Friday, February 28, 2014

Kesin

en çok sevdiğim composer Rachmaninov. En sevdiğim üç şey, doğa, mavi(deniz, gökyüzü. okyanus), bir de kültür ve onun yaşanmışlığını taşıyan yerler. Mesela Rockefeller Kütüphanesi, Grand Central Station,  Central Park, Harvard. En çok sevdiğim Thai ve Japon yemekleri bir de domates salçalı  fesleğenli spaghetti. En sevdiğim kavram ise özgürlük. Özgür olmayan bir ülkede yaşıyoruz ve birilerinin işine geliyor diye bizim özgürlüğümüz ancak azalıyor. Kalkınma ve zenginlik diye ürettikleri orjinalitesi olmayan hava kirliliği. Hiç düşünmemiş, okumamış insanların güç savaşında altında yaşadığımız boyunduruğun sebebi azınlık oluşumuz. Tarih bu topraklarda sömürünün türlü çeşidinden başka ne gördü.

Wednesday, February 26, 2014

hayat bizi yordu,

yillarin izole ve korunakli hayatindan sonra icine dustugumuz yere bak. Hintli bir arkadasim, ilerde ulkesine donmek istedigini soylediginde, sasirip neden o kaosa girmek isteyebilecegini sormustum. O ise asil o kaosu ve gerceklesecek patlama anini yasayabilmek icin gitmek istedigini soylemisti. Bense asla bunu yapmayacagimi soylemisken ve kendisi planlar yapmak yerine arkadaslarinin hayallerini gerceklestiren biri olarak bakin neler olmus bana: Turkiye'de yillarin sukunetinin ve boyun egisinin ardindan ardindan Gezi olaylari yeni baslarken burdaki isimle irtibata gecip, olaylar kizismisken isi kabul edip sonundaTurkiye' ye geldim. Yapacagim is de egitimimle ilgisi olmayan bir konudayken olmasi gerekenden daha dusuk bir unvanla calisacak, hic sevmedigim bir semtte Marsli gibi birkac ay yasayacak, Kizilay'dan gidis ve donus yolunda iki defa gecmek uzre ulkenin bogrunde yasayacaktim, tabi cok guclu olmaya deli gibi calisarak.Simdi hassas bunyemi korumaya aldim ama o bunye daha buyuk kirilganliklar gelistirdi bu kaosun icinde. Insan icine cikmak hic yaramadi bana, gerceklik hele ucuncu dunya gercekligi cok zor seymis, butun mutsuzluklarin sorumlusu bu gerceklik.
Ozgurluk diye inlerken Turkiye' nin yari ozgur bir ulke olarak gruplandirdigini goruyorum. Avrupa birligi konusunda okumalar yaparken, Avrupa' yi az da olsa tanimis biri olarak, onlarin gozunde Turkiye' nin ne oldugunu okuyabiliyorum, oyle olunca da kiriliyorum. Ulkelere kiriliyorum, bizi hor gordukleri icin. Hor gorulecek halimiz de var, ancak insanligin bir kismina reva gorulmus medeniyet ve ozgurlukten, egitim standartlarindan daha buyuk bir kismin muaf olmasinin mantigini anlayamiyorum. Ulkelerin bencilligine sasisiyorum. Ozgurluk icin ici eriyen kendim gibi insanlari dusunuyorum, Afrika'da ya da Asya'da gecekondusunda televizyonda gordugu "bati standartlari"ni akli alamayan insanlari dusunuyorum, daha da kotusunu bir sosyal sinif olusturacak sekilde evsizleri, karinlarini doyuramayanlari dusunuyorum. Inanin dunya uzerinde bu adaletsizlige insanoglu nasil izin veriyor anlayamiyorum. Toplumdan bireye iniyorum bol bol, kendini bir sebepten gercekleyememis nice potansiyel sahibi insanin pismanliklarini ya da caresizligini goruyorum her tarafta.
Medeniyet kotu sey olmasa da bilimin urettigi teknoloji bize iyi seyler getirmedi. Tarihi kanli Guzel Avrupa ve burun kivirdigi Kuzey Kore bozmasi biz, surekli asagi gormekteyim artik kendi oldugum yeri. Bir de ustune acliktan tokluktan bagimsiz her yerde beyni yikanmis insanlar, kendisine benzemeyeni sevemeyen bir de karsisina alan insanlar, en cok da bizim gibi az ozgur yerlerde. Nasil ozgurlesecegiz, hem kurulmus dusunce ayarlarimizdan hem de fakirligimizden.

Sunday, February 23, 2014

Bazi anlar vardir, ve iyi ki vardir o anlar,

o anlarda dunya durabilir, yani durmasinda ne bir sakinca ne de rahatsizlik veren bir durum vardir. Mesela su an o anlardan biri: Odtu kutuphanesinde Science kitaplari arasinda elimde kendi uzmanlik alanimdan bir kitap, masanin ustunde serinin devami, solumdaki koca duvar boyu pencerelere tesekkurler gunes isigi altinda acik yesil orman manzarasi,  gozlerimi kapatmadan uyumaktayim, ve su anda huzur var. Cunku  bekledigim birsey yok, kaybetme korkusu yok, olabilecek  hersey yanibasimda. Sevgili dostum kindle, cok sevdigim doga, bir sise su, ruhumun dermani kitaplar,  ve insanlara ragmen absolute sessizlik ve gereceklikten kacmak icin hep hazir bekleyen uyku.

Kronik Gunesli Pazar sabahi bunalimi

yazimi yazmak icin sabirsizlaniyorum. Bu hafta Pazar' a gelmeden daha ne badireler anlattik, ordan baslamali. Mesela Cuma gunu ogleden sonra daha fazla dayanamayacagimi hissedip, ofisten disari attim kendimi. Sonra bir guzellik olsun diye Bilkent'e gittim ve Bilkent' te tepedeki cimenlikte sirtustu yatarken hasretle aradigim gokyuzunu buldum. Nasil iyi geldi anlatamam. Sonra Real'de bir zamanlar boyle insanlar da mi var diye anlamlandiramadigim, parasina bakmadan vahsice alis veris yapan yetiskinlerden ayirt edilemez halde davrandigimi farkettim ki bir olmazi daha gerceklestirmek komik geldi. Aksam eve gelince Real'den aldigim somon kafalarini bol yagli balik corbasina cevirip icine pirinc spaghettileri atarak bir degisiklik yapmak istedim. Ardindan Cumartesi sabahi evin icine dolan gunesi ve en taze ev yapimi tereyagi ile hazirlanmis yumurtayi sofrada birakip arkadaslarimla Odtu' ye kahvaltiya gittim. Boylece evin cok yakinindan Odtu' nun icine giden dolmusu kesfederken isyeri kartimla rahatca kampuse girebilmek,  ve Odtu kutuphanesine erisimin kart gerektirmemesi, Ozgur Odtu atmosferinde cati kafede rengarenk yiyecekler arasinda secimlerini yapip camlarin alinda kopuklu Turk kahvesi esliginde tabagindaki renkleri istahla yemek hep cok guzel seylerdi. Akilli insanlarin alay nesnesi olmak, onlarla beraber durumuna gulebilmek de bir nebze icindeki hayal kirikligini disari atmaya yetiyordu. Sonra gec olmadan ayni dolmusa binip eve gelip, bir haftadir kurulmayi bekleyen Ikea cekmecelerini kurmak icin saatler harcadiktan sonra Bilkent' teki gokyuzu gibi uzaklardan tanidik baska bir hissi yakaladim: Organize edilmek uzre ordan burdan cikarilan esyalar arasinda guzel gunlerden kalma bir carsaf ortaya cikti. Gece yarisi isigi kapatip yatmak uzre yatagima gittigimde ayaklarimla o tanidik dokuyu hissettim. Ne hikmetse onca cabadan sonra, bu sabah eklenen son mobilyalarla toptan bembeyaz olmus her zamankinden daha duzgun odama dolan isiklara ragmen gune huysuz uyandim. Halen toparlamaya calisiyorum.

