Friday, August 29, 2014

Soyut bir tarzla

somut şeylerden dert yanmak istemiyorum. Üstelik biliyorum ki bu somutlukların hiçbiri gerçek değil. Hayat bazen umut dolu oluyor, ama bu umutlar uzaklaşmaları gerektiriyor. Kötü günde bir arada olmuş ruhlar, umut için yollarını ayırırken birbirine kırılıyor. Bu soyutluklar annemle son günlerde aramızdaki çalkantılı ilişkiyi açıklıyor.

Monday, August 25, 2014

Ataerkillik temalı

karikatürize ettiğim aile hayatımız üzerine yazıdan sonra, o konuyla beraber bir klişeyi apayrı bir düzeyde tamamlayacak başka bir konuyu tartışacağım bugün.  Bana bir challenge lazımdı, görünce hiç düşünmedim ve üzerine atladım, gerçekleşsin diye de gerekenin ya da belki fazlasının elimden gelenini yaptım. Haber şu ki: okula geri dönüyorum! Yarıda bıraktığım bir yere değil, zamanında benzerini okuyup ama kariyere dönüştürmekten vazgeçtiğim programlar gibi bir tanesini yalayıp yutmaya, okula gidiyor olacağım (başa çıkılamaz bir aksilik çıkmazsa). Çok heyecanlıyım, mutluyum, bir taraftan hazırlığın her türlüsüne aynı anda girişirken, öte tarafta şapşallığın, dalgınlığın, aklı havadalığın tepesindeyim. Sanki zihnim zamanla sarhoşluk dengesinde karar kılmış, sürekli uyuşukluk halinin lezzetli meyveleri ile yıllarca yüksek tempodan yazıp oynamış zihnimin oyuncağı olarak hırpalanmış ruhum beslenmekte, iyileşmekte. Öyle sarhoşum ki uykum geliyor, ofiste oturmak yerine önce güzel bir öğle uykusu uyumalı, ardından dinlenmeye dönmeli. Çok yakında çok çalışmam lazım olacağı için çok mutluyum!

Sunday, August 24, 2014

Sessizligi ozledim

bu hafta sonu. Ataerkil duzenin koruyucu fedaileri abimlerin ailecek hanemizi senlendirdigi su gunlerde 6-7 kisiye surekli yemek cikarmaktan; yemek sonrasi bulasik toparlama isine girmekten oyle yorulup bunaldim ki, su anda odama gelmis,  surekliligi olan sessizlik hissini saglayarak  ic dengemi bulmaya calissiyorum. Annemin koruyucu anne duzeninden ya da zamaninda degisik sebeplerle hakkiyla yapamadigini dusundugu cocuk bakma isini bugune ertelenmis bir gorev olarak ustlenmesinin sonucu olarak, yemekler gelir ve giderken bir tek tabagai yerinden oynatmayan erkek kardeslerim ile ayni vurdum duymazligi paylasmama engel tek sey ise toplum kurallarininin temeli, kadinin ve kiz cocugunun gorevleri bolumunun ilk maddesi: kadinin aile ve ev sinirlari icinde butun amelelikleri ustlenmekle beraber, onu ayak islerinin piri yapacak anlayisli, empatik, merhametli olma ruhsal takim-taklavatini en birinci dereceden iclsellestirip hayatina dahil edebilmesidir.
Is bolumu ise cok bozuk, cunku kadin olarak kendini ogullarina hizmetci yapmis, erkek evlat delisi analarimiz ve onlarin davranis bicimlerini adapte etmis kizlari olarak ustumuze dusen gorevleri agir aksak olsa da gunu gunune yurutsek de soyumuzun devamini saglayacak pirlanta kadar degerli erkek kardeslerim hasretinden analarimizin agaclara bez bagladigi o erkek torunlari, dallari tukenme tehlikesi yasayan soy agacimiza beklenen comertlikle verebilmis degiller.  Bunu anlamami saglayan ise ogulculuk meselesine gonul vermis annemizin ogullarini uzecek olacagini bilse de gelecek nesil erkek bebelerimizi kollamak ve varliklarini surdurebilmek adina dolayli olarak da olsa aileye yeni katilacak diger kiz bebeklerle birlikte beklenen erkek bebek oraninin saglanmiyor oldugunu ifade etmesiydi.

Tuesday, August 19, 2014

Bu zor ulkeye alismak icin

uyusturdu mu kendini zihin, hep dalginligim ve dunyali olmayisim ile gurur duymus olsam da bazen bu konuda endiselendigim de oluyor. Tatil donusu insanlarla konusmak, ofis hayatinin kompleks iliskileriyle basa cikabilmek, ya da sadece konusmalari anlamlandirip sira bana geldiginde cevap verebilmek dahi nasil bu kadar zor oldu. Haftanin sadece iki gunu gecmisken yapmam gerekenler surekli zihnimden ucup gitmekte ve onlari ancak ki cagrisimlar ya da tesadufi hatirlatmalar geri getirebilmekte. Bir taraftan ise zihnim yeni bir obsesif farkindaliga ulastigini sanmakta: Mutsuz ya da kismen mutsuz kuzenlerimin hikayelerini gordukce erkeklerle ayni eve hapsedilmenin kadin hysteria sini tetikledigini dusunmeye basladim.
Yillar once ailemin ilgisizligi ile dustugum kisa donemli boslugun paralelini, sevemeyen insanlari fazlaca gormekten ve onlarla ayni ortami paylasmaktan bunalmis ruhum sergilemekte. Sevgi ulasilmasi zor bir faz gibi, yillarin birikmis sevgisizligi ruhda tukenmislikler olusturmus. Daha gencken oldugu gibi gemileri kolaylikla yakmak lazim. Yapilmasi gerekenleri biliyorum, kacmam lazim bazi insanlarin varligindan. Onlarsiz hayat daha huzurlu olacak.

Wednesday, August 13, 2014

Cesit çeşit bina, tarih, gün batımı, Kaya, deniz

Derken, görmeye doydum. Doymak güzel bir his, doyum hissinin yanında bir aydınlanma da geldi. Sevgi ve inanç (inanılmak ve inanmak ) en cok ihtiyac duydugum seylermiş: sevgi olmadan güvende olmak; inanç olmadan ise başarılı olmak mümkün görünmüyor.

Friday, August 8, 2014

Herşeyin bir tadı var:

bir yere alışmanın, ara ara insanlarla çevrilmenin, kendin olmanın, boğazın şişmiş ofis sakinliğinde stochastik calculus öğrenmenin, düşünmenin ve farkındalığın, spor ya da yemek saatini bekliyor olmanın. Eğer ortalığa saçılmış bu tadları geçiştirmez de iyice hissetmeye çalışırsak, işte o zaman sarhoşluk mertebesine ulaşabiliriz. Ayık kafa ile çekilecek bir şey değil hayat.

Thursday, August 7, 2014

Ayakları yere basan huzur

diye birşey de var: bir kış günü, öğlen vakti dışarda cılız gün ışığı varken evde sakince birşeylerle meşgulsunuzdur, televizyonda kısa da olsa sevdiğiniz bir şeyler olur, aklınızda üzerine çalıştığınız bir materyal vardır, o an dinlenirken bile köklerinizin olduğu yerde başaracağınızı bilerek yol aldığınızın güveni vardır.

Anne babalarının binbir zahmetle

büyüttüğü yeğenlerim, muhabbet etme yaşına geldi. Bu yıl için aradaki coğrafi engellerin kalkmış olması ile Işılsu ile dostluğumuz oldukça ilerledi. Bir ay kadar sonra ilk defa telefonda konuştuğum Işılsu' nun derin bir merakla nerde olduğumu, ne yapmakta oluşumu soruşu kadar hiç görmediği Kapadokya'ya gideceğimi duyunca balona binmemi tavsiye etmesi çok hoşuma gitti. Balona binmenin iktisadını yaptıktan sonra kariyer meselelerine atladık. Hafta içi gündüzleri doktor, akşamları yazar, haftasonları da balerin olarak hayatını sürdürmeyi planlayan yeğenim, dileklerinin gerçekleşmekte olduğu, istediği gibi bir kız kardeşin aileye katılmak üzre yolda oluşunun mutluluğunu dile getiriyor. Ardından üçüncü kardeş için dua ve dileklere başlayacağını söylerken konuşma ilerledikçe halası hakkındaki endişelerini dile getiriyor ve benim için dileyebileceklerini kendi meselesi olan üçüncü kardeşin önüne almaya karar veriyor, bunu öyle doğal ve içten bir şekilde söylüyor ki ona sarılmak istiyorum. Sonra tekrardan benim için kitaptan koca yapma meselesine geliyor, o kadar hoşuma gidiyor ki söylediği cümleyi not ediyorum: Sana en iyisi kitaptan bir koca yapalım, düğünde bile yüzünü açıp kitap okuyor olursun.
Karşılıklı olarak birbirimize koyduğumuz onca isimden sonra ikimiz de birbirimizi onun isminden  (Işılportakalsuyu) ilhamla "portakal suyu" diye çağırmaya karar verip, en son da "iyi geceler portakal suyu!" diyerek konuşmamızı bitiriyoruz.

Wednesday, August 6, 2014

Zaman ver kendine demişlerdi,

ne kadar zamandan bahsediyorlar acaba diye düşünmüştüm, bir de zamanın insanın sevemediği şeyleri sevmesini sağlayabileceğini düşünmemiştim. Şu anda öyle huzurluyum ki, üstelik herşeye rağmen: sağdan soldan  sarmalamış haksızlıklara, milliyetçiliklere, beyin yıkamalara ve onların yaşanmakta olan getirilerine, din savaşlarına...
Sarhoş edici bir huzur hissediyorum, bütün vücudum ve zihnim dinlenmekte, kişiliğimin zirvesine çıkmışım gibi kendimle dertlerim bitmiş, öyle olunca çevreye de laf atmaktan vazgeçmişim. Çok huzurluyum, çok sarhoşum.

