Monday, March 31, 2014
Kin
bulasti hepimize, ust uste secilen Ankara' ni basina bela olmus belediye baskaninin resimlerini gordugumde mide bulantisinin otesinde rahatsizlik duyuyorum. Onlari ve yandaslarini gordukce yuregim sıkışıyor, mumla karanlikta akilli, mantikli, duzgun insan aramaya cikabilirim, burda en buyuk hasretligim akilli insanlara. Diger tarafta da arkadas bulamiyorum, cunku herkesin kendince hassayiyetleri var: birinin dini, otekinin yikandigindan bihaber beyni, digerinin gelenegi, deger yargilari, ataerkilligi, cinsiyet ayrimciligi, milliyetciligi derken kimse kalmiyor geriye...
Bir Slumdog millionaire
olmasa da slumdog educated hikayesi de burdan çıkabilir. Öğrencilerde bütün kimliklerinden bağımsız, sadece öğrenci olmaları dolayısıyla var olduğunu gördüğüm"Bu bizim ne işimize yarayacak, neden öğrebiyoruz ki bunu!" piskolojisi bende hiç olmadı. O yüzden matematiğin en teorik, en başa bela alanlarının birinde doktorayı bitirene kadar sorunsuz bir eğitim hayatım oldu. Bir de çok safiyane: ne para ne pul düşünmüstüm o yaşa kadar. Fakat ne zaman ki okul bitmeye yaklaştı ve cümle alem eğitimini paraya dönüştürecek işlerin peşine düştü, işte o zaman kendi imkanlarımın ne kadar kısıtlı olduğunu anladım. Gidecek tek yol vardı ve bunun böyle olduğunu uzun zmandır biliyor olsam da ilk defa idrak ediyordum. Önümdeki tek yolu rederken, bir de "Macerayı unut, kaç yaşına geliyorsun! okul da bittiğine göre faturaları ve kiranı ödemek üzre kendine bir iş bulmalısın." gerçeği hayatıma gelip girdi ki, inanır mısınız, o zaman bile "laaa boşa gitmiş bunca eğitim..." demedim. Halen de demiyorum, mutlaka benden bir slumdog educated hikayesi çıkacak ve soruların çoğu matematikten olacak.
Saturday, March 29, 2014
Bahar gelirken
havada ask kokusu duyarim, ve bazi baharlar cok iyi kaptirdigim da olmustur hayalimde buyuttugum bir umuda. Artik zor belki,ama yine de "bu bahar da asik olsam" diyorum: soyle manyak manyak; cok yaklasmadan, biraz uzaktan; az yuz bulup cok umutlanarak; en guzel havalarda yanimda olmadigina icerlenip aglayarak; gec saate kadar uyanik kaldigim gecenin icinde uykusunda olan ona sevgimi, cocukluktan beri degismemis sevme seklimle "duysun artik bunu ve o da beni sevsin!" diye buyuye cevirip gondererek, baharin ve saclarimin kokusuyla hepten tanidiklasmis yastigimda yuregimi serinleterek ve bir posta daha hayalin esliginde uykuya kendimi vererek severek...
Friday, March 28, 2014
En son böylesi bir cümbüş
lisede sınıf arkadşımız M manik depresifin manik evresine girdiğinde olmuştu. O zamana kadar düzene ve kurallara nasıl bir bağlılığımız varsa hepsi ortadan kalkmıştı. M, herşeyi yapmanın ve konuşmanın mümkün olduğu göstermişti. Deli değildi, kafası cayır cayır çalışıyordu ama hergün alışık olunmayan yeni birşeyler yapıyordu. Mesela sevdiği çocuğun kim olduğunu açık açık söylüyor, ondan yüz alamadığı için durumu öğretmenlere şikayet ediyor, "bu böyle söylenmez, sonra kendini beğenmiş gibi görünürsün, kaba kaçar, millet seni yadırgar" tarzi hiçbir norm onu durduramıyordu. Onun sayesinde biz de sınırlarımızı zorlamaya başlayabilmiştik ki bu yüzden M'ye hepimiz çok şey boçluyuz.
Şimdi benzer şeyler yaşıyoruz, kural-düzen yine kalmadı, açıkçası ben şikayetçi değilim. Yeni birşeyler olduğu yok, herzamanki insanlar, aynı mantıkla hareket ediyorlar. Sadece şeffaflaştık ki, halk diye koyun muamelesi görmekten, gözü kapatılmaktan çok daha iyidir, bu şeffaflık. Anlıyorum ki herkesin işine gelmiyor bu durum, ama kanımca tadını çıkarmak lazım. Tekrar kapılar, pencereler kapatılıp kalın perdeler çekilmeden içeriyi görmenin tadına varalım.
Şimdi benzer şeyler yaşıyoruz, kural-düzen yine kalmadı, açıkçası ben şikayetçi değilim. Yeni birşeyler olduğu yok, herzamanki insanlar, aynı mantıkla hareket ediyorlar. Sadece şeffaflaştık ki, halk diye koyun muamelesi görmekten, gözü kapatılmaktan çok daha iyidir, bu şeffaflık. Anlıyorum ki herkesin işine gelmiyor bu durum, ama kanımca tadını çıkarmak lazım. Tekrar kapılar, pencereler kapatılıp kalın perdeler çekilmeden içeriyi görmenin tadına varalım.
Thursday, March 27, 2014
sabah ictigin koyu kahveyle
gunesli ve ilik bir gun birlesip de kalp atislarin hizlanmisken, su niyetine ikinci kahveyi iciren ic gudu var ya, iste hayattaki butun basarisizliklarimizin sorumlusu odur! Bazi basarilar da onun sayesinde gelmisse de bize maliyeti yuksek bir icgududur ve varligi insanin muhtesem yaratilmadiginin guzel bir ispatidir
Wednesday, March 26, 2014
Sevgili
okuyucu, otuz yasimi depresyonsuz atlatiyor olamam; biyolojik saatin tiklerini halen duymamam; ve yine bu yastan beklenenin aksine yalniz ve savunmasiz animda gordugum ilk erkek turunden canli ile hayatimi birlestirmeye yeltenmiyor olmam; kariyerim uzerinde bir suredir kumar oynarken, isler sarpa sardigindan adamin kariyerinin altina siginirim diyerek de oyle bir adami bastan cikartmamam; ve bunlari yapmazken haftada uc defa hard-core spor yapan atletik vucutlu dumduz karinli, aerobik/yoga hocasi goruntulu halim bir kisminizi gicik etmis olabilir, anlarim. Bunun boyle oldugunu ilk defa ogrenenlere ise verdigimiz rahatsizliktan dolayi ozur dilememiz gerekirdi ama bilincli, rhetoric amacli olarak yaziya boyle girdigim icin ozur dileyerek ikiyuzluluk yapmiycam. Lakin bu mukemmeliyetci goruntunun olusturdugu imaji dengellemek icin sizle hassas/zayif bir noktami paylasacagim. Lakin bu nokta da bir hayal uzerine kurulu oldugu icin bunu saymayanlar olabilecegi gibi yeterince okuyucuya ulasabilecek olsam hikayemi duyunca aralarindan gozyaslari dokebilecekler de olacagini dusunuyorum.
Biyolojik saat tiklemiyor dedik,yalan degil, dogru! Ancak bu bir insanin hic cocuklarla ilgili dusunceleri ya da hayaleri olmamis anlamina gelmez. Hayal dediysek, kafasinda canlandirmak anlaminda, hayalini kurarak onu cok arzulamak anlaminda degil. Iste hikaye de ordan basliyor.
Yillar once cok depresifken, hayat tabi ki cok anlamsiz gelirdi, ancak boylesi keskin bir anlamsizlik hissi sacma ve yanli geldigi icin usanmadan yilmadan bir anlam arardim. Hosuma gidecek birsey, o ana huzur katacak tek bir sey...Once sinirli maddiyatla yapabileceklerime baktim, onlar cok yetersiz kalinca bu kez beynimin gucuyle maddiyatin icinde huzuru tekrar aradim. Kendimi ne hanlarda, saraylarda hayal ettim, ama ise yaramadi. Mevsimi degistirdim: yagmur yagdi, olmadi! Kar yagdirdim, gunes actirdim, sarayimin dibine okyanus getirdim yine olmadi. Her anin icine siziyordu melankoli, sevmedigim zamanlarin kokusu ve rengi gelip yerlesiyordu okyanusa bakan odama. Guzel kitaplarla suslu sicacik evlerde sevdigim insanla hayal ettim kendimi, o da olmadi. Sonra bir gun baska bir hayal buldum: Caldigim kapinin ardinda beyaz yuzu, minicik agzi-burnu, mis kokulu kafasini susleyen uzamis siyah saclari, kocaman gozleriyle sakin, isil isil bakan bir cocuk, iki-uc yasinda; ev babaannesinin evi, kapi aciliyor o kapinin ardinda beni bekliyor, uzerinde bol duran beyaz uzerine mavi kucuk ayi desenli pijamasinin icinde. Gun batmis, ben isten geliyorum. O bana bakiyor, uzerime atlamiyor ama beni gordugune memnun, o anda iste herseyi unutabiliyorum ve sonunda huzuru buluyorum. Su anda o mucizenin genetik kodunun bir parcasinin icimde bir yumurta olarak hali hazirda durdugunu bilmek bile cok hosuma gidiyor.
