Tuesday, September 29, 2015

Bu gece yine Shakespeare's Globe Theater, bulutsuz derin bir gokyuzu, Thames nehri, koprude arkani gonup bakinca karsi kiyida bir dev gibi oturan San Paul'u tam ortalayan goruntu, sahnede Richard II ve yazarinin marifetinden, tacini yiyirmis bir kralin histerik soylemlerindeki gorkem...

Sunday, September 27, 2015

Bugun yine buyulenerek gezdim sehrin guney bati bolgesini, degisik zamanlarda ayri ayri gorup ancak baglantisi bilmedigim mekanlari sonunda bir gunde birlestirebildim: South Kensingtin, Royal Albert Hall, Natural History Museum, Gloucester Road, Earl Court, Barons Court, Fulham, Olimpia. Yalniz gezmenin bir tarafi da dusunmek icin sonsuz vaktinin olmasi, zihnimi ziyaret etmis dusuncelerden oyle yorgun dustum ki bir daha burada tekrar ederek geceyi de ziyan etmeye degmez. Ozetle, son on yillik yanlis anlamalarimin ustunden gectigim bir donemdeyim. Ne cok seyi yanlis yorumlamisim, iyiyken iyi degilmisim, kotuyken de sebebi yanlis yerde aramis ve buldugumu sanmisim. Birsey ugruna mucadele etmek oyalanmanin en guzel yoluymus, bu dusuncemden vazgecmedim; geri kalan butun yargilarimi ise unutsam iyi olacak...

Friday, September 25, 2015

Fleet sokaktan aksam vakti yururken

bir kac yuzyil, ve bildigim butun mekanlar birbirinin icine geciyor. Once Eskikoy'un bir daginda gunes batiyor, sonra ortacagda bir taverna'da insanlik gunes batmadan once yemeklerini kasikliyor, sonra yine koyde kerpic bir evin pencere cercevesinden karanlik gece iceriye doluyor. Ruzgar serin serin esiyor... Oyle yogun bir deneyim oluyor ki yasamak ile yasamamak arasinda hangisinin daha kolay olduguna karar veremiyorum; yasamaya tahammul edebilmek dengesinde karar kiliyorum. Bu dengeyi korudukca sorun yok. Butun guzelliklerin ve kendim icin dilediklerimin arasindayken mutluluktan cildirmiyor olmak bir saglik ibaresi mi, yoksa degil mi. Mutlulukla nasil basacikacagimi bilemedigim yillarda, beynimdeki hormon dengesinde bir yanlislik oldugunu dusunmek yerine; Tanri' nin butun depresyonlarima karsilik sonunda beni odullendirdigini dusunuyordum, simdi ise benzer dongulerden gecmis dostlarimdan ogreniyorum ki: bu durum tipta bir hastalik olarak algilaniyor. Evet bazen hastalikli mutluluklar ustume yapisip kalabiliyor, hem de yillarca; tam tersinin de olabilecegi gibi. Is hayatinin yogunlugu, asiri mutlu olmamin onundeki bariyer olabilir; etrafim zengin olmayi aklina koymus, girisimci ruhlu insanlarla dolu, onlardan feyz almaya basladigimi soyleyebilirim. Ozgur olacak kadar maddiyat yeter.
Manik'e donmeyen mutluluklarimda birseylerin eksikligini hissediyorum. Eksigin adi yok, ama High Bury Park'ta yesilliklerin ustunde masmavi gok isildarken ve ben yuzu koyun yerde uzanirken sonsuz kadar mutlu olamadigimi biliyorum. Simdi sevdigim kitap kokularini kutuphanede birakip eve dogru yavas yavas yurumenin vakti.

