Tuesday, May 27, 2014

Kulaklıktan kültür üzerine bir ders dinlerken, ekranda kriptoloji üzerine dökümanlar okuyorum. Ruhumun teknik tarafı ile sözel tarafını aynı anda besliyorum. Evdeki serbest saatlerde bu tür bir ruh açlığı hissedinmiyor olmalı ki, ofiste oturtulduğum sekiz saatte genelde güzel şeyler yapıyor oluyorum.

Sunday, May 25, 2014

2014 yili

ailemizin cogalmasi adina bereketli gecmekte. Ucuncu nesile katilmak uzre ikinci elemanimiz da yola cikmis. Kendi adima, zorluklari olmayan sadece guzellikleri ile yuzlestigim bir pozisyon hala olmak. Annemin torunlara aciyarak yarattigi strese bakarsak hala olmak cok daha kolay. Endise miktari gen aktarma miktarina gore degismekte olsa gerek. Annemin yarim ihtimal gen aktarmasi olacakken, bu ihtimal hala-teyze-ve amcalar icin daha dusuk olabilmekte. Abimlerle ne kadar ortak genimiz vardir ki benim genlerin aynisi cocuklarinda da ciksin, halbuki annemle en az yari yariya genleri ortak.
Dedigim gibi halalik stressiz bir pozisyon. Yegeniniz oldugu icin onu seviyorsunuz ancak ona dair endiseler anne ve babasi belki de annelerinin kardesleri arasinda bir posta goguslendiktan sonra size ulasiyor. O anlamda teyzeligin daha kritik olacagini dusunuyorum. Teyze olmak da cok hosuma gidebilirdi, su anki halaligimi biraz daha yogun yasamak hosuma giderdi.
Buyuk yegenimin suslu teyzelerine ve nispeten bakimli annesine alternatif halim onda kafa karisikligi yaratabilmekte. Gorustugumuz kisa zamanlarda ise mutlaka onun aklindaki yargilari degistirecek bir iki done veriyorum. Tarzimdaki makyaj ve isiltili kiyafet eksikligi onda fakir oldugum hissini uyandirmis ki parasal degeri oldugunu anlayabildigi bir arazim oldugunu ogrenince cok sasirdi. Ona ailedeki en zengin kisi oldugumu, isterse bunu babasina sorabilecegini soyledim. Babasindan bu cavabi onaylamasini istedim ve o da oyunu bozmayip onay verince: yegenim, zenginsem neden suslu kiyafetler giymedigimi sordu: ben de ona asil zengin olan kisilerin fakirliklerini ortmek icin boyalara ve pahalli gorunen kiyafetlere ihtiyaci olmadigini, ayrica kendimin de zengin gorunmek istemedigini, boylece borc almak isteyen insanlari basimdan savmak uzre bu sekil giyindigimi soyledim. Yegenim derin dusuncelere gark oldu, anladim ki soylediklerime ikna oldu.
 Ailenin kendinden basari beklentisi olmayan diger fertleri, ozellikle kuzenlerim gibi, onun da butun sevgisine ragmen bir tarafta yesermekte olan bana gicik olma sendromunun farkindayim. Fakat buna alistigim icin, ayrica bu problemle ilk tanistigim erken yaslarda oldugu gibi halen sosyal ve populer olmak uzre normallesmeyi arzulamadigima emin oldugum icin yegenimle iliskimizin  kuzenlerimle olanlara donusmesi ihtimali umutsuzluk yaratsa da basa cikilacak turden birsey.
Ikinci yegenime gelince, onla bu teklikelerin olmayacagini umuyorum, bunda temel sebep cinsiyet farki.  Onun kalbine giden yolun ayaklarim oldugunu ogrendigimizden beri  yegenimin halaligima bulastirdigi kirli lekeyi ancak ki ailecek ona unutturmaya calisiyoruz ve tabi o etraftayken asla coraplarimi cikarmiyorum! Amanin!!! kendimi Yuzyillik yalnizliktaki Amaranta gibi hissederken yegenimin bana yonelmis arzulari da karakterin ustume oturmasina iyice imkan vermekte.

Karar vermek, sabretmek, treni kacirmamak

arguman cikmazinda, hayat deneyimi sahibi insanlarin bile onayladigi son stratejimi paylasmak istiyorum. O da," dogru yolda oldugunu bilmek". Yani hayatinizin merkezinde ne varsa ki benim gibiler icin bu kariyer olabilir, onda dogru track'da oldugunuzu hissediyorsaniz geri kalan ayrintilari zamanla doldurabilirisiniz. Kendi merkezim uzerinden konusacak olursak, dogru isi yaptiginiza inaniyorsaniz ve emeginiz karsiligini da aliyorsaniz bu is icin hangi ulkede oldugunuz cok onemli degil.
Biyolojik saatiniz alarma gececek diye hizli hareket etmenin de bir anlami yok: cocuk yapmadan da yasamak bir alternatif ve onun da kendi guzellikleri oldugu muhakkak. Yalniz kalma endisesiyle basarisiz iliskiler kurmaniza ancak ki bu iliskiden yeterince zevk alacaksaniz onay verebilirim. Gorev olmamasina ragmen zevk almadiginiz birseyi gorev gibi yapmanin hicbir mantigi olamaz.  Kisacasi akliniza yatmali, hem kisa vadede hem de uzun vadede attiginiz adimlar. En onemlisinden yoluna koymaya baslamali hayati, geri kalan taslar zamanla yerine oturacaktir. Bir kac tas eksik kalsa bile bu mutlu olmaniza engel degil.

Wednesday, May 21, 2014

Umulmadık bir yerden bildiriyorum, vücudumdaki fazla şekerin beynime kadar zarar vermekte olduğunu hissediyorum. Sabah kahvaltısındaki şeker basılmış muffin'in ardından, açık büfe somonlu öğle yemeğini sonlandırmak üzre acıya çalan tiramusuyu olabildiğince yemeye zorlayıp ve yine İtalyan usulü içi dolu silindirlerin tadına bakıp, öğleden sonra da bedava diye aldığım frappucinno'yu elimde kalabalık yapmasın diye açıp yarıya indirince, bunların olması kaçınılmazdı. Yeme içmeye dair şuursuz davranışlarımın sebebi ise bu ülkedeki tatlılık standardının ne kadar yüksek olduğunu unutmuş olmam. Şimdi ise kemik aralarımdaki sıvıya kadar bozulmuş hissediyorum. Şekerin piskolojiyi de kötü etkilediğini çok defalar değişik yerlerde duymuştum ki ondaki denge kaybını da üstümdeki gereksiz duygusallıktan anlıyorum ve bununla ne yapacağımı bilemiyorum. Normal bakışlar, çok ruhsuz geliyor. Bir sevgi topunun beni içine alıp ortalığı darmaduman etmesini içimden geçiriyorum, lakin o bakışlar hiç değişmiyor. Öyle bir yalnızlık ve yabancılık hissediyorum ki tek bir insanın dindireceği türden hiç değil: Bir koloniye katılsam, her yere onunla harket etsem belki geçecek bir yalnızlık!
Bütün hücrelerim deliye dömüş gibi, onları bir arada tutmak için çaba gösteren bedenim yürürken yalpalıyor. Yeni alınmış gıcır mavi babetlerden buğday renkleri ile gulumseyen ayaklarıma gösterdiği üstün çabadan dolayı minnettarlık duyuyorum, ufacık kaldığım bu düzlemde vücüdum ayaklarım için hala fazla büyük. 
Sonra üç kişi bir Middle Eastern tavern'e oturuyoruz. Benim karnım çok tok, o güne mahsus alkol ihtiyacım karşılanmış, loş ışıkta daha da nezih görünen restoranda minik porsiyonlarda güzel renkli, şık tabaklar sırayla masaya geliyor. Açlar doydukça masamızın neşesi artıyor: bir el belimi sıvazlıyor, karşımdaki iki göz  ağzımdan çıkacakları yakalamak için pusuya yatıyor. Lavaş ekmeğin arasına doluşmuş buharın sıcak olduğunu hatırlatıyorum, elleriyle ekmeğe yönelmekten vazgeçmeyince buharın ne kadar sıcak olabileceğine dair fikir vermek için ortaokulda yaşıtlarıma karşı üstün başarı sergilediğim derslerden sadece bir tanesi olan ısı-sıcaklık dersinde kususursuz öğrendiğim üzre buharın sıcaklığı için son olarak"there is no limit" diyorum, ve ifade karşımdakinin çok hoşuna gidiyor. Başka birşey anlamış, bunu isyankarlığıma yormuş gibi sözü tekrar ediyor. Daha sonraki gün yine bakışları ile bana yükleniyor, dirensem de o bakışlar ağır geldikleri için başımı öne eğmek durumunda kalıyorum. Bunun daha ele verici birşey olduğunu  bildiğim için bakışlarımı kaçırdıkça daha çok utanıyorum. 
İki gün sonra bu yaşananları unutuyorum. Geri dönüyorum ve okumakta olduğum kitap için ayıraç olarak kullandığım  otelden kalma not defterini -kitabın (Ham on the Rye) bitmesi üzerine- yeni notlar almak üzre faaliyete geçirdiğimde, bozuk el yazısını çözerek yaşanmış ve uçmuş anılara ulaşıyorum.