Biyolojik saat tiklemiyor dedik,yalan degil, dogru! Ancak bu bir insanin hic cocuklarla ilgili dusunceleri ya da hayaleri olmamis anlamina gelmez. Hayal dediysek, kafasinda canlandirmak anlaminda, hayalini kurarak onu cok arzulamak anlaminda degil. Iste hikaye de ordan basliyor.
Yillar once cok depresifken, hayat tabi ki cok anlamsiz gelirdi, ancak boylesi keskin bir anlamsizlik hissi sacma ve yanli geldigi icin usanmadan yilmadan bir anlam arardim. Hosuma gidecek birsey, o ana huzur katacak tek bir sey...Once sinirli maddiyatla yapabileceklerime baktim, onlar cok yetersiz kalinca bu kez beynimin gucuyle maddiyatin icinde huzuru tekrar aradim. Kendimi ne hanlarda, saraylarda hayal ettim, ama ise yaramadi. Mevsimi degistirdim: yagmur yagdi, olmadi! Kar yagdirdim, gunes actirdim, sarayimin dibine okyanus getirdim yine olmadi. Her anin icine siziyordu melankoli, sevmedigim zamanlarin kokusu ve rengi gelip yerlesiyordu okyanusa bakan odama. Guzel kitaplarla suslu sicacik evlerde sevdigim insanla hayal ettim kendimi, o da olmadi. Sonra bir gun baska bir hayal buldum: Caldigim kapinin ardinda beyaz yuzu, minicik agzi-burnu, mis kokulu kafasini susleyen uzamis siyah saclari, kocaman gozleriyle sakin, isil isil bakan bir cocuk, iki-uc yasinda; ev babaannesinin evi, kapi aciliyor o kapinin ardinda beni bekliyor, uzerinde bol duran beyaz uzerine mavi kucuk ayi desenli pijamasinin icinde. Gun batmis, ben isten geliyorum. O bana bakiyor, uzerime atlamiyor ama beni gordugune memnun, o anda iste herseyi unutabiliyorum ve sonunda huzuru buluyorum. Su anda o mucizenin genetik kodunun bir parcasinin icimde bir yumurta olarak hali hazirda durdugunu bilmek bile cok hosuma gidiyor.
40 dakika sonra
özgürlüğüme koşacağım: Sokağa, güneşe; siyah, beyaz kuğulara ve ördeklere, kazlara. En çok kaz milletini seviyorum, bebek ördekleri de severim ama iyi analık yapamadığımdan hastalanıp ölen civcivlerden sonra bebek türünden uzak duruyorum. Yoksa yavru ördeklerim olsun, cik-cik arkamdan dolaşsınlar, salonda sevinçle birbirini kovalasınlar isterim, anneanneleriyle televizyon seyretsinler, haberler varken mızmızlamıp yerinde oturamasınlar, çizgi filim çıkınca koltuğa oturup pür dikkat kesilsinler, önlerine koyduğum yemekleri iştahla birbirinin önünden kaparak yesinler ama ben -anneleri olarak- hepsinin karnının yeterince doyduğuna ikna olmadan yeme merasimi bitmese isterdim. Ne sevimli olurdu böylesi. Bir de tabi sonlu hayatı Achilleus'un sonzuluk algısıyla hep kalanı yarıya bolerek ölmeyecekmiş gibi yaşasak. Yavru ördeklerim büyüse, tüyleri kar beyazına dönse, sesleri daha kart çıksa, beni her gün kapıda heyecanla karşılasalar.
Friday, March 21, 2014
Thursday, March 20, 2014
Her ülkenin
değişik bir gerçekliği var, hatta yaşadığımız şehir de bir o kadar belirleyici o deneyimde. Türkiye'de, daha detaylı olarak Ankara'da yaşıyor olmanın burukluğu kadar avantajları da var. Mesela insanı çok donanımlı yapar bu şehir, kendinizi Kızılay'da bilmediğiniz alanların ders kitaplarını pazarlık yaparak ucuza alırken bulursunuz. Yani şehir ne kadar betonlaşmış olsa, soluduğunuz hava karbonmomoksit kaynasa da kendinizi oyalacak entellektüel zevkler edinmekten alıkoyulmazsınız. Lakin, yaşamaya devam edebildiğimiz bu hassas dengede eğer arada bir yağan yağmurun ardından temizlenmiş gökyüzüne bakmazsak büyük ihitimalle ölürüz.
Wednesday, March 19, 2014
Ciwan Haco'nun Felek şarkısı çalarken gözlerimi kapadım ve bir anda kendimi
bir yaz sabahı ışımış günün erken saatlerinde Eskiköy'lüler ile köy arabasında seyahet ederken buldum.
Üstümüze
sinmiş toprak kokuları, derimizin üstünde günlerin su görmemişliğinin
birikmeleri, köy sartlarında giymeye kıymadığımız güzel kıyafteleri
üstümüze çekmiş heyecan ve uykusuzlukla şehrin yolunu tutmuştuk. Galam
ağaclarının süslediği tepelerden geçen asfaltsız, bakımsız araba yolunda
bolca sarsılarak yolumuza devam ediyor, arada birileri Şaban'da ya da
Soğpınar'da arabayı durduruyor içerden bir hababıyla hal hatır soruyor,
elindeki paketi şehre gitmesi için şoföre teslim ediyor, "Uğur ba!"
deyip hızla külüstüre çıkmış dolmuşun kapısını kapatıyor ve yola devam
ediyoruz. Köy yolu bitip asfalta gelince hemen bir faz değişimi oluyor, hızlanıyoruz, tekerin ezdiği taş sesleri kayboluyor. Polatdere yakınlarına gelirken ise artık güneş ensemizden bizi ısıtmaya başlıyor, bir yarım saat içinde Beylerderesine ulaşmışken
midemiz bulanmaya başlamış oluyor, "sanayi" dedikleri oto tamir
bölgesinden geçerken ise derin plastik kokulu siyah poşetler kusma torbası oluyor.
Yolda Samanharık'ta bir bir insanlar inmeye başlıyor, yolculuğu bitenin
gözülerinde umut beliriyor. Biz ize yolun geri kalanını ağzımızda acı
kusmuk tatları ile çaresizce tamamlıyoruz. Baba için zor olmasın, ellerde de
yük var deyip fazladan ücret ödemeyi göze alarak şoförden evimize kadar
bizi götürmesini istiyoruz.
Mahallemize geldiğimizde her
seferinde aynı şok yaşanıyor. Yoksunluktan çıkıp sanki bir masal dünyasına
gelmişiz gibi. Sokak binaların gölgesinden dolayı halen serin, halbuki
köyde bu saatlerde vadinin eteğindeki evimizde kavrulmakta oluyouz.
Çocuklar ellerinde yumuşacık pidelere evlerinde kahvaltı sofrasında
kendilerini bekleyen anne babalarına gidiyorlar. Bakkal açılmış,
çikolata ve şekerler onlara sahip olacak veletleri bekliyor. Her ihtiyaç
yakında, ve güneşten bunalınca kaçacak serin odalar ve kağıtlı,
el yıkamalı tuvalatler konforu varken bunları bırakıp survivor hayatımıza
dönmemizi anlamakta zorlanıyorum. İnsansız köy hayatımızda hemen hemen
hergün hiç tanımadığımız böceklerle karşılaşıp arada bazılarınca
ısırılabilir, önümüze bir anda birbirine sarılmış kara yılanlar
çıkabilir, terliğimizi delip ayağımıza koca bir diken batabilir, evden
en yakın komşu Gakko Dede'ye giderken çıplak bacaklarımızı yol vermeyen
dikenli ufak çalılar yaralayabilir, gözümüze giren iri tozlar
annelerimizce üfleme yöntemiyle çıkarılır bu yöntemle ve çiş terapisi ya da
ağza-burna sigara dumanı üfleyerek öksürtme yötemiyle müdahale
edilemeyen vakalar ise zamana bırakılırdı...devam edecek.
Tuesday, March 18, 2014
Ne uzakta ise onu özlüyorum, evdeyken ofiste olmasına dayanamadığım
James Joyce'un yazdığı kopyasının mulkiyeti bana ait kitabı bu sabah
evde biraktım ya (ki bunu biliçli yapmadım, farketsem onu da sırt
çantama atmış olurdum), işte şimdi onu özlüyorum.
Saat
öğleden sonra 3.30, ve yazın sonundan beri burda olmama ragmen hiç
görmediğim bir güneş var içerde. Buna bahar mucizesi demeliyiz. Şimdi
James Joyce ile bu güzel anı paylaşmak vardı ama bu kavuşmayı ilerki bir
güne veya saate ertelemek gerekecek.
Saturday, March 15, 2014
...
"Seni yalniz goruyorum" annemin dertli noktasi. Halbuki yalnizlik bir background hayatimda, o olmazsa butun renkler birbirinin icine girer, kompozisyon kalmaz. Sosyallestigim gunlerin ardindan odamda bir siginaktir, yalnizlik. Yalnizligimin icinde kitaplar var.O kitaplarin icinde ne hikayeler, dusunceler, hayaller var. Fludum, boyalarim, herbiri farkli evrenlere kapilar. Yalnizligimi susleyen olasiliklari acsam nasil bir cumbus olur, onu bir anlasaniz yalnizlik kulaga geldigi gibi sakincali birsey olmaktan cikar. Yalnizlik olmasa, bir Cuma aksami metroda basinizi dayadigimiz omuz o kadar sicak olmaz, bir sarilis ruhunuza o kadar iyi gelmez, dudaklariniz opucukleri tuketmis bile olur. Yalnizliga tahammul edemeyip ondan kacmanin ilk yoluna sapmis arkadaslarim oldu, evli oldular, sorumlulaklari ve sevmekle yukumlu olduklari esleri ya da cocuklari oldu. Ben ise yalnizligimdan, yani kendimden, kacmadim, mutlulugu bir baskasinin varligina sartlamadim. Bu yil mesela, zor gelse de, hayatin icindeki dogal huznun artis ve azalislarinda somut birseyi beklemeden sabirliydim, sonunda bahar geldi ve uzun uzun bahari yasayacagimizi hatirladim, mutlu oldum yine.
Friday, March 14, 2014
Bizi en çok kötü hissettiren
konulardan bahsedemeyeceksek, gördüğümüz kötülüklerin daha mutlu olmamız için nasıl bir itici güç oluşturduğundan bahsedebiliriz. Günlerin öfkesinin ardından dünden beri bir diriliş hissediyorum. Hayatla bağlarımızın daha rasyonel, daha survival olması lazım; bütün karşılaştırma yeteneğimize ve çıkan sonuçlara rağmen zihnimiz gerçek ve sağlam bir beyine yaraşır bir şekilde iyiye yaklaşmalı. Karşılaştırmaktan ziyade, hem alışmalı buna, hem bunun içindeki güzellikleri seçip onlara odaklanabilmeli. Beynimin sağlam bir beyine yakışır gibi çalışması için ise iyi beslenip, bolca spor yapıyorum, gün ışığında duruyorum, ışıklı ve yeşil bahar günlerini hayal ediyorum. Bu hassas dengede hayatta kalmak mümkün, lakin benim sahip olduklarımdan ve parayla satın alabildiğim mutluluklardan uzaktakiler için bu bakış açısı kolay olmayacak. Nitekim geçmişteki mutsuzluklarımı hep fakirliğe atfediyorum. Fakir ve zenginken eşit derecede mutlu olmak mümkün, bu yüzden bir taraftan dünyada ruhsal adalet olabilirdi diye düşünürken, gözlemlediğim ise medeniyetleşme/medenileşme biçimimizin buna engel oluşu.
Sunday, March 9, 2014
Bu karmasanin icinde mantik linear isleyemez,
yazilar duz cikamaz.
ne sair olursun ne de dusunur,
sen bir delisin,
ve deliligin herkese asikar.
Yuzune baksa soyler:
"hayattan zevk almak lazim".
Yuzune bakan bunu soyluyor.
Nerden biliyor, neremden aci siziyor yine?