Thursday, September 24, 2015

Elif' i ozluyorum bu aralar. O buyurken ve cok uzakta bile degilken onu opup koklamak, kucaklamak, yumusacik saclarini yuzumde hissetmek varken, onsuzluk manasiz geliyor. Son gelen videosunu defalarca izledim, izlerken yuzumde derin bir sevgi beliriyor, dudaklarimda  sozcukler siralaniyor: "Canim, bebegim, tatlimm..." diye tekrar ediyorlar. Bir annenin sevgisinin bundan daha farkli oldugunu tahmin ediyorum, icinde endiseleri eksik olmayan buyuk bir baglilik olsa gerek. Halaligimin olgunluk caginda, kendi cocugum yokken yasadigim bu ozlemde ise sadece cocuk sevgisinden ote birsey var. Onu minik bir bebek oldugu icin sevmiyorum, yine de bebekliginde beni etkileyen muhtesem bir tilsim var. Dunyayi anlama cabasini farkedebiliyorum, cunku ona cok dikkatle bakiyorum ve bu hali hem yuregimdeki sefkati hem de sevgiyi alevlendiriyor. Ondan yorulacagimi dusunmuyorum,  o iyi olsun diye gerektiginde elimden geleni yapabilecek kadar derin bir adanmislik icine girebilirim. Belki de Elif'imde kismen anneligi tadiyorum.

Tuesday, September 22, 2015

Ne yazsam sana gunluk? Omadik bahanelerle esirlestirip, sadece yokolmaya biraktigim gencligin guzelliginden mi, hayattan butun alamadiklarima karsilik surekli hareket halinde olmaktan medet ummaktan mi.
Bir turku ile yutkunuyorum. Bir gece, baska hicbir sebeple olamayacagim mekanda, onun hatrina, bulunurken, cocuk halimle omzuna basimi yaslamisim, ve bu bir hayal sadece. O memnun, ben mennunum; dunyanin geri kalani ise dekor sadece, boslugu doldurmaya yetiyor. Bosluk can sikmiyor, aslinda bir omuza degil icten bir sevgiye ihtiyacim var, omuz yorgunlugumun temsili...

Sunday, September 20, 2015

Bu Pazar,

Maria' nin her iki Pazardan birinde temizlige geldigi gun. Onun gelisi komunal hayatimiza nefes oluyor; lavabo'da biriken lekeler, yerde birikmis saclar onun yolunu gozluyor. Gelecek planlari biraz daha belirgenlesebilirse burdaki toplu hayatimdan ve heryere yuruyebilme luksunden vazgecip Zone 3 ya da Zone 4 'den ev bakabilecegim, fakat belirsiziligin ne zaman cozulecegi bile belirsizken...
Bu aralar ogle yemeklerinde Dav.  ile takilmak zorunda kaliyorum, bu yuzden onun yaninda rahat olmayi ogrendim.  Ona iyilik ile baslayan ogle arasi dostlugumuz onun asperger durumundan kaynakli bazi takintilari ile benim icin de olumlu bir duruma donustu. Mesela, vize ile ilgili bir dokumanin evde olmamamdan dolayi elime ulasamamasina icerleyen Dav, her gun DX kurye servisini aramam icin israr ederek sonunda yeni bir delivery ayarlamama on ayak oldu. Bundan sonra yapmam gerekenleri Dav' e soyleyip bana yaptirmasini saglamayi planliyorum. Dave birlikte gecirdigimiz her ogle arasinda mutlu bir yuzle kendi kendine anlamsizca gulumsuyor ve bana tesekkur ediyor. Eski okulunda ne kadar populer oldugundan bahsediyor, insanlarin ona kotu niyetlerle yaklasmasi durumuna karsi tedbirli olmasi gerektiginden, Kilise' nin soylediklerinin her zaman dogru olmadigindan ve ofisteki herkesi sevdiginden.
Ben ise Dave'e sarki soylemeyi teklif ediyorum, gulumsuyor ve sessizce bir iki nota mirildaniyor sonrasi gelmiyor. Onun neleri yapip neleri yapamadigini, dunyayi nasil gordugunu, oglen yemeklerimizden yerken ne tad aldigini cok merak ediyorum.
Bir taraftan da eskiye dair tutkumu kesfediyorum, ustunde medeniyet kalintisi olmayan, koksuz ve zevksiz binalardan olusan mekanlara karsi hissedemediklerimin sebebi tarihin mekana ve esyaya yukledigi derinligin eksikligindenmis. Sadece guzeli degil, yuzyillara taniklik etmis guzellikleri seviyorum, ruhumun yalnizligini aliyorlar. Gercekten bu kadar: Avrupa sevgim de; dogdugum ve buyudugum ulkedeki mutsuzlugum da, her sey bunda sakli.

