Beatles'ın Yesterday Şarkısını dinlerken öyle bir yere ve zamana
gittim ki... Bundan 19 sene önceydi. Sudan çıkmış bir balık kafilesinin
bir sakiniydim.
Hergün hurda formunda, ancak boyalarla
trafikte tutulan, zaman zaman şoförün bir arkadaşla değiş tokuş yaparak
modelini değiştiştirdiği servis aracı, bizi şehrin dışında kırmızı bır
kayanın yontularak arasına sokuşturulduğu kireç boyalı jenerik
sosyalist ülke mimari modeli bir okula götürürdü. Okulda ilk günler
sular kesik olurdu ve Eylul'ün halen çok sıcak günlerinde susuzluktan
kavrulurduk güneş ışığıyla buharlaşan terli sınıflarda. Okulun hazırlık
yılıydı ve yoğun bir hızla İngilizce öğreniyorduk. Tülin hocamız vardı,
ilk tanıştığımız. Proje dersi hocamızdı ve haftada en az 7 saat
bizimleydi, ayrıca sınıf öğretmenimizdi bu sırnaşıklıktan mütevellit. 30
yaşındaydı o zaman, yani benim şimdiki yaşımda. Evli değildi, ve bir
anda memleketi Marmaris' teki özel dersanesinde yıllardır devam
ettirdiği işi bırakıp, kendini doğuya atmıştı. Hikayesinde anlaşılmaz
detaylar vardı: mesela biz onun geldiği yerin neye benzediğini
bilmiyorduk. O ise bizimkini çok kötü düşünmüş olsa ki görev bilinciyle
buraya gelmişti. Sağ elini sol eliyle tutarak yazardı, yazıları
tahtaya. Diğer öğretmenlerin aksine özgürlükçüydü, onun dersinde
kendimizi rahat hissederdik ancak şairin dediği gibi verdiği öğütleri
toplasan bizim şehirden Marmaris'e yol yolurdu. Geleceği parlak
görmüyordu ve çok çalışıp kendimizi kurtarmamız gerektiğini söylüyordu sık sık,
sanki her an kaybolacak bizleri kurtarmanın tek yolu buydu. O sınıf
kendisini fazlasıyla kurtardı sanırım, çunku mahalle mektebinden
sıyrılıp o dağın ortasındaki okula gelmek birşeylerin farklı olacağının
ilk tescillenmiş belirtisiydi. Tülin Hoca ile bir dönem geçirdik, halen
gözümüm önünde bir sahne var. Bir gün sınıftan bir arkadaş bariz hatalar
yaparak İngilizce konuşmaya çırpınırken o da öğretemediğinin
çaresizliğini dramatize ederek oturduğu yerden başını masaya koyup
elleriyle masa ortusunu kavramış çamaşır sıkarcasına çeviriyordu. Sonra
bir yerlerde evlerimizde hayatlar değişiyorken okulda apayrı
kimliklerimizle hergün yeni bir proje için buluşuyorduk. Bu buluşmaların
birinde Yesterday şarkısını öğrendik. Tülin hoca ne uzaklara gidiyordu
bunu söylerken, bazen bir anın içinde onunla öyle bütünleşiyordu ki bunu
ancak şimdi o zamanki sesinin tonundan, gözlerinin kısılmasından,
hareketlerinin yavaşlamasından anlıyorum.
Tahmin ettiği
gibi doğuya gelip herşeyi kolayca değiştiremeyecekti, o dönem komşusunun
küçük çocuklarına kıyafetler alacak, sınıfta bizimle meşgul olacak, bir
şekil tutamayan kolunu sürükleyerek bir dönem boyunca o hiçbirşeye
benzemeyen solgun ve ürkütücü okula gelecekti. Florasanla aydınlatılan uzun kış saatlerinde yalnızlığımızda, dağ manzarasına bakarak hayatta birşeyler olmaya çalışacaktık. Biz sıralarda, o masada ya da ayakta sıraların arasında sakince gezerken.
Okulun son günü ise
tahmin ettiğimizden erken bir saatte yapılan anonsla bayrak töreni
yapılmasına karar verilecek, bir hevesle planladığımız parti yarıda
kalacak, fındık ve leblebileri kola şişeleriyle masaların üstünde
bırakıp, o nimetlere doymadan tatil için evlere göderilecektik.
O
tatilde başka bir dersin kaprisli hocası için bildiğimiz bütün
İngilizce kelimeleri en az beş defa yazarak defter dolduracaktık.
Herşeyi bıraktığımız yerde bulma umuduyla okula geri döndüğümüzde Tülin
Hoca artık ortalarda olmayacaktı. Bu ülkede işler bozulduğunda
gidebileceği güvenilir bir yer vardı, doktor kardeşinin de yaşamakta
olduğu Amerika'ya mı çekip gitmişti gördüğü manzaraya dayanamayıp,
sonuçta o bizden daha hassas yaklaşıyordu olaylara. Öğrendiğimize göre
Tülin hoca hastaydı ve okula devam etmek yerine tedavi olmaya gitmişti,
ondan iki yıl sonra güvenilir bile olup olmadığını bildiğimiz bir
kaynaktan başka haberler geldi. O son habere inanmadım ben.
No comments:
Post a Comment