Friday, February 21, 2014

Bir insan yüzünden ne kadar mutlu oluyoruz ve ne kadar mutsuz oluyoruz. Eğer kendi irademizle gerçekleşiyorsa bu etkileşim, mutlu olduğunuz kadar mutsuz oluyoruzdur en fazla.  Çünkü aksi takdirde o insan çevremizde olamaz. Peki mutluluk ile mutsuzluk birbirini silince geriye ne kalıyor? yorgunluk.

Wednesday, February 19, 2014

Beatles'ın Yesterday Şarkısını dinlerken öyle bir yere ve zamana gittim ki... Bundan 19 sene önceydi. Sudan çıkmış bir balık kafilesinin bir sakiniydim.
Hergün hurda formunda, ancak boyalarla trafikte tutulan, zaman zaman şoförün bir arkadaşla değiş tokuş yaparak modelini değiştiştirdiği servis aracı,  bizi şehrin dışında  kırmızı bır kayanın yontularak arasına sokuşturulduğu kireç boyalı jenerik sosyalist ülke mimari modeli bir okula götürürdü. Okulda ilk günler sular kesik olurdu ve Eylul'ün halen çok sıcak günlerinde susuzluktan kavrulurduk güneş ışığıyla buharlaşan terli sınıflarda. Okulun hazırlık yılıydı ve yoğun bir hızla İngilizce öğreniyorduk. Tülin hocamız vardı, ilk tanıştığımız. Proje dersi hocamızdı ve haftada en az 7 saat bizimleydi, ayrıca sınıf öğretmenimizdi bu sırnaşıklıktan mütevellit. 30 yaşındaydı o zaman, yani benim şimdiki yaşımda. Evli değildi, ve bir anda memleketi Marmaris' teki özel dersanesinde yıllardır devam ettirdiği işi bırakıp, kendini doğuya atmıştı. Hikayesinde anlaşılmaz detaylar vardı: mesela biz onun geldiği yerin neye benzediğini bilmiyorduk.  O ise bizimkini çok kötü düşünmüş olsa ki görev bilinciyle buraya gelmişti. Sağ elini sol eliyle tutarak yazardı, yazıları tahtaya. Diğer öğretmenlerin aksine özgürlükçüydü, onun dersinde kendimizi rahat hissederdik ancak şairin dediği gibi verdiği öğütleri toplasan bizim şehirden Marmaris'e yol yolurdu. Geleceği parlak görmüyordu ve çok çalışıp kendimizi kurtarmamız gerektiğini söylüyordu sık sık, sanki her an kaybolacak bizleri kurtarmanın tek yolu buydu. O sınıf kendisini fazlasıyla kurtardı sanırım, çunku mahalle mektebinden sıyrılıp o dağın ortasındaki okula gelmek birşeylerin farklı olacağının ilk tescillenmiş belirtisiydi. Tülin Hoca ile bir dönem geçirdik, halen gözümüm önünde bir sahne var. Bir gün sınıftan bir arkadaş bariz hatalar yaparak İngilizce konuşmaya çırpınırken o da   öğretemediğinin çaresizliğini dramatize ederek oturduğu yerden başını masaya koyup elleriyle masa ortusunu kavramış çamaşır sıkarcasına çeviriyordu. Sonra bir yerlerde evlerimizde hayatlar değişiyorken okulda apayrı kimliklerimizle hergün yeni bir proje için buluşuyorduk. Bu buluşmaların birinde Yesterday şarkısını öğrendik. Tülin hoca ne uzaklara gidiyordu bunu söylerken, bazen bir anın içinde onunla öyle bütünleşiyordu ki bunu ancak şimdi o zamanki sesinin tonundan, gözlerinin kısılmasından, hareketlerinin yavaşlamasından anlıyorum.
Tahmin ettiği gibi doğuya gelip herşeyi kolayca değiştiremeyecekti, o dönem komşusunun küçük çocuklarına kıyafetler alacak, sınıfta bizimle meşgul olacak, bir şekil tutamayan kolunu sürükleyerek bir dönem boyunca o hiçbirşeye benzemeyen solgun ve ürkütücü  okula gelecekti. Florasanla aydınlatılan uzun kış saatlerinde yalnızlığımızda, dağ manzarasına bakarak hayatta birşeyler olmaya çalışacaktık. Biz sıralarda, o masada ya da ayakta sıraların arasında sakince gezerken.
Okulun son günü ise tahmin ettiğimizden erken bir saatte yapılan anonsla bayrak töreni yapılmasına karar verilecek, bir hevesle planladığımız parti yarıda kalacak, fındık ve leblebileri kola şişeleriyle masaların üstünde bırakıp, o nimetlere doymadan tatil için evlere göderilecektik.
O tatilde başka bir dersin kaprisli hocası için bildiğimiz bütün İngilizce kelimeleri en az beş defa yazarak defter dolduracaktık.  Herşeyi bıraktığımız yerde bulma umuduyla okula geri döndüğümüzde Tülin Hoca artık ortalarda olmayacaktı. Bu ülkede işler bozulduğunda gidebileceği güvenilir bir yer vardı, doktor kardeşinin de yaşamakta olduğu Amerika'ya mı çekip gitmişti gördüğü manzaraya dayanamayıp, sonuçta o bizden daha hassas yaklaşıyordu olaylara. Öğrendiğimize göre Tülin hoca hastaydı ve okula devam etmek yerine tedavi olmaya gitmişti, ondan iki yıl sonra güvenilir bile olup olmadığını bildiğimiz bir kaynaktan başka haberler geldi. O son habere inanmadım ben.

Monday, February 17, 2014

Çok huzurlu

bir Pazartesi geçirmekteyim, sabah sessiz bir eve uyanmış olmanın etkisiyle midir, henüz normal negatif düşünme ritmine ulaşamadım. Erken kalkmış olmama rağmen o kadar yavaştım ki işe 20 dakika geç kaldım.  Geç kalacağımı anladığım andan itibaren hızlanmaya değil yavaşlayıp kendimi zorlamamaya karar versim. Yolda yürürken- tabi ki ağır ağır- sokaklar canımı sıkmadı, medeniyein dışında kalmış gibi hissetmedim. I took it easy today.

Sunday, February 16, 2014

Bugun Pazar, Ankara'da gunes var. Arkami donmus oldugum gunes odayi guzelce aydinlatirken, rutin bir sekilde  bilgisayar ekranindan medet umuyorum. Yetiskin olmanin ne fikrine ne de pratigine alisabildim, son iki yilin yalpalamalari ise hep bu yuzden. Okullar bizi hayata hazirlayamiyor, az cok en iyilerine gittim, ogrenmem gerekenleri memnuniyetle ogrendim, fakat su anda hayat karsisinda acemiyim. "Nerden baslayip neyi yoluna koymali" yi birakin, iyi ile kotuyu ayirt edemiyorum. Benim icin iyi olan nedir, mesela? Yuregimi dinlemeye kalkiyorum bu kez cok sesli ve tekrar etmeyen bir ezgi ortaya cikiyor. Geriye yaprak gibi savrulmaktan baska ne kaliyor...Fakat bu secenege de teslim olamiyoruz.

Thursday, February 13, 2014

Yalnizligin

nasil birsey oldugunu bazi gunler cok daha iyi anliyorum. Yalnizlik, yaninda birinin olmamasi degil, tam tersi onlarin varliginda butun insalardan umudunu kaybetmek. En zor aninda, yani yalniz oldugunda, bunun ne demek oldugunu etrafina anlatamayack olmak, onlarin anlamayack olusu ya da. Normale ayarlanmis bir dunyada outlier olmayi secmisseniz ve yolunuzdan donmeyecek kadar inatciysaniz yalnizliginiza sasirmamalisiniz.
Bana ongorulmus bir kaderdi bu, ve yillar once ondan kacmayi basarmistim. Icinde mutsuz olmaktan baska bir duyguyu hakkiyla yasayamadigim bu ulkeden gitmistim. Hem doganin hem medeniyetin guzellikleri arasinda yalnizligimi unutmustum nerdeyse. Mutlu ve yalnizdim en kotu zamanlarda, onun disinda ise mutlu ya da cok mutlu.
Bana yalnizligimi affettirecek bir guzellik lazim.
Hayata teslim olmak ve artık kabullenmek lazım, huzursuz ruhların ilacı bu. 
Başarının sırrı ise huzursuzluktu.
Yeni bir bakışla yaşamak lazım, aynı hayatın içine çok hayatlar sığdırabilmek için.
Ilgisiz bir not olarak da: öğleden sonra florasanla aydınlatılan ofiste geçecekse, double shot expresso ile yapılan vienna kahve içilmemeli.