Saturday, September 19, 2015

Shakespeare's Globe'da iki aksamdir ust uste izledigim oyunlarla yuzyillik gormemisligimi biraz olsun dindirmeye calissam da, anladigim kadariyla kultur acligi cabuk gitmiyor.

Thursday, September 17, 2015

Mutlu insanlari kiskanmiyorum, mutlu olabilen ciftlere de saygi duyuyorum. Yapamayacagimdan degil, fakat yapabilmelerinden: iki insanin belki en olmadik sartlarda hayatlarini birlestirmek adina bir yola girmeleri; kalabalik bir sehirde, herhangi bir semtte onlerine cikmis bir evi kiralayip, ucuz ama yeni yeni esyalarla dosemeleri;  ilk gunler bolca cilveserek, sonra iki kisinin birbirine tutkusunun ve yalnizlik hikayesinin derecesine gore bu guzel zamanlarin surup ya da surmedigi bir iliski...Iste C. icin zihnimde tam bunu canlandiriyorum. B.' nin aksine sevmek icin cok vakti var ve bu yuzden onun ardisik olarak cilvelesme ve sevisme dongusunde gececek gunlerini dusunmek ilgimi cekiyor. Esinin yerinde ise ona hayranlik duyan bir kadin hayal ediyorum, C.' nin onun ilgisini ve sevgisi almak icin her yolu kullandigini, arada kadina tavir yaptigini ancak iyi zamanlarinda kadinini da iyi hissettirdigini, boylece tutkulu bir bag olusturugunu tahmin ediyorum. Bir yaz sonu aksami serin Istanbul havasinda balkonda cekirdek citlarken birakiyorum onlari...

Monday, September 14, 2015

huzur

hem de tanidik... Bundan sekiz yil once dalga dalga hayatima yayilan Providence huzuru...Sari isiklar, comert doga, zevkle insa edilmis eski evler, kultur ve ozgurlugun icinde hic tanimadigim bir kimligimi kesfetmistim. Huzur ne cok yakisiyordu, ve simsicak bir histi. Bu aralar yine ondan oluyor. Jas.  bana "mom" demeye basladi, onunla ofis hayatim cok daha neseli ve verimli. Isin disindaki zamanlarda ise hayatima nufus eden, o yavas yavas uykusundan uyanan muhtesem huzur var. Sonunda butun sorumluluklardan ve endiselerden arinip yalnizligimda bu gizemli sehirle basbasa kalmak ruhumu dinlendiriyor. Bu hissi cok ozlemisim.  Is cikisi sen Paul'den kopruyu gecip Shakespeare Globe'a yurudum ve aylarin hasreti ile bes ayri oyuna bilet aldim, ardindan Fleet Street'den okula gelip kutuphaneden iki kitap odunc aldim. Elimdeki diger iki kitabi son bir haftada bitirmistim ve bos saatlerde okunmak uzre bekleyen kitap heyecanindan daha fazla muaf olmak istiyordum. Ardindan Itsu'dan sushi alip 38 'e atlayip bir durak gitmisken kitaplari kasa'da biraktigimi farkedip hizla otobusten inip, dukkan kapanmadan yetismek uzre son surat kosmak zorunda kaldim. Neyseki kitaplarima kavusabildim ve ayni sekilde Theobald Street'e yuruyup yine fazla beklemeden gelen otobus'e binerek bu kez sorunsuz eve ulasabildim. Otobusten inip eve dogru yururken yesilliklerin arasindan cikan saskin bir tilki ile de bir sure bakismadik degil, o yoluna devam edince ben de arkasindan yavasca yuruyerek binama ulastim. Bugun sokaklarda ve sari isikla aydinlatilmis tarihi binalardan gecerken icimden bu sehri ne kadar sevdigimi geciriyordum, mutluydum, mutluyum.

