Wednesday, February 19, 2014

Beatles'ın Yesterday Şarkısını dinlerken öyle bir yere ve zamana gittim ki... Bundan 19 sene önceydi. Sudan çıkmış bir balık kafilesinin bir sakiniydim.
Hergün hurda formunda, ancak boyalarla trafikte tutulan, zaman zaman şoförün bir arkadaşla değiş tokuş yaparak modelini değiştiştirdiği servis aracı,  bizi şehrin dışında  kırmızı bır kayanın yontularak arasına sokuşturulduğu kireç boyalı jenerik sosyalist ülke mimari modeli bir okula götürürdü. Okulda ilk günler sular kesik olurdu ve Eylul'ün halen çok sıcak günlerinde susuzluktan kavrulurduk güneş ışığıyla buharlaşan terli sınıflarda. Okulun hazırlık yılıydı ve yoğun bir hızla İngilizce öğreniyorduk. Tülin hocamız vardı, ilk tanıştığımız. Proje dersi hocamızdı ve haftada en az 7 saat bizimleydi, ayrıca sınıf öğretmenimizdi bu sırnaşıklıktan mütevellit. 30 yaşındaydı o zaman, yani benim şimdiki yaşımda. Evli değildi, ve bir anda memleketi Marmaris' teki özel dersanesinde yıllardır devam ettirdiği işi bırakıp, kendini doğuya atmıştı. Hikayesinde anlaşılmaz detaylar vardı: mesela biz onun geldiği yerin neye benzediğini bilmiyorduk.  O ise bizimkini çok kötü düşünmüş olsa ki görev bilinciyle buraya gelmişti. Sağ elini sol eliyle tutarak yazardı, yazıları tahtaya. Diğer öğretmenlerin aksine özgürlükçüydü, onun dersinde kendimizi rahat hissederdik ancak şairin dediği gibi verdiği öğütleri toplasan bizim şehirden Marmaris'e yol yolurdu. Geleceği parlak görmüyordu ve çok çalışıp kendimizi kurtarmamız gerektiğini söylüyordu sık sık, sanki her an kaybolacak bizleri kurtarmanın tek yolu buydu. O sınıf kendisini fazlasıyla kurtardı sanırım, çunku mahalle mektebinden sıyrılıp o dağın ortasındaki okula gelmek birşeylerin farklı olacağının ilk tescillenmiş belirtisiydi. Tülin Hoca ile bir dönem geçirdik, halen gözümüm önünde bir sahne var. Bir gün sınıftan bir arkadaş bariz hatalar yaparak İngilizce konuşmaya çırpınırken o da   öğretemediğinin çaresizliğini dramatize ederek oturduğu yerden başını masaya koyup elleriyle masa ortusunu kavramış çamaşır sıkarcasına çeviriyordu. Sonra bir yerlerde evlerimizde hayatlar değişiyorken okulda apayrı kimliklerimizle hergün yeni bir proje için buluşuyorduk. Bu buluşmaların birinde Yesterday şarkısını öğrendik. Tülin hoca ne uzaklara gidiyordu bunu söylerken, bazen bir anın içinde onunla öyle bütünleşiyordu ki bunu ancak şimdi o zamanki sesinin tonundan, gözlerinin kısılmasından, hareketlerinin yavaşlamasından anlıyorum.
Tahmin ettiği gibi doğuya gelip herşeyi kolayca değiştiremeyecekti, o dönem komşusunun küçük çocuklarına kıyafetler alacak, sınıfta bizimle meşgul olacak, bir şekil tutamayan kolunu sürükleyerek bir dönem boyunca o hiçbirşeye benzemeyen solgun ve ürkütücü  okula gelecekti. Florasanla aydınlatılan uzun kış saatlerinde yalnızlığımızda, dağ manzarasına bakarak hayatta birşeyler olmaya çalışacaktık. Biz sıralarda, o masada ya da ayakta sıraların arasında sakince gezerken.
Okulun son günü ise tahmin ettiğimizden erken bir saatte yapılan anonsla bayrak töreni yapılmasına karar verilecek, bir hevesle planladığımız parti yarıda kalacak, fındık ve leblebileri kola şişeleriyle masaların üstünde bırakıp, o nimetlere doymadan tatil için evlere göderilecektik.
O tatilde başka bir dersin kaprisli hocası için bildiğimiz bütün İngilizce kelimeleri en az beş defa yazarak defter dolduracaktık.  Herşeyi bıraktığımız yerde bulma umuduyla okula geri döndüğümüzde Tülin Hoca artık ortalarda olmayacaktı. Bu ülkede işler bozulduğunda gidebileceği güvenilir bir yer vardı, doktor kardeşinin de yaşamakta olduğu Amerika'ya mı çekip gitmişti gördüğü manzaraya dayanamayıp, sonuçta o bizden daha hassas yaklaşıyordu olaylara. Öğrendiğimize göre Tülin hoca hastaydı ve okula devam etmek yerine tedavi olmaya gitmişti, ondan iki yıl sonra güvenilir bile olup olmadığını bildiğimiz bir kaynaktan başka haberler geldi. O son habere inanmadım ben.

No comments: