Sunday, July 29, 2012

"Dikis Nakis" 'in

Ingilizcesini bilsem bu yaziyi Ingilizce yazmayi tercih ederdim cunku yazacaklarim her ne kadar benim icin degerliyse de Turkiye icin cok sasirtici bir hikaye degil.
Universitenin birinci yilinin sonunda yaz icin Malatya' ya donmustum. Doner donmez evi yasamama elverisli bir hale getireyim derken uc gun boyunca kole gibi calistiktan sonra duygusal bir bosluga dustum. Bir anda farketmistim ki uc gun boyunca kendi depresyon cukurumu kaziyormusum, hatta daha oncesinde matematik calisirken, her vaktimi degerlendirmek icin caba harcarken ve bunlarin hepsini birden hayatimdan cekerken aslinda hic de iyi bir sey yapmamistim. Iste eskiden boyle hallerim vardi, sudan cikmis baliga dondugum an depresyona girerdim ve bir daha cikamazdim. Yemeden icmeden kesilir, sabah aksam aglar, sonra mideme oturmus bir agirlik varmis ya da akcigerlerimin yarisi civa ile doluymus ve nefes alacak azicik yer varmis gibi bir hisle aylarca yillarca yasadigim olmustur.
Konumuz o degil ama iste oyle zamanlarin birinde kumas boyamayi ogreneyim bari diyerek bir dikis nakis atolyesine baslamistim. Guzel gorunen birseyler uretebilirsem acilarimin bir kismi dinebilirdi.  Bu atolye  bir odadan olusuyordu, yeri yillardir orda duran mahalle bakkalinin yanindaydi ve evden iki dakika bile uzaklikta degildi. Atolyenin bir sahibi ve ona yardim eden de iki tane genc kiz vardi. Bu iki kiz kardesti ve iclerinde E benim boyama hocamdi. E buyuk bir sevecenlikle beni kabul etmis bildiklerini ince ince ogretmis, desen kitabindan sevdigim desenleri kopya etmemi saglamisti, cok konusmamistik ve en son yazismak icin adreslerimizi degistirmistik ama bir sebepten tekrar iletisime gecemedik o yuzden bu yaziyi yazmak boynumun borcu oldu.  Bir ay kadar devam etmistim derslere. Oyle bir ruh halim vardi ki, renklerle oynayarak sekiller cizip boyadigim kumaslarla  rahatlarken bir taraftan da atolye sahibinin dinledigi arabesk muziklerle olup olup diriliyordum fakat bir turlu de nasil bunu dile getirecegimi bilmiyordum. Zaten pasif bir hayat tarzi surdugum icin sessiz kalmayi tercih ettim. Benden bir iki hafta sonra kuzenim S de heves edip ayni sekil ayni yere basladi ama o baska saatlerde/gunlerde gidiyordu. Sonra S bu muziklere nasil katlaniyor diye dusunuyordum ki atolye sahibinin "S senin kuzenin ama biz seni daha baska seviyoruz" demeleri uzerine anladim ki S her zamanki acik sozlulugu ve direkt haliyle atolyenin duzenini degistirmeye kalkmisti ve iyi tepkiler almamisti. S en sevdigim kuzenlerden bir tanesidir(en sevdigimdir) ona ragmen en son yillar once konusmusuzdur, o da telefonda... S, 25 yasindayken girdigi "evde kaldim, hepimiz evde kaldik!!" krizi ile alti ay icinde evlendi.  Evlendigi adami asiri kiskanmasi ile baslayan sonra karsilik bulmayan bosanma talebi ile duygular aleminde savrulmakla mesgul S, bu son 7 yildir boyle.
Aslinda kendisinden bahsetmek istedigim E' idi, boyama hocam. E, o zamanlar 23 yasinda filan olsa gerek. Onunla gecirdigim ikinci dersin ardindan bileklerindeki derin kesikleri farketmistim, bir kac ders sonra da kesiklerin sadece bir kac aylik oldugu ve bir intihar tesebbusunden kaldigini, intihar etmesine sebebin de sevdigi adam oldugunu ogrendim. E'nin basi ortuluydu, asiri zayifti ve bembeyaz bir yuzu vardi. uzun sayilmazdi, incecik sesi alcak volumlu kibar bir konusmasi vardi ve intihar bilgisi bu imajin uzerinde absurd durmuyordu. Asiri inceltilmis kaslari soluk yuzunun uzerinde onu oldugundan da gucsuz gosteriyordu. Sevdigi cocuk radyocuydu ve yaptigi radyo programindan onu sevmisti, bu bilgi uzerine atlayip radyonun buyuk abimin evde dinledigi bir radyo oldugunu ogrenince atolyedeki muziklerin de E' nin tercihi olmadigi anlamakla biraz olsun rahatlamistim. Cunku atolye sahibi Ankara' li ablanin muzik zevki benim depresyonuma hic iyi gelmiyordu ve bu muzik bile denmeyecek seyleri dinlerken ablanin kaynanasi ve kocasiyla sidik yarislarini dinlemek zorunda kalmak iyice kendimi yalniz hissettiriyordu. E' ye uzulmeye baslamistim ama neyseki hassas halinden dolayi prenses muamelesi goruyordu ve emin ellerde sayilirdi. E' nin kiz kardesi ise oyle zit bir karakterdi ki: kibar degildi, ne sesi ne de konusmasi'nda incelige dair kirinti vardi, uzun boyluydu ve butun gun oturarak gelinlik kizlarin ceyizlik yatak odasi takimina makinayla sekiller islemesine ragmen tenisci kollari vardi. Teni yanikti, yuz hatlari muntazamdi ve "al gotur  survivor yarismasina koy" turundendi. Onunla bir cift laf ettigimizi bile hatirlamiyorum. E' ye donersek: E ile radyocu cocuk arasinda once biraz yakinlasma olmus, E cocuga iyice asik olmasina ragmen adam evlenmek ya da beraber olmak icin bir istek gostermeyip uzerine de celiskili tavirlar sergilemis. E de gidip bileklerini keserek hayal kirikligina son vermek istemis.
Malatya' nin etrafimi saran bosluguna, sicagina ve bunlara ragmen memnun insanina dayanamadigim icin annem  biletimi alip beni azad ederek Ankara' ya gonderdi, abime doktorun "erkek arkadasi olursa iyi gelebilir" tavsiyesini iletmis olsa gerek ki ulasir ulasmaz ilk isim o zamanki yavuklum L'yi eve getirmek abimle tanistirmak oldu. Sonra ise L evimizin bir parcasi oldu. Hatta abimim beni hayata dondurmek icin ayarladigi deniz tatiline L'yi birakip gitmek istememem uzerine L de bize katildi. Geleneksel abim, kiz kardesini kiskanmak olayini kendini biraya vererek hergun icmek suretiyle hafifletmeye calisiyor, ben her gun bir aglama  nobeti geciriyor, L bir sey yapamiyor diye bazen dayanayip o da agliyor, onun disindaki zamanlarda ise denize girip, alisveris yapiyor, aksamlari yuruyuse cikiyor, evde buz dolabi olmadigi icin aksam bitiremedigimiz karpuzlari sabahlari hemencecik yenmek uzre siraya koyuyorduk. Tabi tatilde sadece ucumuz yoktuk, o sira askerden gelmis sevgili T ve T' nin sevgilisi B de ordaydi. T' nin piskolojisi feci bozuktu o yuzden B haric hepimiz kendine gore bir telden caliyorduk. T bahcedeki yesil uzumlerden uzum eksisi yaptigi gun ilk defa mutlu omustu ve yuzundeki duygu karisikligi ifadesi sonunda birseye donusmustu. B ise abisini uyutmus, sevgilisi ile tatili cikmis olmanin yari gerginligi yari zevki icinde bir tatil gecirdi. B abimin o zamalar kiz arkadasi olan A' nin arkadasiydi, ve  A tutucu babasindan dolayi orda olamadigi icin B.  A.' ya karsi kendinde bir ustunluk hissediyordu. Sonra T, B den ayrildi, B oldukca uzuldu ama T baskasi ile evlendi sonra B'de baskasi ile evlendi. Abim ile A evlendi. Ben ile L' de ayrildik. L baskasi ile evlendi, onun yalnizliga pek dirayeti yoktu zaten. Ben ise yoluma cikan doktorlara muhendislere kanmadim butun tekliflere ragmen hep kendi kutuma gittim. Kuzenimin kuzenleri olan guzellikleri ile meshur iki kardes var. Bu iki kardes dogru duzgun kariyer sahibi olmamalarina ragmen gelecek vadeden mesleklerden kocalar bulmalari ile meshur. Buyugunun esi doguda bir sehirde dis hekimi ve anladigim kadariyla iyi kazaniyor. Ikincisinin esi ise avukat, onun kazanci hakkinda bilgim yok ama adamin tipi o kadar kotu ki kizin tas gibi haliyla o adamla evlenmesinden anlasilacak sey adamin gelecek vadediyor olusu olsa gerek. Bu ikinci kardesin dedigi "zamanla bir kizin kismetlerinin de buyuduguydu", umarim kendisi optimal zamanda secimini yapmistir. Iste galiba benim evlenmem icin de adamin doktor muhendis filan degil, bildigin zengin olmasi, tipinin Kivanc Tatlitug ayarinda  olmasi, uzerine de bu parayi kazanmak icin calismamis olmasi boylece hayat dair zevklerinin olmasi filan lazim. O zaman  kendi basina ulasamayacigim bir kombinasyon havadan inmis olur ki, kismet deyip ben de atlarim herhalde.
Konu yine dagildi ama E' den bahsediyorduk degil mi. O meshur yazin sonunda bir iki gunlugune Malatya' ya dondugumde dikis nakis atoylesine ugradim E' nin haberlerini almak icin. E' nin baska biriyle nisanlandigini ve havalarda uctugunu ogrendim, atolye sahibinden. O mutlu haberden sonra E icin endiselenmeyi biraktim ama her firsatta bana ogrettigi boyma teknikleri ile birseyler boyadim.  Abime A ile evlendigi gece giymesi icin beyaz bir atletinin uzerine kirmizi kocaman bir kalp boyadim ve sagina soluna bir iki aksesuar koydum. O gece kullanmadiysa bile daha sonra abimin o atleti giydigini gordum. Final haftalari sonunda vucudumda biriken enerjiyi atmak uzre boyayacak bos bir kumas bulamadigimda annemin beyaz donlarina cicekler ve kalpler yaptim, bos beyaz buluzlarimin sirt kisminin ortasina mavi gri bulutlar boyadim, hersey iyi oldu...

Friday, July 27, 2012

The Forsyte Saga

deliligi ile bir gunde herbiri 110 dakikalik uc bolum seyredince haliyle insanda bir gerceklik kaymasi oluyor. Filme cok kaptirinca olur ya, film biter ama cevaplanmamis sorular kalir. O son sahnenin disinda hikaye yoktur, ama izleyiciye oyle gelmez. Sanki hikaye devam etmektedir ya da devam etmemesi icin bir sebep yoktur ama direktor ya da senarist sizi umursamazca kafasina gore takilmaktadir ve noktayi koymustur.

Bu dizi serisinde oldugu gibi hikayenin kaynagi bir kitapsa, bir karakteri tam anlayamadiginizda kitapta karakterin nasil cizildigini merak edersiniz, sanirim kitablarin filme ustunlugu de bu ince kisilik analizleri ve tasvirler. Filimde ise eylem ve goruntusu uzerinden isler yuruyor. Ingiltere' nin "countryside" ' ini istedigi kadar anlatsin kitap, gercegini gormek kadar etkileyemiyor insani. O yuzden goruntu ve muzik esliginde olaylari seyretmek kitabi asan luksler. Ote taraftan da  karakterlerin zihinlerinin  icine girebilmek ancak kitapla mumkun. Bir kitabi okuduktan ve sevdikten sonra  filmi cekilirse merak icgudusuyle izlemek isteyebilirim ama filmini izledikten sonra kitaba donmek cok da etkin bir davranis olmayabilir. Yapilmaz demiyorum ama artik gunlerini vererek "fiction" okumak zamani degil gibi geliyor, gerci bu fikrim de degisebilir, eger yasamimi kazanmanin kolay ve az calismali bir yolunu bulabilirsem.

Wednesday, July 25, 2012

Ofis saatimde

kutuphanenin onuncu katinda fazlaca sogutulmus odamda tuyleri diken diken  bir halde bekliyorum. Ofisin ici disina getirilmis vaziyette cunku bana gore: tasinmak icin toplarlanmak lazimdir  ve bunun icin ilk is olarak butun cekmeceleri bosaltmak ve raflari indirmek gerekir. O yuzden mekanin icini disari getirip sonra meydana cikmislarin arasindan kalacaklari, gidecekleri, kutuphaneye bagis olabilecekleri secmek gerekir. Bes yila yayilmis ders notlari, basilmis ama ya okunmamis ya da yari okunmus makaleler,  gorusmelerimizden kalan, zamaninda servet degerinde olan tez hocamin el yazmasi notlari, tekrar internetten bulmasi ve kagida basmasi bin zahmet olacak ama tasimasi da o kadar zor seyler sana bakar dururlar. O anlarda cesur olmak ve onlari cope atmak gerekir, yoksa onlarin agirligindan kurtulmanin ve temiz bir baslangic yapmanin imkani yoktur. Eski listeye kaldigi yerden devam etmek mi yoksa yapilacaklar listesini yeniden yapmak midir mesele.  Burda tozlu notlar, evde rengi atmis kiyafetler, az defa giyilmis ya da hic giyilmemis sonra dolapta durmak suretiyle sinirlerimi bozmus bluzlar,  icinde rahat edemedigim topuklular, bir kosede yillarca beklemekten derisi sertlesmis ayakkabilarla devam etmek istemiyorum. Hepsinden ve daha fazlasindan kurtulmak istiyorum, mumkun olsa...gecmis kotu olmasa bile anilarin agirligi insani yoruyor.

Saturday, July 21, 2012

Iki gozlemle

basliycam ve muhtemelen de bitiricem. Gecen Eylul'de ilk defa programlama dersi almaya baslayinca ve bilgisayar ekraniyla basbasa gecirdigim zaman diliminin buyumesiyle internette  tonla gerekli gereksiz sey kesfettim. Bunlarin bir tanesi de anne blogu, "blogcu anne". O aralar hamilelik ve dogum uzerine takinti boyutunda kafa yoruyor Youtube'dan bolca dogum videosu seyredip, doganin kadina yaptigi haksizliga lanet ediyordum. Bir taraftan da buyuk bir gonullulukle hamilelik ve annelik seruvenlerini paylasan kadinlar vardi, orda burda  ve en cok da blogcu anne'de. Blogda beni rahatsiz eden bir durum vardi ama cok da isim koyamamistim, neyse ki en son unlu bir anne'yle sohbet ederken bir okuyucu blogdaki portrelerin ortalama hayat sartlarina sahip anneleri temsil etmediginden yakininca anladim ki bu blog hakkaten fazla elitist. Yorumcu bundan yakinmis, blogcu da "bu insanlar cekilisle belirlendi, bunda sonra da oyle olacak" deyip gecistirmis, ozur bile dilememis kisaca umursamamis. Ben de dayanamayip, "bu cekilise katilan insanlar, cekilisin sonucunu belirleyenler, ve konu annelikse cocuguna yatili bakici tutamayan, en basit ihtiyaclarini zorla karsilayan anneleri eksik hissettirmek ne derece duyarlica bir davranistir" diye bir yorum biraktim. Insanoglu' nun ne kadar ozenti bir canli oldugunu biliyoruz, onlari gereksiz ruh hallerine sokmanin anlami nedir. Parasi oldugunda kendisi kesfeder en iyisini, en guzelini. Baleye giden, ailenin yeni nesillerini gordukce iyice ikna oluyorum ozenti halimize. Once ezik hissederek baslayip, sonra ozenerek ve taklit ederek, en sonunda -tabi kismetse- bir yuz yil icinde de ozentilerimizde samimi olabilmeye...
Ikinci gozlem de yarina kalsin.

Friday, July 20, 2012

bir arkadasin

 iki yil once pismis as(h)a salatalik tursusu katarak yaptigi yemegi begenmis omaliyim ki, o gun ayni masayi paylastigimiz arkadaslardan birine sorup, yemegin "beef straganof" oldugunu ogrendim ve yaptim da. Yemegin pismesini bekleyemeyip karnimi doyurdugum icin  tadinin neye benzedigini henuz bilmiyorum. Bir tek icine kuru sarap koymak gerekiyordu ama evde sarap niyetine sadece sisenin dibinde kalmis Riesling vardi ve onu kullanarak ne tatli sarabi ne de yemegi heba ettim. Kuru alkol olarak bol miktarda mevcut  olan votka ve ram'la da yemegi riske etmek istemedim. O yuzden yemek aslina uygun olamadi. Ama tipi tastamam uydu.
Bu yemegi yaparken bir suredir gozumde canlanan Avrupali, evde arkadas(lar)ina yemek yapan becerikli, Amerikalilarin deyimiyle "ne yaptigini biliyor grounen" tipler aklima geldi. Olur ya: bir taraftan sarabini yudumlarken diger taraftan en taze ve orjinal malzemeleri kullarak makarna sosu hazirlar ve ,alisilmisa inat, bu bir kadin olabilecegi gibi bir erkek de olabilir. 
Bugun itibariyle Almanya vizemin gelmis olmasi ve gidis biletimi de almis olmam olabilir bu halusulasyonlara sebep. Amerika'da insanlarin cok fazla yemek kulturu yok ama Avrupa' nin oyle olmadigina eminim. Artik evde lahmacun denmeleri yapmak yerine, bir iki Fransiz mutfagi, bir iki Hint, bir kac tane de ordan burdan cikip klasiklesmis yemeklerden yapmaya elimi alistirsam iyi olur, beef stroganoff icin kendimi kutluyorum, ikinci hedefin bicakla kesince ortasindan tereyagi dokulen tavuk dolmasindan yapmak, onun da bir adi vardi ama hatirlayamadim yine.

Thursday, July 19, 2012

"Post'um geldi"

benden beklenemeyecek kadar civik bir tabir olsa da aciklayiciligi acisindan tercihim oldu. Iki gundur kakaolu kek yapmaya andetmistim. Tarif bulmak icin youtube'da izlenmedik video birakmadim, bloglara da baktim en son goruntu kirliligine dayanamayip kalkip kendime gore bir tarif buldum. Amacim kadife gibi yumusacik bir kek yapmakti. Tarif dogaclama oldu, kek de firindan cikti ama henuz tadina bakmadim, cok kadife bir durusu yok ama caylarin yaninda gideri fazlasiyla var. Kek piserken evi terkedip kosuya bile ciktim, aklim kekteydi ve kek uzerinden uzun bir yolculuga cikti zihnim. Yemeklerinin estetigi ile meshur halarim aklima geldi, koy sartlarinda kocasina herseyi sarma formunda yediren halam M, Avrupa' nin gobeginde kendi restoraninda ascilik yapacak kadar isleri ilerletmis buyuk halam E, yarim saatte uc cesit yemek yaparken bir seferinde sure bir saatte cikti diye utancini ocak eksikliginden diyerek bastiran S halam, evinde ve yemeklerinde estetigin doruguna cikmis halam Z, aklima geldi. Kalabalik gelmis olabilir, ama o bahsettigim kirka yakin kuzenin annesi babasi da bunlar iste. Annemin ve babamin ailelerine bakinca hayretle goruyorum ki nerdeyse hic fire yok, arada erkeklerde asiri sogukluk, bazen inatcilik gibi seyler ciksa da iki tarafin da kadinlari karakterli ve caliskan cikmis...Mesela alkoliklik derecesinde (muhtemelen derece degil artik, bildigin alkolik) kocasina ragmen insanlari imrendiren bir duzen kurup butun cocuklarini hizaya sokabilmis yarisini ogretmen yarisini hukukcu yapmis teyzem C, siyasi sebeplerle Avrupaya kacmis kocasinin yillar icinde tuttugu sevgiliyi agir baslilikla ve anlayisla evinde agirlayan dunyanin en yumusak insani S teyzem, diye liste uzar da gider. Bu hatunlarin arasinda annemin unu ise hepsini asar. Annem ne S gibi sakin mizacli ve anlayisli, C gibi duzen ve disiplinli, halalarim gibi estetik duskunu ve maharetlidir. Annem Z akillidir, rasyoneldir, anlamaya ve ogrenmeye aciktir, dogrusunu ogrendigi zaman kirk yillik gelenegi birakmaya hazirdir, bir de risk almayi sevmese bile sartlar gerektirdiginde hatta gerektirmeden en cesur adimlari atabilendir. Bu kadar kadinin ortasinda insanin kendini guvende hissetmemesi mumkun degil.

Monday, July 16, 2012

Bilmedigimiz

o kadar buyuk seyler var ki, mesela evren nasil varoldu, o tozlar ve gazlar bu bosluga nasil geldi, bu uzay dedigimiz bosluk  da nerden cikti, hic birsey yokken nasil olur da bosluk vardi, bosluk(mekan) bile yokken  materyal olan neyden bahsedecegiz. Bugun bir ara bu soruya bir donus yaptim ve sanki ilk defa farkina varmis gibi bir tutukluk yasadim, boyle zamanlarda etrafimdaki hersey anlamini kaybediyor, hic soylenmeden hergun ofise giden ve bunu hayatlarinda en buyuk bir ciddiyetle yapan insanlari dusunuyorum, bu celiskiyi anlayamiyorum. Bir tek bu anlarda tesaduf olmayan ya da tesaduf ise bile bizim algimizin sinirlari disinda bir tesadufle varoldugumuzu dusunuyorum, uzay dedigimiz seyin disinda da birseylerin dondugunu dusunuyorum ve boyle zamanlarda ne kadar bilincli canli oldugumuzu iddia atsek de farkindalik olarak  hayvanlardan hatta boceklerden farkli olmadigimizi hissediyorum. Bazen insan kendini  bu duzeni anlamaya  adamak istiyor, sonra isler yavas gittiginde hayvanligimizdan gelen yasama arzusu baskin geliyor, sorulari bir kenara birakip mavi gokyuzunun tadini cikarmak  istiyoruz. Ikisi bir arada ise olmuyor, ya yasam ya bilim,  hep birinin aski otekinden baskin oluyor.

Sunday, July 15, 2012

Bipolar Experience

diye baslik atmak istiyorum ama calinti olacakmis hissi veriyor. Uzun zamandir klinik piskoloji/psikaytri konularina  kulak kabartiyorum. Sebebi kendimin, aile fertlerimin ve arkadaslarimin deneyimleri. Ilk defa ciddi/tehlikeli seviyede depresyona 13 yasinda girdim, sonra 15, sonra 19 yasinda. 19 yasinda baslayan rahat bir uc seneyi aldi. Oyle ki 24 yasina geldigimde hayatimin en az 5' te biri depresyonda gecmisti ve geri kalan beste dort' luk dilime fazlasiyla baskindi. Bu depresyon doneminde hic bos durmadim, hep derdime iyi gelecek bir seyler aradim, beni hayata bagliycak. Gecen yil depresyon deneyimimden ogrendiklerimle depresiflere iyi gelecek notlar cikarmaya basladim. O notlari tamamlamak icin vaktim olmadi, bir yerden sonra da yazmak icin motivasyonum azaldi, cunku kime yaziyordum ve yazdigim insani beynini degistirmeye nasil ikna edebilirdim, beni tanimiyorlardi ve bana guvenmeleri cin hic bir sebepleri yoktu.
Neyse, zamaninda grup ve bireysel terapilerin yaninda yanimdaki insanlara icimdeki kasveti ve depresyonu haykirmak seklinde ifade ozgurlugumu kullandim ama "bana misin!"demedi. Psikaytristlerle gorusmelerimden ilk once "borderline" sonra "obsessive compulsive " tanilarini duydum ama ilki olmadigimi cok iyi biliyordum. Bu taniyi koyan sevgili depresif yengemin her kendini iyi hissetmeyen tanidigini yonlendirmek hatta elleriyle muaynesine goturmek suretiyle bol rantlar kazandirdigi doktoruydu. Adam Malatya' nin unlu psikaytristi. Adi gecenlerde, tekrar gecti ama simdi hatirlayamiyorum (Devlet hastanesinin tek psikaytristi olma ihtimali yuksek, Kisla caddesinde de ozel ofisi var, antidepresanlari onceleri bol bol bedavadan vererek ilac' la ilk baglarin olusmasinda vesile oluyor).
Ikinci taniyi ise universitenin doktorundan duydum. Adi Mutlu' ydu sanirim ya da soyadi buydu. Adam'la gorusmeye gittiginizde icinize bir ferahlik doguyordu. Ayni liseden oldugumuz ortaya cikinca onun bana koydugu tani cok oturmasa da biraz daha guvenilir gelmisti. Ona gore kucuk sehirlerden ve normlara bagli ailelerden gelen kadinlar/kizlar buyuk sehirlerde boylesi bir acilim ve ozgurluk'e maruz kalinca ya da sinif atlamalarinda bazi celiskiler yasiyorlardi. Bundan  kaynakli mi "obsessive compulsive" bozuklugum olusmustu?
Aslinda bahsedecegim sey o degil de Bipolar bozukluktu, liseden arkadasim N gozumun onunde normal bir insandan bipolar'a donustu. N basarili, derslerini fazlasiyla onemseyen biriydi, hepimiz oyleydik ama onunki daha ileri seviyedeydi ve baska karakteristik ozellikleri de vardi. Mesela, arkadaslik iliskilerinde asiri acik sozlu olmak gibi bir sorunu vardi ve bu onun arkadasliklarinin cok derine inememesine sebep oluyordu. Lise ikinci sinifta ameliyat olmasi gerekti ve bir donem boyunce okula gelemedi. Okul ertesi ders yilinda tekrar baslamadan bir sure once major bir depresyona girdi. Kolunu kipirdatamaz olmustu, annesi butun kizlari (15 kisi kadar oluyor) eve cagirmisti, ve N' yi o halde gorunce hepimiz buyuk bir sok yasamistik. N hayalet gibiydi, cumle kurmakta zorlaniyordu, sonra onu kendimizle yurda getirdik, ilaclarini icirdik, o donem bol bol doktorlara goturuldu. Bir ayin icinde eski N gitti yerine yasam enerjisi patlamasi olmus N geldi. O aralar test cozerek universiteye hazirlaniyorduk, N' nin 20 soruluk testleri 5 dakikada, test kagidini rengarenk pariltili kalemlerle infal ederek cozmesi  siniftaki baska bir arkadasimiz H' ye ayni ilaclardan kullanarak sinava hazirlanma fikrini vermisti. N'de libido patlamasi da oldu haliyle, hicbir cekince duymadan hocalara bile kendisine yuz vermeyen S' nin sikayetini yapiyordu. Sinif olarak boyle bir eglencenin ortasina dustugumuze inanamiyorduk, N' nin bitmeyen istahindan dolayi kantine yuklu borcundan sonra cozum olarak bizlere gelip "bana sundan/bundan alir misin?" demek zorunda kaliyordu. N' yi browni keklerle besledik, gunde en az uc dort tane.
Sonra okul bitti, N az cok istedigi bir tip fakultesine yerlesti ve o manik hali'nin yerine donguler gelip gitmeye basladi. Uzun donem hem depresif hem de hiperaktif haller icindeydi, bir ara sular seller gibi Ispanyolca ogrendi, ardindan surucu testinden kaldi bir daha bastan almak zorunda kaldi, sokakta yuruyen ciftlerden nefret etti, bol bol Amerika ziyaretleri yapti ordaki kardesleriyle sorunlar yasadi,  dondugunde ailesiyle sorunlar yasadi. Bir iyi bir kotu, bir kac yil devam etti bunlar. Son yillarda N ile uc defa karsilastik. Birinde Ankara'da Ocak ayiydi, saclarima garip bir oraganik boya ile alisililmamis bir golge yaptirmistim, sacimi begenmedi "eskisi daha iyiydi" dedi.
Ikincisinde San Francisco'da gorustuk, ondan cok annesi tarafindan alikonulmama icerlemisti. Ucuncusunde lisenin mezunlar gununde Ankara' da bulustuk, onda da cok kalamayacagini bastan soyleyerek bir mesafe koydu insanlarla arasina ve herkesten once ayrilip gitti. N sert goruntusune ve direk olusuna ragmen, tatli bir insan aslinda. Annesine N'ye sarilip fiziksel sevgi gostermesi gerektigini soyledigimde, bunu su ana kadar hic yapmadigini ve nasil yapacagini da bilmedigini soyledi. Ondan sonra her firsatta N' yi kucakladim, neyse ki bir de kucaklmalari ile meshur F' miz var. Onun kucaklamalar uzerine okuduklariyla bizi cesit cesit kucakladigi ve hangisini sevdigimize dair fikrimizi sordugu olmustur.
Konumuz bipolar'likdi. N uzerinden bu rahatsizligi tandidim, sonra uzerine tiyatro oyunlari, kitaplar, filmler gordum. Onla da yetmedi, ayni tani ortanca abime kondu. Ancak N ile aralarinda cok bir benzerlik goremedim. Abim ise "mutluluk basit ve hirslarindan arinmis yavas bir hayat yasmakta" deyip Ibrahim Tatlises Mp3' leri doldurmaya baslamisti. Sonra kucuk abime de ayni tani kondu ki o da N kadar renkli bir cesitlilik gostermiyordu. Bizimki ancak ya susarak tepkisini dile getiriyordu ya da eve dev miknatislar getirip onlarla oynarken, "bu miknatizlar bize birsey anlatmaya calisiyor" diyerek uzerine uzun uzun dusunurdu.
Simdi kendime ayni taniyi koyuyorum, sanirim bipolar' im hicbirseyi olmadigim kadar. Ayrica akli basinda ve saglikli bir sekilde bipolarim.

Friday, July 13, 2012

Boston'a

gittim bugun, sabah erkenden kendimi suruklercesine tren istasyonuna goturdum. Kendi-allerim su aralar hayatla yari kopuk olduklari icin evden cikarken donusunden urkuyorum Neyse sabah erkenden Boston'a ulastim, amac Alman konsolosluguna gidip vize talep etmek, ondan once Scientology klisesinin (tapinaginin) oldugu alandaki fiskiyeden ibaret havuzda, sularla oynayan minikleri seyrederek seftali ve ekmek uzerine eritilmis peynir'den olusan kahvaltimi yaptim. Sonra konsoloslugun yolunu tuttum, mol'un icinde oyle garip bir mekana koymuslar ki, adres tamamen zorlama olmustu. Aradiginiz numarayi bulmak icin alakasiz bir yerden asansorle bilmem kacinci kata cikiyorsunuz, sonra ordan da baska bir asansorle gidiceginiz ofise..
Oraya kadar sorun yoktu, ancak benle randevu yapan gorevli, arzu ettigim bir vize icin basvurumu kabul etmek yerine apayri bir kategori koydu. Ona turist vizesi yeter desem de "turist vizesi veremem, calisma vizesi veremem" dedi ne varsa onu ver demeye getirdim ama olmadi. Kendi kendine bir kategori yaratti sonra da "git su su evragi getir" diye beni basindan atti. Boyle evrak islerinden nefret ediyorum, ustune bir de demez mi "gidince nerde kalicaksin" diye, evim olucak ama henuz yok dedim onu da kabul etmedi, "akrabalarim var onlarda kalirim, merak etmeyin" dedim; akraba lafini duydugu gibi, o zaman onlarin da pasaport fotokopilerini ve seni davet eden mektuplarini getirmen lazim dedi. Hatta eger Alman vatandasi degillerse bu evraklar daha da karmasiklasiyormus ki o kisimda bir kopukluk oldu ve anlayamadim bir yerden sonrayi. Sonunda gorevlinin dedigi bir kategoriye girdigime dair Alman enstitusunden mektup getirmem gerekiyor, tabi bunla da kalmiyor. Ha bu kategori de neymis derseniz, bilmiyorum, cunku sitelerinde bile bundan bahsetmiyorlar ama sagolsun kadin kagida yazdi Almanca birlesik kelimeler, umarim bir anlayan cikar.
Vize basvurusu yapamamak ve bu yuzden trenle bir saatlik Boston yolunu tekrar katedecek olmak elbette ki uzucu, uzuntuden karanlik metro' nun videolarini cektim, trenler ustune ustune geliyor ve birine binip karanliga daliyorsunuz. Saka gibi gelebilir ama hareket halinde olan ve istasyona hizla girmekte olan trenden acayip korkuyorum, korkumun derinliklerinde babamin anlattigi tren kazlari ve trenlerin fren yapma yeteneginin eksikligi ve tren'in gore gore uzerinden gectigi insanlarla illgili hikayeler olabilir. Yorgunsam ve zihnim cok da acik degilse uzerime dogru gelen tren deneyimini, kulagimi tikayip ters yone bakarak savmaya calisirim.

Sonra Harvard'a gittim, hediye dukkanina iade edilecekleri verdim,  ardindan bir Thai restoranina oturup yemek istedim. Menude noodle (makarna) ve deniz canlisi varsa neyi sececegim belli demektir. Bu iki takintiyi da anlamais degilim, cubuk makarna'yla baslayip butun dunya makarnalarina uzanan buyuk bir sevgi bu, hatta ne zaman istah sorunu ceksem ya da hastalanip yemek yiyemez olsam makarna yiyerek yasama donerim. Bunun yanina Turkiye'deyken  marketten donmus karides, midye alip onlari cengaverce yemek uzerinden baslamis deniz urunleri sevgisi  eklendi.  Benden sonra yan masaya baska biri geldi, o da tek oturuyordu ama gelisinden cikana kadar telefonla konusmak suretiyle yemegini tek basina yememis oldu. Bizim gibi bir masayi tek kisi isgal edenlere isletme sahibi sinir oluyor mudur diye dusunuyordum ki tabagim onumden alindi, "madem tek oturdun simdi kalkmak vakti gelmistir" diyordu garson. Her neyse, biz de kalktik.
Ardindan Harvard'in cimligine oturup etrafi seyrettim, ortalik turist kayniyordu, meshur Harvard'in kurucusu John Harvard diye bilinen heykelin (aslinda heykel ona ait degil)  ayagini tutarak resim cektirenler, Harvard deyip saygiyla yaklasacagina dudagini buzup one dogru hafifce egilerek seksi pozlar verenler derken bir ara kuslarin videolarini cekerken kendimi yakaladim. Asagiya ilistiricem gunun butun videolarini.
Harvard'dan sonra metroya binip merkeze geldim, ordan da cin mahallesine yurudum. Zaten ne zaman New York'a ya da Boston'a gitsem Cin mahallesine ugramadan ziyaretim Tanri katinda kabul omaz diye oralarin da hatrini sorar, adi lichi olmayan fakat ayni aileden gelen meyvelerini yer, Dorian ya da Jack fruit ya da Dragon Fruit'le bir tat alis verisi yapariz. Bugun de pek hos kokmamasi ile meshur Cin marketinden evde sushi yapmak icin su yosunu yapragi (nori) ve ayreten fasulye makarnasi aldim. Bir de kocaman bir mango... Eve gelir gelmez de hayal kirikligimi alsin diye ilk isim isira isira kendilerini yemek oldu.
Simdi kendimi daha iyi hissediyorum, Carsamba tekrar randevum var, Carsambaya kadar evrak toparlamam lazim, ne istiyorlarsa hepsinden bol bol...
Asagida da gunun videolari olsun istedim ama videolar malesef yuklenemiyor.


Thursday, July 12, 2012

Oglen saat uc gibi

kavurucu sicakta eve donerken, bugun ne yazsam diye dusunuyorum. Ardindan gunun olaylari ya da onceki  gunden kalma ne varsa hepsi bir bir su ustune cikiyor. Onlar zihnimde yavasca akiyor sanki, demek ki sessizce de hikaye anlatilabiliyormus.
Itiraf etmeli ki hayat son yillarda bana iyi davrandi. Elimdekileri tutmak yetecekti, dort yil once Buyukada'da tepeye tirmanirken Rum bir falci' nin  dedigine gore. Sonunda savasmak donemi bitmist, en azindan bir sureligine. Onun dedigi gibi mi oldu yoksa gereksiz yere savastim mi,  savasmadiysam bu yorgunluk neden...

Wednesday, July 11, 2012

ölmek/Ölüm/ölmesi

korkusu... diye genisleterek konuya gireyim. Woody Allen roportajlarinda oleceginin farkina vardigi gunden beri hayatin kendisi icin sadece aci verici bir yer oldugundan bahsediyor. Yani son 60 yildir adamcagizin hisleri ve dusunceleri olmek dusuncesi ile  mesgul, 40 yildir da her roportajinda sikilmadan dile getiriyor ayni konuyu.
Olum dusuncesi ile takintili yakin arkadasim vardi lisedeyken. Her laf,  "bir gun olecegiz, ne aci!!" ya geliyordu. Neyse ki bulasici olabiliecek bu dusunce bana gecmedi cunku beni mesgul eden bir gun olecegimiz degil, o olunulecek gunu bilmiyor olmakti.
Ölüm, uzerine dusundugum felsefik bir konudan ziyade hayatima erken bir vakitte girmis bir gerceklik oldu. O yuzden ki kendi olumun degil ama sevdiklerimin olumu korkuttu. Ölümleri ardindan onlarsiz yasamaya alismak sureci kadar, o olumlerin ne kadar ani ve beklenmedik olacagi, o haberi duymak zorunda oldugum an yasayacagim travma korkuttu beni.

Kendim icin ise bir tek "pisipisine" derler ya, iste o sekil olmek istemiyorum.  Istekler demisken, olum haberi de duymak istemiyorum, ama olmedikce ve yasamaya devam ettikce bu ikincisi de kacinilmaz. "Lanet olsun!"diyerek bitiriyorum.

Monday, July 9, 2012

Gunluk

cikardigim yazilarda Turkce karakter olayini da halledebilirsem otorite boslugunu kullanip yavas yavas bagimsizligimi ilan edicem. Bu arada yazilar siklastikca daha da dogallasiyormus . Icerik olarak yalin ama gercege daha yakin oluyor ki bu onu  gozumde daha kiymetli yapiyor .
Bugun ustu acilabilecek tonla konu var, mesela "bir bilim adami ne icin yasar ya da ne ile yasar? sonra hayattan zevk alma yolu nedir?" konusu el atmak istedigim "top" konu ama ondan once aciklik getirmek istedigim sey; insanin beyni nasil yalama olur, beyninin ardindan da o beyin tarafindan yonetilen bedeni kontrolden cikar ve sonunda derler ya "bagli oldugu sey her neyse onla baglari pamuk ipligindendir" durumu ortaya cikar.
Mutlu olmak ve altust olmak arasina iyi ya da kotu bir e-mail girer. Bir seyi yapmaya hevesi olmak ve onu bir dakika icinde kaybetmek icin zor bir makaleyle burun buruna gelmek yeterlidir. Iyiymis dedigin seyin iyi olduguna kendini kandirmissindir sadece,  bir sey gozune kotu gorunuyorsa da yorgunsun ve mucadele gucun yok demektir, o yuzden iki seyin her an yer degistirebilecegini bilmektir. Bir kac gun arka arkaya kosturduysan, bunun farkina varmani saglayan sey konusurken sesini daha fazla yukseltemiyor olmandir. Ya da "ha gayret!" diye bedenine yuklenirken onun zaten  elinden gelenin en iyisini yapmakta oldugunu bilmektir.
Yuksek frekansli inisler cikislar yasamaktir, ustelik bu denli izole hayatlarin icinde.

Sunday, July 8, 2012

Soz verdigim

uzre,  gelismelerin comertce belirledigi gunluk yazi:
Cathy O'neil diye bir blogcu var, kendisi matematikciyken iki yil once bir anda finansa gecmis simdi  de data science (veri analizi) yaparak hayatini devam ettiriyor New York sehrinde. Blogunu okumamin bir sebebi kadin olusu, ikinci sebebi elbetteki yazilari, ucuncu sebep ise ozel olarak zihnimi mesgul eden konularda yazisi. Matematik, kadinlarin matematik yaparken karsilastigi onyargilar ya da sadece akademiye has problemler, bir matematikcinin akademi disinda yapabilecekleri, bankacilik ve alternatif bankacilik... bunun yaninda data analizi uzerine cok iyi propoganda yapiyor. Bugunki yazisi tuvalet kagidi duzenekleri uzerineydi ki pek begenmedim, hatta kendisini oyalarken bu turlu mesguliyetler bulmak zorunda olmadigini dusundum. Bu insanin zihniyle var olmasini anliyorum ama saatlerini vererek tuvalet kagidi duzenegi uzerine yazi yazmasina bir de insanlara(nerd' lere) bunu okutarak onlarin yazik ettigi vaktine acidim ve okuyanlari daha da detayci insanlar haline getirerecek bu tur bir yaziyi yerinde bulmadim. Cathy: Birak sen dusunme bunu! Duzenegi yapan dusunsun, bir on yilda bulamadiysa ertesi on yilda bulur, belki de dusunmeye degmeyecek birsey, senin dusunmen ise bildigin etkinsizlik!
Neyse konu o degil aslinda,  gunun gelismesi su ki bugun arkadasim H. iki yildan sonra benimle iletisime gecti. Hic bir sebep yokken (belki de vardir) iletisimini durdurmustu. H ile gecmisimiz yatili lise yillarina dayanir, birbirimizin en iyi dostuyduk. H'nin tarafinda cok fazla tutkudan kaynakli fazla inisli cikisli bir iliskiydi(tutku dedim ama bu bir kiz-kiza iliski). Bir yerde bikkinlik seviyesine gelmisti o inisler, darginliklar. Sonra universite'de yollarimiz ayrildi, H buyuk bir hayal kirikligi ile Istanbul'da bir tip fakultesine gitmeyi beklerken Konya'ya gitti ki,  "H bundan sonra toparlamaz artik" derken, tersine bu sehir ona cok yaradi. Depresyonda gecirdigim Bilkent yillarinda onun yoksunlugundan dem vuraken ve herseyi paylasabilecegin iyi bir kiz arkadas arayisi icindeyken, o gittigi okulun en basarili ogrencisi olarak etrafindan gelen ilgi ve icine girdigi dindar kizlar grubu ile hayatindan daha once olmadigi kadar memnundu (anladigim kadariyla). Sonra H' nin yolu uzmanlik icin tekrar Ankara' ya dustu, benim yolum da ABD' ye. Boylece dostlugumuz yilda bir gorusmek uzerinden yurudu. Ta ki iki yil once bir Amasra gezisinde birbirimizi cileden cikarana kadar. Suya nazir oturdugumuz kafede ben sarap icerken H de basortusu icinde nargilesini iciyor, elinde ki Cemil Meric jurnal' inden parcalar secip okumami istiyordu. Absurd bir goruntu olusturuyorduk goruntuden de ote ben onun dini inanclarini anlamiyordum o da hayatima dair yeni ogrendigi detaylari sevmemisti. Aramizda bir gerginlik oldugu ikimize de malumdu. O geceyi gecirecek otel bulamamistik bu da geri donmek anlamina geliyordu, gun batiminda yuksek bir tepeye cikip kasabayi seyrettik. Gunun en guzel kismi oydu. Ardindan aksam yemegi icin bir balik lokantasina oturduk. H ile yemek zevklerimiz birbirine uymuyodu, ve onun akdeniz mutfagina, istahla yemek yemeye, yemekten buyuk zevk almaya atfettigi garip bir onem vardi. Bunlarin birinde basarisiz olursaniz onun elinden cekeceginiz vardi.  Kizarmis bir tava balik (kucuk balik, istavrit olsa gerek) istedi, ben de izgarada pismis  buyuk balik istedim, sonra getirdiklari salataya yag koymamalarini yagi yaninda getirmelerini istedim. Salata dibindeki bir su bardagi birikmis yagin yaninda bir sise zeytin yagi ile geldi ki, garsonun bu kadar basit bir seyi yapamamasi ya da belki hic bir musterinin bunu talep etmemesi hosuma gitmedi. Ya da adamlar karsisindaki memnun etmek yerine elindeki seyi satmak derdindeydi ki Turkiye'ye dair bu farkindalik sinirlerimi bozma asamasina gelmisti. Garson memnun olmamama, bende bir terslik varmis gibi bakti. Ayni sekil H de. Cogu esnafi bu ve buna benzer sebeplerden sevmem (bunu soylerken Istanbul'da kapali carsinin gobekli esnafi gozumun onune geliyor, cin mallarini el yapimi diyerek turisti kaziklamaya calisan, sagdan soldan gecen hatuna yiyecekmis gibi bakan, arada da laf atmaktan cekinmeyen), yasam kavgasi diyeceksiniz ama her isin bir ahlaki olmali, hayatinda hicbir iste basarili olmadi da sonra bu isi yapmaya basladi ve son para kazanma sekli bir yolunu bularak benim cebimden o parayi cikarmaksa ona ne saygi duyucam, neresini sevicem.
Hikayenin devami var, o yemekten kalktik ve plaja indik. Plajin gerginligimizi alacagini dusunuyordum oyle de oldu, kuma dokunarak ayaktan elekriklerimizi bosalmaya baslarken birbirimize soylemeyi istedigimiz fakat o ana kadar engelledigimiz seyler de agiz yoluyla disari cikmaya basladi. H' nin bu derece karamsar olusuna, kendini iyi hissetmek icin hic bir sey yapmamasina sinir oluyordum, o ise o haliyla onu kabullenmemi ve sevmemi bekliyordu. O da benim fazla pragmatik, pratik ve odun vermis halimi sevmiyordu. Onu yari yolda birakmistim ve onun kadar uzgun degildim.
H' nin insanlarla olan dengesiz ve degismeyen iliskisi onlardan beklentileri yillar boyu saskinlikla izlemekte oldugum bir sey. Bir insanin bu derece insanlari anlamamasi her seferinde tanimadigi bir insanin uzerine dunyanin en sirin canlisini bulmuscasina atlayisi sonra hayal kirikligi icinde o insani silisi... H' yi hayal kirikligina ugrattim, o da beni. Ama ben pratik bir insanim alt-ust olmadim 5 saat otobus yolculugu sirasinda iki buz parcasi gibi yanyana oturuyor olusumuzdan. Eve geldim ve iyi bir hastalik gecirdim, abim H' yi aradi ve ne yapmamiz gerektigini sordu, H ise onun kalbini almami bekledi. Bu uzadikca da dostlugumuzu sildikce sildi. Aylar sonra onun yas gununu kutlamak icin mesaj yolladim ve  hic ses vermedi. Boylece " dostum beni terketti!!" itiraflariyla etrafima cok da iyi bir insan olmadigimi anlatmaya calistim. Hic bir dostu olmayan ve dostluklarina  sahip cikmayan insan olmanin yaninda baska insanlarin iliskilerine de "bu ne bicim arkadaslik!" diye saydirarak, ya hep ya hic prensibi ile calistim.
H bugun geri donus yapti facebOk(evet facebok) uzerinden, eve gidince kendisine bir mesaj aticam ama bu ayriliktan ikimizin de bir ders aldigini sanmiyorum, ders alincak bir durum da yok.  O halde ne var, kuru bir hikaye...

Saturday, July 7, 2012

Mommy is here

I finally know the real handicap I have: I can not be happy if I am not independent. Independent of all unnecessary relationships with people you are naturally connected. Independent from the aura of people and aura of places distorted by ordinary people. I love my family and their presence gives me the power to continue but I need to feel that my life is my choice and I am on my own feet to experience true peace. My mom is here, this is wonderful, still I realize so much of her love is a threat to my independence. I was unhappy in all those times there was somebody nearby pulling me towards themselves.

April 1st 2012

Bir aksilik cikmazsa

ve de yazacaklar tukenmedikce her gun bir yazi ilistiricem bu bloga. Bir kac sebebi var bunu yapmak istememin; birincisi unutuyor olmam, gecmis aylara yillara dair sadece bir iki koku var beynimde, gerisini cok hatirlamiyorum. Ancak zorlayarak, buyuk olaylari, etkilerini,  onlara verdigim tepkilerle gecmis hisslere ve dusuncelere ulasabiliyorum. On-line gunluk...  okuyucusu olsa fena olmazdi ama sart da degil, hatta daha ozgurce yaziyor insan, kimseye yazmadiginda.
Buyuk konusmak gerekirse burda gunluk tutsam bile materyale yonelik tuketici bir tavir gormuyceksiniz. Arada Hurriyet gazetesine bakiyordum, simdi nerdeyse tiksiniyorum. Yaz geldi ki su kisi suyuyla tatilde haberlerinden baska birsey yok gazetede, ya da her link unlulerin tatil haberlerine gidiyor. Eminim bunlari okumaktan zevk alan insanlar vardir fakat hastalikli bir durum bu, insanlara deniz kenarinda luks bir otelin plajinda gorulemiyorsaniz yoksunuz fikrini veriyor. Cunku  haber yapilmaya deger tek sey o insanlar. Milletin magazin meyli  bilincsizce kendini asagilamasindan baska ne ki?

Friday, July 6, 2012

Bazen

insan etrafina kizip dusuncelerinde ve konusmalarinda sivrildikce sivriliyor. Boyle zamanlarda, yani birseyi inatla savundugumda dogruluktan saptigimi biliyorum. Herkese matematik ogretip, beyinlerini son sinirlarina kadar stimule edip, herseyi dusunup anlayarak yeniden kesfetmeye zorlayalim demek istiyorum. Sonra da Yeditepe Istanbul' u izleyip insanoglunun yasamsal icgugulerinin ne kadar saglam oldugunu, her sartta para kazanmanin, ayakta kalmanin bir yolunu bulabilmesine hayran kaliyorum. Gercek hayat ne kadar buna yakindir emin degilim ama su dogru ki elestirdigim insanlarin yasama ic guduleri daha guclu ve belki de  hayattan aldiklari zevk daha fazla. Ufak seylere sahip olmak onlari mutlu ediyor, benimse saatlerimi gunlerimi vererek zihnimi sasirtacak bir kitap okumamam lazim o kadarcik mutluluk icin. Yani mutlu olmam artik kisa yollardan mumkun degil, iste hayatin paradoksu, sahip oldukca ya da ogrendikce bunlari azicik arttirabilmek icin tonla caba  gostermen lazim. Azalarak artan bir grafik bu maddeye bagli zevk grafigi.

Nerede

Durucam ve pes edicem olmak istedigim insan olmaktan ya da oldugumla yetinmeye karar vericem.
Mesela herkes gibi iliskilerim olacak, onlarin deger yargilarini zorlamiycam, hatta insanlarla o deger yargilari uzerinden iletisim kurup bir ortaklik yakaliycaz.  Hic bir mantiga hizmet etmeyen rituelleri takip edicez. Muhabbetimin olmadigi bir akrabani "insanlik namina" arayip hal hatir sorucam. Annemin dedigi gibi kendimi hic kimseden buyuk gormuycem ve kim olursa olsun bir sey biliyor diye onu dinliycem, o ne kadar dinlenmek isterse o kadar dinliycem. Kim bana yol gosterecek olsa ona minnet duyucam. Hanimefendi olucam ve bu alcak gonullulugumden dolayi herkes "insanligim" dan bahsedecek.
Arkadasim G. kendisine akrabalarindan gelen "ne zaman bu okulun biticek!" sitemlerine  ek olarak benzer elestiriler yapan 19-20 yasinda olan bir kuzeninden bahsetti. G mulayim bir cocuk oldugu icin ogut vereni de belli ki bol oluyor, ve kimse yasina, hayat deneyimine G'den fazla ne bilip bilmedigine bakmadan G' ye ogutler yagdiriyor. Ben de artik etrafimdan duyar oldum, "omrun boyle mi gececek (heba olucak) laflarini". Annemin bir doktora yapip bitirmeden beni herhangi bir konuda elestirmesine yasak koydum ki cok yerinde bir davranis bu. Ailemi severim aslinda, iyi ve sevgi dolu bir aile ancak bazen evrenin sirlarina ermis halleri var ki, iste o zaman onlari dinlememek lazim.
Baska aileleri dusunmek bile istemiyorum, bence bazi utopyalarda oldugu gibi cocuk aileye ait olmasa hatta ailesiyle yasamasa daha iyi. Ailenin iyi oldugunu bildigi bir seyde cocugunu desteklemesi guzel bir sey, tek sorun cogu ailenin iyi ile kotuyu, gerekli ile gereksizi birbirinden ayiramamasi ama bunu farkedecek kadar da beyninin olmayisi. Kaba oldu belki, ama nasil denir ki bu kibarca?

Thursday, July 5, 2012

Yesterday

My mom asked me what it's like to be stressed out and depressed. I started carefully explaining what it's like for me assuming it's the universal way of feeling blue. She stopped me halfway, saying: No, no, no do not teach me things like that, I do not want to learn it and accidentally feel depressed. She has a point.

May 28 after May 27 2012

Is it okay to be so confused? I have had an emotionally exhausting graduation week. Traveling between two cities, being forced to behave my family in the way they want, meeting new people, getting to know them and then saying good bye. I feel so tired that finally I am slightly scared. I know that I will be much stronger by the moment I finish this post because it always helps to put your confusion in words. It helps you to think and find a solution. I am aware that there is a solution but in the presence of so much stimuli the state of being confused dominates everything else. Last night I was feeling my self to sleep, meaning that I had let all the emotions and fears conquer my brain while my body was tired and my brain was numb and out of my control as if everything was turning into a dream. That moment I did not want to be alone in a different continent, I knew that there was a danger of not being able to get what you want but just lose and lose more. Although I like the subject I am not passionate about being a mathematician and what am I good for if I will not give them my brain which is educated in such a technical subject? If I can finally rest and forget my graduation day I will be back in track and fine.

Milletin yazdigi bloglari okuyorum,

Bir yazida olmasa da baska birinde duygularini, acilarini anlatiyorlar, olana bitene sinirleniyorlar, fikir beyan ediyorlar. Sevdigi muzigi koyuyor, kendini nasil hissettigini anlatiyor unutamadigi birine sitem ediyor ya da arada toplumsal duyarliliklari tutuyor.
Dusunuyorum, acaba ben ne zaman hissetmekten vazgectim diye. Arada bir elimdeki projeler sarpa sardiginda yasam enerjim azaliyor, secimlerimden pismanlik duyar gibi oluyorum ama uzun zamandir hic hislendigimi sanmiyorum. Dogrusu oyle sebepsiz hislere kapilmak da istemem, ama yine de  insan merak ediyor ne zaman bu robota donustugunu.

Kayit dusmek gerekirse

Bugun beynim beni korkuttu. Bazen vardir ya, aslinda neyin dogru ya da  mantikli oldugunu bilirsiniz ama zihniniz ayri bir telden calar. Bugun sabah, vaktinde kalkabilmeme ragmen uyandiktan bir sure sonra tekrar uyumak istedim. Bu ikinci uykudan uyandigimda ise hafif sarhos gibiydim. Sonra vize islemleri, tasinma organizasyonlari, biletler derken saat 12.40'da bir anda "dersim kacta basliyor, 1 miydi?" diye Baris'e sorarak ondan soruyu cevaplamasini bekledim(!) Bu ilk degil, bazen oluyor. Sabah kalkip apayri bir gunu yasiyorum ya da gunun ortasinda "aaa, surda olmam gerekiyordu, nasil unuttum!!" derken o planin degistigini ya da o gunun baska bir gun oldugunu hatirliyorum, bu panik ve farkina varma arasindaki sure tahmin ettiginizden daha uzun ki, iste bu insani tedirgin ediyor.

Henuz iyi bir matematikci olmaktan uzak olsam da simdiden butun matematikci hastaliklarini tasiyorum. Fakire ancak zenginin hastaligi nasip olurmus (O. Cocuklarindan bir replik). Unutkanlik, dalginlik, yazdigi, konustugu ve soyledi uc seyin birbirinden farkli olmasi, arada farkinda olmadan kaba  laflar etmek...

Bir ise uzunca sure konsantre olduktan sonra baska seye dondugunde ufak bir  elekrik kopuklugu oluyor. Bazen dersin ortasinda bir anda uykudan uyanir gibi oldugum oluyor. Iste kisa devrenin beyindeki hali, elektrik akimi farkli bir yoldan gitmeye basliyor ve calismasi gereken devre artik calisamiyor.
Bu tahribatlarin iyi tarafi dunya ile arandaki mesafeye isaret edisi ki fikrimce dunya islerine cok dusmemek lazim, tek kotu tarafi ise bu mesafe daha da acildiginda bunun basa ne dertler acacagi..

Wednesday, July 4, 2012

Uzun yasamak

fikri hosuma gidiyor, itiraf ediyorum.  Frambuaz, yaban mersini ya da bogurtlenleri ucuk fiyatlarina ragmen antitoksidan olmalari boylece uzun ve kaliteli yasamaya vesile olacaklari dusuncesiyle aliyorum. Ya da gecenin bir yarisi domates yiyerek vucudumu temizlemeye calisiyorum, gunlerdir hareketsiz kalmissan gecenin 1' i demeyip yere yoga matt' ini atip 15 dakika pilates yapiyorum. Cogu zaman bunlari yaparken ve uzun yasamayi hayal ederken bir anda hevesim yarida kesiliyor, ileriyi ve basima gelecek olasi kayiplari dusunuyorum, bu kayiplarla bas edebilip edemiyecegimi bilmiyorum. Onlarsiz hayatin simdiki kadar yasanilabilir olmamasi ihtimali, uzun yasama istegimi gozden gecirttiriyor.
Neden mi uzun yasamak istiyorum, hayatima yaptigim onca yatirimin meyvelerini toplamak ve -kaba bir tabirle- yiyebilmek icin. Dusunsenize, hayatiniz boyu zihninize yatirim yapmissiniz, tam o yatirimla buyuk uretimler yapacakken hayatiniz bitiyor, sonuc olarak; hayatinizi iyi optimize edememis oluyorsunuz.  Bazen sunu da dusunuyorum, belki o kadar uzun yasiyacagiz ya da yari yolda oyle buyuk degisiklikler olacak ki  kendimize yaptigimiz yatirim yanlis ya da yetersiz kalicak.
Gelecegi bilmemek cok garip birsey, dogru bu zamana kadar kabullenmem gerekirdi bu gercegi, ama dusunen insan ve bilimci olmanin kustahligi ile "sebebini bilmedigim seye ikna olmama" hakkimi kullaniyorum.
Bilimci inadi olsun bunun adi; bilmemek, bilmek arzusunu yesertiyor. Bakin toptan materyele indirgeniyoruz, Higgs bozon'u da kanitlandi. Cok yol katettik, belki de omrumuz yetecek ne oldugumuzu anlamaya. Onun icin de, dedigim gibi iste: uzun yasamak lazim.

Tuesday, July 3, 2012

Blog elestirmenligi ve ozelestiri

Dun oldukca popluler bir blogu okuyordum (Bir Ankara blogyeri "siminya" diye ararsaniz google'da, rahatca bulursunuz) o kadar cok okumusum ki saat gecenin ikisi oldugunda bile son bir yazi daha okuyup oyle yatayim diyordum. Dogrusu belli bir sinif'a mahsus hayatlarin icindeki ironiyi cok guzel anlatiyordu. Yazilanlari eglenceli bulmama ragmen icinde kurgu ogelerinin de cok fazla oldugu izlenimindeyim . Cunku insan kendi hayatiyla dalga gecebiliyor olsa bile, bu seri gozlem halini kendine yapamaz. Hangimiz bu istahla kendi hayatini gozlemliyor. Demek istedigim anlattigi seyleri yasayan hakkaten kendisi olsa, o kadar seri ve zekice yazamazdi ve eglenemezdi. Ya da arkadasin beyninde extra dopamin bezleri filan var, yasadiklari ona izlenilesi bir film gibi geliyor. Yazida iddia ettigi kisi'yle ortakliklari olsa bile, kendi diye sundugu karakter -gercege bu kadar yakinlikla beraber- kendisi olamaz. Sonucta yarattigi karakter uzerinden kendisini sevdim, sevmesem bu kadar uzerine dusunmezdim.
Tabi o kadar dusunurken, "yahu bu kiz bu kadar malzeme bulmus o sartlarda, biz taa kimlerle dusup kalkmisiz yine de anlatacak, milleti guldururken dusundurecek bir sey yazamiyoruz" diye aklimdan gecirdidim. O dusunce serisi de sona gelmis degil, halen dusunuyorum. Direk "dusun ve beni anla" cikislariyla da blog yazisi okunmuyor. Bu konuda tez yazacak kadar olmasa da 10-20 defa donup dolasip bahsini acacak kadar doluyum.
Sonra Siminya' nin blogunda sevdigi yazilar'a link var. Onlari topladigi linkin adi "T...li yazilar", simdi anladiginiz uzre kufuru "quote" etmeyi bile sevmiyorum, iste bu problem. Arada az kufur, argo kullanmazsan da okunmazsin!! Bunu anlayali iki yil oldu ama bir turlu kufure baslayamiyorum. Gerci ingilizce kufur edebilirim, cunku o kufurmus gibi gelmiyor, sonradan ogrenilmis, dagarcigina katmakta gurur duydugun bir kelime olarak kaliyor.
Sebep su ki; pis pis kufreden onca pis insani gordukten sonra insan kufredemiyor. Bizim ailede kufur yasakti ve yoktu, evde kimsenin on, arka gibi laflar ettigi olmamistir. Disarida da ettiklerini sanmam, belki annemle babam basbasa kaldiklarinda "dirty talk" yaptiysa ki onu bilmem (bence yapmislardir). Belli bir yastan sonra da baslayamiyor insan bu melete.
Neyse olayin savunmasini yaptiktan sonra az katli evlerle dolu kucuk bir sehirede, bir suru doktora arkadasi ile koyun koyuna yasarken bundan espri olarak ne cikarabilirim. Tez hocam burda olsa sunu derdi:"Kim sana espri cikar diyor, otur biriyle ortaklasa makale yaz, su soruyu coz, cozemezsen bilgisayar programi yaz sana simulasyon yapsin, biz bunca sene seni milleti eglendir diye mi egittik " filan der.
Anneme desem ki anne ben komik birsey yazicam o da donup bana "Sen komik bisey/misey yazmazsin, bizim ailenin komigi benim" der. Annen bircok alanda gercekci tabiati sebebiyle fazla destekleyici olmuyor. Bir yazi yazsam, kendisi ile ilgili kisimlardan dolayi bana kuser. Onu "fedakar ve muhtesem, canim annem, sen benim dunyamin isigisin" formatinda anlatmadiysam "cikar icindeki bana dair seyleri!" der ve kuser de. Simdi mesela bunu dememe bile kizar.
Ama desem ki "anne ben bugun partiye gidiyorum, sabaha kadar da gelemeyebilirim cunku cok eglenicez!" kadin inanilmaz mutlu olur, bir tek sabah seni kim getiricek, yaninda guvenilir biri olsun der sonra da "istersen ertesi gun de ayni arkadaslarla takil, eve gelip de ne yapicaksin" der. Yeter ki ben egleneyim, parti yapayim ama arkadaslarla kitap kulubu kurmayalim ya da felsefe dersi almayayim, hatta kafami yoracak hicbir sey yapmayayim.
Ne garip isler.

Her ne kadar

Gitmeden yazmayi istedigim tonla sey varsa da yazilar siklastikca eglenecesizlesiyor. Eglendirmek icin yazmiyorum belki, ama baska turlu yazilar da  pek okuyucu bulmuyor. Aslinda blogumun linkini facebook' ta yada linkedin de paylassam okuyucu bulurum ama o kadar cok insan da okusun istemiyorum yazdiklarimi. Cunku yazarken ciplak hissediyor insan ve bu yazanin kendini rahatsiz hissedecegi turden birsey. Cok buyuk bir aile oldugumuzu, 40'a yakin kuzenim, cok daha fazla ikinci dereceden kuzenlerim oldugunu ve sulalemizin dedikodu ve meraklilik potansiyelini dusununce okuyucu bulmamak mumkun degil. Ama ben bilinmeyen bir sebepten hayatimin detaylarindan mahrum birakiyorum onlari.Aslinda onlar herseyi bildigini saniyor cunku benden delilik adina beklentileri cok az. Yillar once (universitedeyken) ortaokuldan bir arkadasimi Bahceli'de tesadufen gorup bir yere oturdugumuzda, yanimdaki insanin erkek arkadasim oldugunu ogrendiginde soylediklerime inanamamasi da ayni tezi destekliyor. Hatta gecen sene (ki 28 yasinda oluyorum o zaman) lisenin mezunlar gununde doktoramin durumunu soranlar "evet dogru sen isinle evlisin!" gibi laflar ettiler, yahu sormadiniz bile hayatimda biri var mi yok mu diye? Bu soruyu sormak akillarina bile gelmiyor, arada bunu sorabilen  tek kisi dort kiz cocugu olan teyzem, kendi cocuklarinin evlenmek uzre gosterdigi hevesin bende ve henuz bekar olan diger kuzenimde de oldugunu ancak bir turlu evlenecek adami bulamadigimizi dusunuyor. Canim teyzem, en azindan bu soruyu saka basligi altinda sorabiliyor. Baba tarafinda ise bu konular anlamadigim bir sekilde hic telafuz edilmiyor. Soylemeden gecmemek lazim ki butun sulale  benimle evlenecek dogru duzgun bir ogullarinin olmayisina cok yanarlar. Babamim bir kuzeni de yabanciyla evlenmemden cekinirken kucuk teyzemin gozu yolda bir "Johnny" icin.
Dogrusu kimse benden bir "action" beklemiyor, hatta en son annem geleneksel anne kaliplarini birakip beni ozgur ilan etti !!! Bu kisim bir taraftan duygulanmama sebep olurken diger taraftan da iskillendirdi, bilmedigim birseyler mi oluyor diye.
Aslinda demek istedigim stratejik davranirsaniz insanlar sizi durdurmak yerine destek oluyor. Mesela cocukkken cok zayifsaniz  aileniz istediginiz abur cuburu yemenize engel olmayi birakin bunu yapabilmaniz icin cep harcliginizi arttiriyor. Siz de benim gibi zamaninda kendinizi meraklariniza verip sapik tarflarinizi da ele vermeseydiniz simdi az Turkiyeli annenin yapacagi sekilde her turlu ozgurlugunuzu kullanmak adina desteklenirdiniz.
Ama gec kaldiniz.
Not: Bu yaziyi akrabalarimin gormesi tehlikesine karsi yakinda kaldirsam iyi olur/

Monday, July 2, 2012

Bunu yazmak yerine

hizlica hazirlanip kucuk bir ogle yemegi yiyip evden cikmam lazim. Saat 1'de dersim basliyor, haftanin dort gunu ikiser saat turev integral yasi gelmis Amerika' li genclere calculus ogretiyorum. Ogret ogret sonu gelmiyor, her donem bitiminde 20 kisi daha calculus biliyor ve hayatinin buyuk bir bolumunde bu ogrendiklerini kullanacak diye yaptigim isin -eger layikiyle yapabildiysem- aslinda   buyuk bir sey olduguna kendimi ikna ediyorum. Bazen insan kendini  dunyaya matematik ogretmek icin gelmis gibi hissediyor, ki aslinda matematikcinin gorevi ogretmekten ziyade matematigi ogrenip daha da ileriye goturmektir.  Universitede doktor unavanina sahip degilken bile okulun size feci(!) sekilde ihtiyaci oluyor. Bes yil icinde bes kez tek degiskenli, cok degiskenli, orta, baslangic, ileri seviyede Calculus dersi verdim, yaptigim asistanliklari da saymiyorum.  Bir universitede is bulacak olsaniz, her donem en az iki tane ders vermek uzre hic bir zaman bos kalmiyorsunuz.
Matematik ogretmekle, matematik yapmak arasindaki ikilem matematikciler icin artik kaliplasmis bir seydir. Genelde "iyi ogretmenle iyi matematikci ayni kisi degildir" dusuncesi de hakimdir, fakat bir cok iyi matematikcinin hocalik konusunda da cok titiz calistigini gordum.
Kendi tarzima gelince, iyi ornekleri aklimda tutsam da orjinal olabilmayi  istemisimdir hep. Yani bir dersi iyi anlaticam diye kaliplara sIkIstirmiyorum kendimi,  yaraticiligini kullandirmak ve dusunmeyi ogretmek biraz da bunlari icin ogrenciye cesaret  kazandirmak istiyorum. Zaten dusunceyi zorlamayacaksak yaptigimiz seyin matematikligi nerde kaldi. O yuzden konudan konuya atlamakta, ya da bir sorudan daha ilginc bir soruya gecmekte tereddut etmem. Ogrettigim matematigi gercek hayata iliskilendirmek ise yapmayi sevdigim bir sey. Bunda Fen Lisesi gecmisimin ve daha onceki pastoral/felsefik hayatimin etkileri de olabilir. Bazen anlamak ve dusunmek pratik olmanin cok otesinde. Tabi hizli olmamiz beklendiginde tekerlegi bastan icat etmeye kalkmiycaz. O yuzden en guzeli, yaptigi seyin ne oldugunu bilmek, sinus' un turevi cosinus demekle kalmayip birkac degisik yoldan bunun ispatini yapabilmek. "Ispatsiz matematik olmaz" demiycem ama bir yere kadar derinlere inmedikce, o sakli hazlara da ulasamiyor insan.
Toplamda cok iyi ogretmen olmasam bile ogretmenlik felsefeme inaniyorum, tek problem ogrenciye bu meziyetleri kazandirmanin yolu hakkaten bu mudur...