Thursday, September 10, 2015

ofiste 10 saat boyunca kendini oyalamak hatta eglendirmek  maharet ister, ve cogu gunler bunu iyi basariyorum. Yeni universiteye baslayacak stajyerlerden birini asistanim yaptigimdan beri cok mutluyum, zehir gibi bir cocuk, ve fikirlerimi ona anlatarak ve ayrica onun programlamada yardimini alarak her gun ikimiz icin de buyuk isler basarmis oluyoruz. Gunun sonunda bildiklerimin hepsini cope atarak bu turlu yogun bir hayatin surdurulebilirligini mumkun kiliyorum. O yuzden hicbirsey yapmiyor gibi hissetsem de alsinda cok sey yapiyorum: tabi hepsi kendime, beyin egzersizi ya da programlama odevi seklinde.
Birkac yetenegi/onceki deneyimi ile sivrilip cevresindekileri yetersiz gostermeyi umursamayan bir iki arkadasin golgesinde kaldigimi dusundugum gunler moralim bozulsa da dogru akimi yakaladigimda hissediyorum ki: yakinda onlari karanlik gunler beklemekte. Ancak ki alanen onlardan iyi olmak icimdeki ofkeyi dindirecektir, kosabilecegim parkurda yurumenin bir anlami yok, ayrica  rolumu caldiklari icin onlara fazlasiyla kizginim ve kendilerinin projelerine hunharca saldiracagim gunleri dort gozle bekliyorum.

Monday, September 7, 2015

Bu sabah patron, "seni ozledik, gecen hafta eksikligini hissettik" diyerek karsiladi beni. Val'e rolunu caldirttiktan beri "sonum ne olacak?" diye dusunurken, patrondan bu laflari duymak yuregimi hafifletti. Belli ki butun verimsizligime ragmen "pilavlik" lar arasinda tutulacaktim. Bizim cocuklugumuzda oyun oynarken "pilavlik" diye, oyunda bedavadan tutulan kisiye denirdi. Yasca kucuk olan ya da bir sebepten diger oyunculara yakin bir performans gosteremeyen kisinin hatalarindan dolayi cezalandirmadan oyunda olmasina izin vermekti. Su aralar bu durumda olan tek kisi degilim: Dav. de  yaptigi isten ziyade baska meziyetlerinden dolayi tutulan ofisin bir diger elemani. Kotu tarafi Dav de ben de patronun bizi tutmak icin yasal olarak tonla proseduru yerine getirmesi gereken tek iki kisisiyiz. Dav. Nijeryali ve asperger sendromlu, cok sevimli biri. Nufuslu  networkunun hatrina, is-as-ve vize problemleri cozuluyor. Benim durumumda ise: is yapmasam bile parcasi olmakla firmanin kalitesini arttirdigim kesin. Ayrica, fazla sey yapmamam yapamayacak olmamdan da kaynakli degil. Muhtemelen yeteneklerim bu ise uygun degil,  aslinda bu durumda bile biraz programlama destegi ile cok seyler yapabilirim, ama bana is yaptirmak baskalarinin direkt yapmasindan daha kolay ki...
Bunlar aksam eve gelip Turkiye gundeminden haberdar olmadan onceki dusuncelerimdi. Simdi ise iyice pekisen onyargilarimdan bahsetmek istiyorum, ulkeye oldugu kadar insanlara/kurumlara/iliskilere olan onyargilarimdan ve sonunda bunun sebebini bulabilmemden. O da yarina...

Sunday, September 6, 2015

gunde 10 saat kole misali ofiste calismaktan ve bos zamanlarda tez yazip/dusunmekten biri azalinca, derin bir bosluk ve anlamsizlik hissi coktu. Artik, birseylerden memnun olmadigimda sorunun ugraslardan ve insanlardan degil kendimden kaynakli olduguna dair cok ciddi suphelerim var.

