Wednesday, May 21, 2014

Umulmadık bir yerden bildiriyorum, vücudumdaki fazla şekerin beynime kadar zarar vermekte olduğunu hissediyorum. Sabah kahvaltısındaki şeker basılmış muffin'in ardından, açık büfe somonlu öğle yemeğini sonlandırmak üzre acıya çalan tiramusuyu olabildiğince yemeye zorlayıp ve yine İtalyan usulü içi dolu silindirlerin tadına bakıp, öğleden sonra da bedava diye aldığım frappucinno'yu elimde kalabalık yapmasın diye açıp yarıya indirince, bunların olması kaçınılmazdı. Yeme içmeye dair şuursuz davranışlarımın sebebi ise bu ülkedeki tatlılık standardının ne kadar yüksek olduğunu unutmuş olmam. Şimdi ise kemik aralarımdaki sıvıya kadar bozulmuş hissediyorum. Şekerin piskolojiyi de kötü etkilediğini çok defalar değişik yerlerde duymuştum ki ondaki denge kaybını da üstümdeki gereksiz duygusallıktan anlıyorum ve bununla ne yapacağımı bilemiyorum. Normal bakışlar, çok ruhsuz geliyor. Bir sevgi topunun beni içine alıp ortalığı darmaduman etmesini içimden geçiriyorum, lakin o bakışlar hiç değişmiyor. Öyle bir yalnızlık ve yabancılık hissediyorum ki tek bir insanın dindireceği türden hiç değil: Bir koloniye katılsam, her yere onunla harket etsem belki geçecek bir yalnızlık!
Bütün hücrelerim deliye dömüş gibi, onları bir arada tutmak için çaba gösteren bedenim yürürken yalpalıyor. Yeni alınmış gıcır mavi babetlerden buğday renkleri ile gulumseyen ayaklarıma gösterdiği üstün çabadan dolayı minnettarlık duyuyorum, ufacık kaldığım bu düzlemde vücüdum ayaklarım için hala fazla büyük. 
Sonra üç kişi bir Middle Eastern tavern'e oturuyoruz. Benim karnım çok tok, o güne mahsus alkol ihtiyacım karşılanmış, loş ışıkta daha da nezih görünen restoranda minik porsiyonlarda güzel renkli, şık tabaklar sırayla masaya geliyor. Açlar doydukça masamızın neşesi artıyor: bir el belimi sıvazlıyor, karşımdaki iki göz  ağzımdan çıkacakları yakalamak için pusuya yatıyor. Lavaş ekmeğin arasına doluşmuş buharın sıcak olduğunu hatırlatıyorum, elleriyle ekmeğe yönelmekten vazgeçmeyince buharın ne kadar sıcak olabileceğine dair fikir vermek için ortaokulda yaşıtlarıma karşı üstün başarı sergilediğim derslerden sadece bir tanesi olan ısı-sıcaklık dersinde kususursuz öğrendiğim üzre buharın sıcaklığı için son olarak"there is no limit" diyorum, ve ifade karşımdakinin çok hoşuna gidiyor. Başka birşey anlamış, bunu isyankarlığıma yormuş gibi sözü tekrar ediyor. Daha sonraki gün yine bakışları ile bana yükleniyor, dirensem de o bakışlar ağır geldikleri için başımı öne eğmek durumunda kalıyorum. Bunun daha ele verici birşey olduğunu  bildiğim için bakışlarımı kaçırdıkça daha çok utanıyorum. 
İki gün sonra bu yaşananları unutuyorum. Geri dönüyorum ve okumakta olduğum kitap için ayıraç olarak kullandığım  otelden kalma not defterini -kitabın (Ham on the Rye) bitmesi üzerine- yeni notlar almak üzre faaliyete geçirdiğimde, bozuk el yazısını çözerek yaşanmış ve uçmuş anılara ulaşıyorum.

6.. Mayıs 2014

No comments: