bir kac yuzyil, ve bildigim butun mekanlar birbirinin icine geciyor. Once Eskikoy'un bir daginda gunes batiyor, sonra ortacagda bir taverna'da insanlik gunes batmadan once yemeklerini kasikliyor, sonra yine koyde kerpic bir evin pencere cercevesinden karanlik gece iceriye doluyor. Ruzgar serin serin esiyor... Oyle yogun bir deneyim oluyor ki yasamak ile yasamamak arasinda hangisinin daha kolay olduguna karar veremiyorum; yasamaya tahammul edebilmek dengesinde karar kiliyorum. Bu dengeyi korudukca sorun yok. Butun guzelliklerin ve kendim icin dilediklerimin arasindayken mutluluktan cildirmiyor olmak bir saglik ibaresi mi, yoksa degil mi. Mutlulukla nasil basacikacagimi bilemedigim yillarda, beynimdeki hormon dengesinde bir yanlislik oldugunu dusunmek yerine; Tanri' nin butun depresyonlarima karsilik sonunda beni odullendirdigini dusunuyordum, simdi ise benzer dongulerden gecmis dostlarimdan ogreniyorum ki: bu durum tipta bir hastalik olarak algilaniyor. Evet bazen hastalikli mutluluklar ustume yapisip kalabiliyor, hem de yillarca; tam tersinin de olabilecegi gibi. Is hayatinin yogunlugu, asiri mutlu olmamin onundeki bariyer olabilir; etrafim zengin olmayi aklina koymus, girisimci ruhlu insanlarla dolu, onlardan feyz almaya basladigimi soyleyebilirim. Ozgur olacak kadar maddiyat yeter.
Manik'e donmeyen mutluluklarimda birseylerin eksikligini hissediyorum. Eksigin adi yok, ama High Bury Park'ta yesilliklerin ustunde masmavi gok isildarken ve ben yuzu koyun yerde uzanirken sonsuz kadar mutlu olamadigimi biliyorum. Simdi sevdigim kitap kokularini kutuphanede birakip eve dogru yavas yavas yurumenin vakti.
2 comments:
Hem dünya klasiklerindeki betimlemeleri anımsatıyor hem çok başka yazıyorsun. Şaşırıyorum zaman zaman.
Okudugun ve yorum biraktigin tesekkurler, GoD.
Post a Comment