Thursday, September 3, 2015

uzun uzun bakistim, her bir satirla
bu kez dogru duzgun, butun kalbimle/aklimla veda etmeliydim
bir daha donmeye zamanim olmayacakti,
bu kadardi.
artik buyumeliydim,
ogrenciligime, avareligime, simarikligima siginmamali
bir boy buyumeliydim

3 Eylul 2015, yas 32, abooo!

LSE Kutuphane
kutuphane gunlerim yazmak icin tonla dusunceyi getiriyor, okuyana ne kadar anlamli gelir bilmiyorum ama herbiri butun siradanlaigina ragmen beni cok eglendiren, tamamlayan hatta aciklayan seyler sanki. Bu sabah yuruyerek Angel'a geldigimde aylardir onunden gecip de hic yuz vermedigim kitapcinin disariya serdigi indirimli kitaplar dikkatimi cekti. Alain de Botton' un "Essays in Love" kitabinin arkasini okuyup yazarin mi yoksa yazdigi onceki kitabin mi cok tanidik oldugunu bilmeden ancak tanisikliga emin oldugumdan bir sayfa acip icinde Protobello sokakta bir pazar gununden bahsettigini gorunce diger kitaplara hic yuz vermeden ve dusunmeden kasaya gittim. Elimdeki kitabin ask uzerine olusundan dolayi bir utanma hissi yasadim, kitabi satan ekibin de sanki merakla ne kitap sectigime bakltiklarini hissettim ki o da utangacligima eklenmis olabilir. Evde Murakami yolumu bekliyordu, ve en heyecanli yerinde birakmistim onu.  Hayatta ertelemekten hoslanmadigimi dusundugum bir suru hazzi okuma konusunda gosterebiliyorum. Mesela cok heyecanli buldugum, ya da cok merak ettigim bir kitabin bir kismini okuduktan sonra bana anlatacaklari olan bir dost gibi en yakinimda hazir tutmayi, onla gunlerce bakismayi seviyorum. Kitabi alip, okula dogru yoluma devam ederken yazari nerden bildigimle beraber Providence'da Blue State Cafe'deki anilarimi hatirladim. Calismaktan yorulup cafe' nin icinde oldugu book store' u kesferderken, yazarin bu kitabin da arkasinda bahsedilen kitabini az defa elime alip, goz gezdirmemistim.
 Fazla alis veris yapmadigimdan olsa ki, arada bir aldigim seylerle mutlu olabiliyorum, ya da mutluluk da degil ama bir sicaklik hissi geliyor, bu yeni kitapla da ayni hissi yasadim. Madem almak iyi geliyordu:  dun Amazon'dan siparis edip, gec gelecekleri icin iptal ettigim inci kupelerin yerine yenisini bakmaliyim, ayrica ilk ozgur cumartesi'mde hatta belki yarin primark'a gidip aylardir erteledigim kiyafet alisverisinin yerine kis sezonu icin is yerine de uygun seyler alacagim. Bu sabah kendime bir kitapla guzellik yapmis olsam da aslinda Paul Pastanesi'nden iki krosan, ya da bir dilim kek alip bir oturusta yiyerek kendime cok daha buyuk bir iyilik yapmis olacaktim ancak o da istahli bir gune...