6.. Mayıs 2014

Tuesday, May 20, 2014

Sanki birsey soyleyecek

gibi agzimizi acip bir kelimeden fazlasini edemeden susuyoruz, sessizligin sebebinin ne oldugunu anlamakta zorlaniyorsunuz. Yas tuttugumuzdan degil konusmamamiz, yas piskolojisinin devam etmesinden dolayi konusacak birsey yok: Neden bahsedecek olursaniz akliniza olumler geliyor ve soylenecek her neyse, anlamsiz kaliyor, daha yeni yasanmislarin yaninda.
Olanlara en cok annelerin tepki verdigini farkediyorum; cunku analar daha cok farkinda, insan hayatinin ne pahasina o gunlere geldiginin ve hayati bitirenlerin ardindan cekilecek acinin buyuklugunun.
Anne olmaya imkanim olmamis olsa da bizzat yasayaraktan, cok sevdigin birini olume karsi kaybetmenin ne demek oldugunu yillar once henuz akli basinda olmayan yasimda ogrendim. Nitekim ergen olup akil basa gelecek diye umarken, o gun hic gelmedi. Ya fazla umursadim ki  gerekenden fazla agir geldi hayat yuku, ya da hice saydim herkesin iman edip hayatina aldiklarini. Demek istedigim, aci her zaman gecen bir sey degildir, geride rengarenk izler birakir: hayatin icinde harmonize olmak varken bir de bakarsiniz surekli yorgun sularda nerden gelecegi belli olmayan dalgalara karsi cirpinmaktasiniz. Gidenler (gonderilenler)in gun yuzu gormeden gidisi icinize dert olcak, gordugunuz gunlerden bir sey anlamadan maratonun bitisini bekleyeceksiniz.
Siz degil ama o acinin direkt muattaplari, onulmaz yaralarlarini saracak bir kac yila  kadar. Fakir hayatlari ise ruhlarindaki acilarin iyilesmesine izin vermeyecek.

Tuesday, May 13, 2014

Dusundugumuz seyler gercek degildir,
Gercek olan seyleri bile dusunsek ancak hayal kurariz
Hayali gerceklige yaklastirmak icin elinizden geldigi kadar caba gosterebilirsiniz,
Tabi eger dusuncelerinizin hayal oldugunun farkina bir defa varmissaniz.
Yillardir hayati dusuncelerimle gercekliginden saptirdigimin farkindaydim
Fakat bundan kime zarar gelir ki deyip hayal gucumu korukledikce koruklemisim.
Simdi ruhuma iyi geliyor diye ikinci defa yuz yillik yalnizligi okuyorum.