Tuesday, February 11, 2014

Bu sabah gerginlikten

bahsederken simdi aksam sporunun ardindan hem fiziksel hem de ruhsal bir gevseme hissediyorum. Bu gun ogle arasinda tesadufen yururken kendimi Cim Bim yokusunda buldum. Yolu takip edip parka ulasmisken, oturdugum banktan altta kalan sehre bakiyordum. Muzik ,gunes ve sicak hava ruhuma iyi geliyordu, biraz dusunce egzersizleri yaptim; kendimi baska yerlerdeymis gibi hayal etmeye calistim. Basaramadim. Sonra minik balonlardan koca kirmizi kalpler satan baloncu geciyordu, onu gorunce sevgililer gununu hatirladim. Boyle seylere takilan biri degilim, boyle bir gunu ciddiye alip kutlamaya yeltenmis kimse de olmadi hayatimda. Lakin bu kez dusuncelerim biraz farkliydi. O gun ofise gelecek meyve sepeti, cicek sepeti, ve turevi sepetlerin bol sekerli bayatlamakta olan malzemeleri tum ofis ahalisine  paylastirilirken, boynu bukuk kalacak olan hatri sayilir azinligi dusundum. Yalnizligimiz en hassas noktamizken, bunun etrafta dolasan kirmizi kalplerle gozumuzun icine sokulmasi ne sacma sey.
Bugün Beethoven günü, ve aynı zamanda botlarımı Ocak  5 den sonra ilk kez silerek Ankara tozlarından arındırdığım gün. Istanbul'da üniversite mezunu olduğunu iddia edip hangi bölüm diye sorunca fakülte adından öteye gidemeyen, Amerika'nın Batı yakasında ve güneyinde bir kaç şehrinde bulunmuş olduğunu iddia eden Adıyaman'lı bir turist ayakkabı boyacısı tarafından boyandığı o günden sonra o günün anısına kıyamazken, ayakkabıların annemin gözüne batan tozları ile bugün mecbur kaldım buna.
Bu aralar bu ülkeyi sevemeyişim üzerine çok düşünüyorum. Neden burda bu kadar kasılıyorum, kandimi rahat bırakamıyorum. En yakınımızdaki insanların çok sevgisi yine mutsuzluğumuz oluyor, üzerimizde denemek istedikleri kendi mutluluk formüllerinde boğuluyoruz. Reddettiklerimizle kucak kucağa yaşıyoruz, hiçbirşeyden kaçmak ve saklanmak mümkün değil bu ülkede ve o yüzden bu hüzün.

Wednesday, February 5, 2014

Iki saatini

caldigim dun, bugunun cok daha buyuk bir kismina goz dikmis. Yorgunca yatilmis bir uykunun ardindan resetlenmis kalkamiyorum, hareketler yavaslamis, isteme gucu geriye cekilmis. Ancak yorgunluktaki guzellik bizi yorulmaya ceken: Iskolik olmak, ogrenmekolik olmak, dunya gorusu highly distorted olmak, asiri devingen olmak, kisacasi normal olamamak.

Monday, February 3, 2014

Bu şehir ancak

kendinden gidilecek olduğunda sevimli oluyor, terkedilecek herşey gibi. Kalbimin hissetikleri var ama ben onlar kimseye söylemiyorum. Söyleyince işler kolaylaşmayacak çünkü. Akşam vakti ofiste çekinmeden bilgisayarda istediğim şeylerle uğraşırken, özlediğim akademik hayatın parçalarını hayatıma almış oluyorum. Sınırların dışını hep çok seviyorum.