Wednesday, September 2, 2015

tarih 2 eylul. Ne kadar cok anim var ustunu acmadigim, ancak kirac Ankara yazinda sonsuz gun isiginda apaydinlik bir sekilde hafizama kazinmis. Yil kac acaba, zaten o ara yillar hep birbirine benziyor: Herkes ogrenci olmaya devam ediyor(ya da israr ediyor) , buyuk kiz kuzenlerimiz evlenemiyor ve annemle babaminin hic bilmeden ozgurce yetistirdigi cocuklarin 20' li yaslarinin civarinda iyice deli dana kivamina vardigi ancak ehlilesme adina henuz yol katedememis oldugu zamanlar. Demet'deki ev, yazin tam bir timarhane! bir de surekli ziyartecimiz var: Kv.  K.,  Dunyadan biri, akli basinda, o yuzden ki bizi o halimizle kabullendikce biz ailecek kudurmaya devam ediyoruz. Herkes kendi olabiliyor, hatta kendinin otesi... Ab.' in yaz bunalimlari, bir anadolu universitesinin teknik fakultesinde kendinde deha(!) olduguna hukmedip onun pesinden suruklenisi...Major seyrederken  kabullenmeyip amansizca catistigim depresyonum ve Demet'teki hayatin/komsularimizin ancak ki buna tuz biber olusu. Evde daha az vakit gecirmek icin her yaz okulunun mudavimiyim, ancak temmuz sonu okuldan kapidisi edilip evlerine yollaninca, Eylul ortasinda kadar kendine bir hayat uydurmak zorunda olan da benim. Ankara' nin kitapcilarinda, kebapcilarinda, ara ara uydurulan aktivitelerle gunler geciyor. "Depresyon bize ayak uyduruyor" diyecegim, ama uydurmuyor. O yuzden savas hep devam ediyor, belki bir ay yataklara dussem, duvarlari seyretsem, seytanin her turlu fisiltisini dikkatle dinlesem, o seytan kacip gidecek, fakat ben direndikce o da direniyor. Eylul geliyor, yas gunleri pespese... K. nin yasgunu; bir kutlama yapiyoruz, bircok gunler basimiza actigimiz yemek prejelerinden farksiz bir hazirlik. Demet' in o bakimsiz salas mutfaginda, biryerlerden dikkatimi cekmis yemekleri yapmaya ugrasiyoruz. K. her daim yanimda, mutfakta, ben nerdeysem orda. Depresyonum da ayni sekilde. Azicik bir seyi yanlis yapsa, benden bir ciglik kopuyor, ancak ki mutfaktayken mukemmel olmayan hayatima tepki verebiliyorum, olmekle olmemek arasinda seyiren birinden zaman zaman boylesi cigliklarin cikmasi umut verici oluyor. O bagirmalari huy ediniyorum, birseyler kontrolumde olmadan gelistiginde: mesela maydonozlar iri oldugunda; dogranmis olan kendimmis gibi kisa ve tiz bir ciglikla yanimdakine saldiriyorum. Artik kimse ustune alinmiyor bagrislarimi, annem akilli kadin:" boyle stress atiyor en azindan" deyip hic sesini bile cikarmiyor. Eylul'un ilk gunleri, K. nin yasgunune pasta merasimi yapiyoruz, iki gun sonra A. nin yasgunu... timarhane de olsa herkesin ozel gunu kutlaniyor, ve pastayla tekrara dusmek yerine karpuzun ustune mumlari ve maytaplari yerlestiriyoruz. Istisnasiz huzursuz bir gun, ama aklimda saglam kalmis iste.

gunes

bu sehre gunes actiginda, insanin hicbir derdi kalmiyor.

Tuesday, September 1, 2015

son gunler, bundan sonra ozgurluk var, ama bu zaten ozgurluk degil mi? zihnim bir taraftan sorumluluklarindan kurtulacagi gunun yolunu gozluyor, ote yandan bir tezin satir satir biraraya gelisinin sabrina ve mucadelesine ettigi tanikligin  tadina doyamiyor. Kutuphane cennet gibi geliyor, kendimi en rahat hiseettigim mekan burasi, ruhumun dinlendigi, absurd varolusumu icine koydugumda soylenmeyen tek ortam. Her yeni tez edition'i ile daha da kiymetlenen mac' larin basina bir sey gelmesin diye, dolan idar keselerimizle onlar da tuvalete tasiniyorlar. Sirt cantasinin yillarca suren eziyetine isyan esen sirtim yuzunden, yurumeyi en sevdigim yollari son uc gundur iki katli kirmizi otobusun ust katinin ilk sirasindan izleyerek katediyorum. Sag gozumde toplasan alaca kilcal damarlar, haftasonuna kadar ayaklanmaya devam edecek gorunuyorlar. Kirmizi yagmurlugum, yagmur vurunca kabaran, kizilimsi boyasi iyice sararmis uzun saclarim, altimda ucuzcu Primark'dan en ince model siyah dar pantolonum ve gecen baharda amerika'dan aldiktan sonra her ozel ve ozel olmayan gune giyindigim siyah kosu sporlarim ile sehrin en ozgur ruhu bu bedende sanki!