Yoklarsin sagi solu.
Ruhun iyi huylu tumorlerle kapli.
Oldurmeyecektir seni,
bilakis ne hulyalar kurduracaktir:
Bilgisayarinin icinden cikan sesler,
Tropik iklimin suburblerinde agustos bocegi;
Gunesi kirip, ustunu orten bulutlar bir ruh maskesi;
Yagmurun ardindan cikan masmavi gok,
Anadolu'nun derinlerine inen bir zaman tuneli;
Aksam yokustan inerken gunesin pembe pembe batisi,
Ondeki yolun uzunlugu;
Gozunde saklanan yaslar ise sadece
Tukenmis umudun ozgurluk denizine akmak istemekte.
Rahat birak onlari!
Sen ne bir sairsin ne de ermis,
Kendi etrafinda sayisiz kere donerek,
kendine yonunu kaybettirmis bir dervissin.
yazilar duz cikamaz.
ne sair olursun ne de dusunur,
sen bir delisin,
ve deliligin herkese asikar.
Yuzune baksa soyler:
"hayattan zevk almak lazim".
Yuzune bakan bunu soyluyor.
Nerden biliyor, neremden aci siziyor yine?
Yoklarsin sagi solu.
Ruhun iyi huylu tumorlerle kapli.
Oldurmeyecektir seni,
bilakis ne hulyalar kurduracaktir:
Bilgisayarinin icinden cikan sesler,
Tropik iklimin suburblerinde agustos bocegi;
Gunesi kirip, ustunu orten bulutlar bir ruh maskesi;
Yagmurun ardindan cikan masmavi gok,
Anadolu'nun derinlerine inen bir zaman tuneli;
Aksam yokustan inerken gunesin pembe pembe batisi,
Ondeki yolun uzunlugu;
Gozunde saklanan yaslar ise sadece
Tukenmis umudun ozgurluk denizine akmak istemekte.
Rahat birak onlari!
Sen ne bir sairsin ne de ermis,
Kendi etrafinda sayisiz kere donerek,
kendine yonunu kaybettirmis bir dervissin.
Monday, March 3, 2014
Bugun mutlu bir gun yine
cunku kuzenim yeni bir bebek dunyaya getirdi, ismi annemin ismi, sonra bahar gelecek, bizim sokak boyunce agaclar cicek acip yesillenecek. Yollarin kenarina agac dikme adeti nerden ciktiysa cok iyi olmus. Bizde bu bir konsept olarak on plana cikmamissa da Almanca'da buna karsilik gelen bir sozcuk bile var: "alle".
Bu yilin sonunda artik burda olmama ihtimali var, ihtimaller guzel. Bu hayatim da fena degil. Odamda bolca kitap var, ustunde yazi yazabilecegim bir masa, masanin ustunde odami paylastigim karanfil... Is cikisi cok degerli dakikalarla kovalamaca oynuyorum; gecmesinler, uyku saati gelmeden daha cok ozgurlugun tadini cikarayim istiyorum, ama yetmiyor zaman. Haftasonu cok kisa, hakketen kisa, esnek saatlere donmeli. Gunleri yasamiyor da satiyor gibi oluyor boylesi.
Bu yilin sonunda artik burda olmama ihtimali var, ihtimaller guzel. Bu hayatim da fena degil. Odamda bolca kitap var, ustunde yazi yazabilecegim bir masa, masanin ustunde odami paylastigim karanfil... Is cikisi cok degerli dakikalarla kovalamaca oynuyorum; gecmesinler, uyku saati gelmeden daha cok ozgurlugun tadini cikarayim istiyorum, ama yetmiyor zaman. Haftasonu cok kisa, hakketen kisa, esnek saatlere donmeli. Gunleri yasamiyor da satiyor gibi oluyor boylesi.
Sunday, March 2, 2014
Bugun pazar yine,
ne gunesli ne de depresif olandan. Aklim biraz havada cunku hani guzeli gormek lazimdi ya, ben de biraktim kendimi guzele. Dun aksam gunesinin ve çam agaclarinin tazeliginde sevgi geldi sarmaladi beni. Izin vermeliydim iyi seylere; bu kez geri cevirmedim sevgiyi, kendi icimdeki sevgiyi buldum karsilik verdim ona. Sevdim hem de sevildim, iki lafin arasindaki sonsuz zamanda.
Subscribe to:
Posts (Atom)