Umulmadık bir yerden bildiriyorum, vücudumdaki fazla şekerin
beynime kadar zarar vermekte olduğunu hissediyorum. Sabah
kahvaltısındaki şeker basılmış muffin'in ardından, açık büfe somonlu
öğle yemeğini sonlandırmak üzre acıya çalan tiramusuyu olabildiğince
yemeye zorlayıp ve yine İtalyan usulü içi dolu silindirlerin tadına
bakıp, öğleden sonra da bedava diye aldığım frappucinno'yu
elimde kalabalık yapmasın diye açıp yarıya indirince, bunların olması
kaçınılmazdı. Yeme içmeye dair şuursuz davranışlarımın sebebi ise bu
ülkedeki tatlılık standardının ne kadar yüksek olduğunu unutmuş olmam.
Şimdi ise kemik aralarımdaki sıvıya kadar bozulmuş hissediyorum. Şekerin
piskolojiyi de kötü etkilediğini çok defalar değişik yerlerde duymuştum
ki ondaki denge kaybını da üstümdeki gereksiz duygusallıktan anlıyorum
ve bununla ne yapacağımı bilemiyorum. Normal bakışlar, çok ruhsuz
geliyor. Bir sevgi topunun beni içine alıp ortalığı darmaduman etmesini
içimden geçiriyorum, lakin o bakışlar hiç değişmiyor. Öyle bir yalnızlık ve yabancılık hissediyorum ki tek bir insanın dindireceği türden hiç değil: Bir
koloniye katılsam, her yere onunla harket etsem belki geçecek bir
yalnızlık!
Bütün hücrelerim deliye dömüş gibi, onları bir
arada tutmak için çaba gösteren bedenim yürürken yalpalıyor. Yeni
alınmış gıcır mavi babetlerden buğday renkleri ile gulumseyen ayaklarıma
gösterdiği üstün çabadan dolayı minnettarlık duyuyorum, ufacık kaldığım
bu düzlemde vücüdum ayaklarım için hala fazla büyük.
Sonra üç kişi bir Middle Eastern tavern'e oturuyoruz. Benim karnım çok tok, o güne mahsus
alkol ihtiyacım karşılanmış, loş ışıkta daha da nezih görünen restoranda
minik porsiyonlarda güzel renkli, şık tabaklar sırayla masaya geliyor. Açlar
doydukça masamızın neşesi artıyor: bir el belimi sıvazlıyor, karşımdaki
iki göz ağzımdan çıkacakları yakalamak için pusuya yatıyor. Lavaş
ekmeğin arasına doluşmuş buharın sıcak olduğunu hatırlatıyorum,
elleriyle ekmeğe yönelmekten vazgeçmeyince buharın ne kadar sıcak
olabileceğine dair fikir vermek için ortaokulda yaşıtlarıma karşı üstün
başarı sergilediğim derslerden sadece bir tanesi olan ısı-sıcaklık
dersinde kususursuz öğrendiğim üzre buharın sıcaklığı için son
olarak"there is no limit" diyorum, ve ifade karşımdakinin çok hoşuna
gidiyor. Başka birşey anlamış, bunu isyankarlığıma yormuş gibi sözü
tekrar ediyor. Daha sonraki gün yine bakışları ile bana yükleniyor,
dirensem de o bakışlar ağır geldikleri için başımı öne eğmek durumunda
kalıyorum. Bunun daha ele verici birşey olduğunu bildiğim için
bakışlarımı kaçırdıkça daha çok utanıyorum.
İki gün sonra bu yaşananları unutuyorum. Geri dönüyorum ve okumakta olduğum kitap için ayıraç olarak kullandığım otelden kalma not defterini -kitabın (Ham on the Rye) bitmesi üzerine- yeni notlar almak üzre faaliyete geçirdiğimde, bozuk el yazısını çözerek yaşanmış ve uçmuş anılara ulaşıyorum.
No comments:
Post a Comment