Sabahları simit

kokulu ofis hayatının ne rahatlatıcı birşey olduğunu anlamam için zamana ihtiyacım varmış. İlk geldiğimde ve herhangibir entellektüel sebep olmaksızın halinden memnun bu insanları gördüğümde onlarla hiç bir ortak noktamızın olamayacağını düşündüm. Şimdi yüzümde bir gülümseme sabah çayını doldurmaya gidiyorum. Ekranda istediğin materyalin olması rahatlığını yaşatan patronların tatil döneminde boşluk ruhu tamir eden bir ilaç gibi geliyor.

Tuesday, August 5, 2014

Mutsuz

kadınların haberlerini alıyorum , ne kadar yaygın histeriklik hali ve bunun Hipokratın dayandırdığından daha derin nedenleri olması lazım.  Kadınların içinde oldukları boşluk hissinin sebebi erkeklerden ziyade onları bir ilişkide (üstelik bazen çoluğu çocuğu ile)hapseden ilişki kalıpları olmalı. Erkeğin başka kadınlarla birlikte olma eğiliminin kadındaki karşılığı başka erkekler tarafından da sevilmek ihtiyacı olabilir mi. Bir ilşkinin en çok da başlangıcında yoğun bir alışveriş vardır, bu alış-veriş zamanla çok azalır. Ne birbirini görünce kalbi hizlanır ne de artık uzun uzun konuşmak ya da bakışmak isterler. Alışverişin kalitesi düştükçe de kişiler arasındaki asimetriler kabak gibi ortaya çıkmaya başlar. Yeterince sevilmeyen kadınlar, ilgisi bitmiş erkekler ya da bunun yön değiştirmiş halleri ortaya çıkar. Sonuç, mutsuz ilişkiler... Bazen birilerinin hayatınızda olmaması olmasından çok daha iyidir, çünkü onu gördükçe onun sizden esirgediklerini hatırlarsınız, eğer ondan birşey beklemiyorsanız ve orda öylece duruyor olması yetiyorsa da o halde siz muhteşem bir insansınız demektir.

Monday, August 4, 2014

İtalya sonrası

Türkiye sokakları dümdüz ve kominist stilinde görünüyor: Sanki bir tabaka alçı ile herşey hizalanmış. Günlerdir sofistike kahve makinalarından çıkan ekstra expressolu cappucino'lardan sonra bu sabah gelen yoksunluk nöbetine hazırlıksız yakalanıp acı bir kıvranışla "köpüklü üçü bir arada"dan medet ummak ama aradığını bulamayıp içilebilir bir ikisi bir arada ile sabah kahvesini geçiştirmek...
Bu dönüşün kötü tarafı, iyi tarafı ise eve dönmüş olmak. Ancak ayrılışlarda farkediyorum burda bir evim olduğunu. Sokakta yürürken gelişmemişlik üzerine tonla depresif duygu zinhnime üşüşüp huzurumu kaçırmaya çalışsa da kiri-pası, temelsizliği, eğitim yoksunluğu ile burası birey olarak güçlü olduğumuz yer. Eksiğimizi kapatamayız, ancak kaçtığımız her yerde de kendimizi geride bırakmış olacağız. Belki bu yüzden gitmeyi hep istiyoruz.

Saturday, August 2, 2014

Bir yıl

Çalışıp, bir hafta izin alıp onu da yeni bir ülkeyi tanıyıp anlamaya verince; bu bir hafta,  işi ve düzeni özlemeye yetiyor: çünkü iş demek bolca oturmak demektir, düzen demek ise fazla düşünmek zorunda kalmadan hayatını rahatlık icinde sürdürebilmek demektir. Uzun Roma günleri, bu özel günleri taclandirmis  duygu yoğunluğunu iyice pekiştiren  Frida Kahlo sergisi ile son buluyor, sehre bir gün mutlaka tekrar dönmek üzere hoşçakal diyorum. iki bin yılını cömertce önümüze sunan bu sehrin medeniyetine yenik düşmemiş sıcaklığına hayran kalınıyor, onun sayesinde yapilmamis muhasebeleri yaptım, karmaşık iliskilere dışardan baktım, kendim kadar baskalarının da yanılgılarını gördum; arzularla, ozlemlerle, mutlak bir adım daha katetmiş olarak ülkeye dönme vakti geldi bile.

Friday, August 1, 2014

Ayçiçekleri

Güneşe doner, o yüzden Floransa' dan Roma' ya tren yolculugunda küsmüş gibi yüzlerini cevirmislerdi. İnsanoğlu ise eninde sonunda sevgiye doner: sevilmek, ten icin öpulmek demektir, oksanmak demektir; Ruh için ise kabul edilmektir, hayatının devamı için bir destek bulmus olmak demektir. Bunlarin hepsini birden en güzel sekilde verebilecek tek şey, seven koca bir kalptir, Roma nin bütün çeşmelerinden istenecek şey de budur!