir gelmisti. Ona gore kucuk sehirlerden ve normlara bagli ailelerden gelen kadinlar/kizlar buyuk sehirlerde boylesi bir acilim ve ozgurluk'e maruz kalinca ya da sinif atlamalarinda bazi celiskiler yasiyorlardi. Bundan  kaynakli mi "obsessive compulsive" bozuklugum olusmustu?
Aslinda bahsedecegim sey o degil de Bipolar bozukluktu, liseden arkadasim N gozumun onunde normal bir insandan bipolar'a donustu. N basarili, derslerini fazlasiyla onemseyen biriydi, hepimiz oyleydik ama onunki daha ileri seviyedeydi ve baska karakteristik ozellikleri de vardi. Mesela, arkadaslik iliskilerinde asiri acik sozlu olmak gibi bir sorunu vardi ve bu onun arkadasliklarinin cok derine inememesine sebep oluyordu. Lise ikinci sinifta ameliyat olmasi gerekti ve bir donem boyunce okula gelemedi. Okul ertesi ders yilinda tekrar baslamadan bir sure once major bir depresyona girdi. Kolunu kipirdatamaz olmustu, annesi butun kizlari (15 kisi kadar oluyor) eve cagirmisti, ve N' yi o halde gorunce hepimiz buyuk bir sok yasamistik. N hayalet gibiydi, cumle kurmakta zorlaniyordu, sonra onu kendimizle yurda getirdik, ilaclarini icirdik, o donem bol bol doktorlara goturuldu. Bir ayin icinde eski N gitti yerine yasam enerjisi patlamasi olmus N geldi. O aralar test cozerek universiteye hazirlaniyorduk, N' nin 20 soruluk testleri 5 dakikada, test kagidini rengarenk pariltili kalemlerle infal ederek cozmesi  siniftaki baska bir arkadasimiz H' ye ayni ilaclardan kullanarak sinava hazirlanma fikrini vermisti. N'de libido patlamasi da oldu haliyle, hicbir cekince duymadan hocalara bile kendisine yuz vermeyen S' nin sikayetini yapiyordu. Sinif olarak boyle bir eglencenin ortasina dustugumuze inanamiyorduk, N' nin bitmeyen istahindan dolayi kantine yuklu borcundan sonra cozum olarak bizlere gelip "bana sundan/bundan alir misin?" demek zorunda kaliyordu. N' yi browni keklerle besledik, gunde en az uc dort tane.
Sonra okul bitti, N az cok istedigi bir tip fakultesine yerlesti ve o manik hali'nin yerine donguler gelip gitmeye basladi. Uzun donem hem depresif hem de hiperaktif haller icindeydi, bir ara sular seller gibi Ispanyolca ogrendi, ardindan surucu testinden kaldi bir daha bastan almak zorunda kaldi, sokakta yuruyen ciftlerden nefret etti, bol bol Amerika ziyaretleri yapti ordaki kardesleriyle sorunlar yasadi,  dondugunde ailesiyle sorunlar yasadi. Bir iyi bir kotu, bir kac yil devam etti bunlar. Son yillarda N ile uc defa karsilastik. Birinde Ankara'da Ocak ayiydi, saclarima garip bir oraganik boya ile alisililmamis bir golge yaptirmistim, sacimi begenmedi "eskisi daha iyiydi" dedi.
Ikincisinde San Francisco'da gorustuk, ondan cok annesi tarafindan alikonulmama icerlemisti. Ucuncusunde lisenin mezunlar gununde Ankara' da bulustuk, onda da cok kalamayacagini bastan soyleyerek bir mesafe koydu insanlarla arasina ve herkesten once ayrilip gitti. N sert goruntusune ve direk olusuna ragmen, tatli bir insan aslinda. Annesine N'ye sarilip fiziksel sevgi gostermesi gerektigini soyledigimde, bunu su ana kadar hic yapmadigini ve nasil yapacagini da bilmedigini soyledi. Ondan sonra her firsatta N' yi kucakladim, neyse ki bir de kucaklmalari ile meshur F' miz var. Onun kucaklamalar uzerine okuduklariyla bizi cesit cesit kucakladigi ve hangisini sevdigimize dair fikrimizi sordugu olmustur.
Konumuz bipolar'likdi. N uzerinden bu rahatsizligi tandidim, sonra uzerine tiyatro oyunlari, kitaplar, filmler gordum. Onla da yetmedi, ayni tani ortanca abime kondu. Ancak N ile aralarinda cok bir benzerlik goremedim. Abim ise "mutluluk basit ve hirslarindan arinmis yavas bir hayat yasmakta" deyip Ibrahim Tatlises Mp3' leri doldurmaya baslamisti. Sonra kucuk abime de ayni tani kondu ki o da N kadar renkli bir cesitlilik gostermiyordu. Bizimki ancak ya susarak tepkisini dile getiriyordu ya da eve dev miknatislar getirip onlarla oynarken, "bu miknatizlar bize birsey anlatmaya calisiyor" diyerek uzerine uzun uzun dusunurdu.
Simdi kendime ayni taniyi koyuyorum, sanirim bipolar' im hicbirseyi olmadigim kadar. Ayrica akli basinda ve saglikli bir sekilde bipolarim.