Masamda yeşil bir Magritte elması, sol pinky parmakta tanıdık olmayan bir ağrı, kalbimde sabah kahvesinin çırpıntıları, midemde  geçtiğimiz hafta sürekli dışarda yemenin üzerine son damla olmuş uçak yemeğinin kurtulamadığım hassasiyeti, geri kalan bütün gücümle yeniliklere kucak açıyorum. Önümde yeni bir hedef var, altından kalkılabilecek türden... Makaleleri topladım, yeni öğrenme maceram başlıyor.

Monday, May 12, 2014

Huzuru

korumak lazım, tatilden sonra hayatla barışmış hali, yüzdeki ışıltıyı,  bıraktığımdan daha yeşil görünen sokakları ve de bu ülkede hapsedilmişlik hissinin daha az hissedildiği şimdiki nadir anı...

Friday, May 9, 2014

Highline park

Bugun buyuk Bir istahla seyrettiğim new york görüntülerinden birine ev sahipliği yaptı. Hayata bir pencere actık, ve bir hafta boyunca ona apayrı bir yerden baktım. Çok güzel bir histi.

Monday, May 5, 2014

Tesellisi düşmek

Diye bir laf vardır bizim orda, annem sık sık kullanır, bense anlamını son bir yılda öğrenebildim. Bugün ikinci pratiğini yaptım bu deyimin. Aylardır özleminden etrafımdaki insanların basının etini yediğim memlekete kavuştum ve ne mi oldu? Bana kendimi öyle yabancı hissettirdi ki, anladim ki buraya ait oldugumu sanip icimde yanlış umutlar beslemişim bunca zaman. Sokakları, evleri, doğayı halen takdir ediyorum, çok güzeller lakin bana yer yok burda. İnsanların basma kalıp halleri gözüme batıyor, kültür yabancı geliyor. Sürekli ornek verdigim gibi buz sarayında soğukluğa alışmıştık ama bir defa ısininca soğuk tahammül edilmez oluyor. Şu anda hayal kırıklığına uğramış oldugum kadar ayrildigim zaman buraya karsi hayatımı zorlaştıracak arzular duymayacak olmam hoşuma gidiyor. Bakalım bir hafta da tekrar buz sarayına alışip, süreci eski haline getirebilecek miyim? Yoksa ruhu hiçbir yere ait olmayan, en cok istedigi seyden de tesellisi düşmüş biri olarak havasını ve sokaklarını sevemedigim yerime bu defa uzak ulkeler hakkinda daha az hayaller kurmak üzere mı geri döneceğim. Simithsonian art Museum'da nerdeyse bundan iki yıl önce burdan Almanya ya gitmek üzere ayrılmadan hemen önce ziyaretimde ruhumu ısıtan kış tablosunu tekrar görüp bir yakınlık hissedemeyince, hızla geçtiğim diğer bir salonda kuzey ışıklarının boş sayılacak kadar basit bir dag manzarası üzerinde büyük bir gerçeklikle resmedildigi tablonun karşısına oturmuş, bir duyguya daha Elvada diyor  olmanın farkındalığın icime oturan, gözlerimi yaşartan bilinciyle bunları düşündüm.

Thursday, May 1, 2014

Hayatin icinde cok seyler oluyor, ancak cok azini

yansitabiliyorum. Bugun Odtu dolmusundayken exchange olduklarini tahmin ettigim Alman iki ogrenci gordum. Buraya gelmis olmalari hosuma gitti, ozellikle Avrupa'daki yogun irkciliktan siyrilip bilhassa bu kulturu merak etmeleri guzel seydi. Geldikten sonra cool Odtulu ogrencileri de eminim algilarinda buyuk gelismeler saglamistir ki bu gelisleri toptan hayirli bir ise donmustur.
Ardindan, The Grand Budapest Hotel' i seyretmek uzre arkadasimla sinemeya gittik. Bu filmi gunlerdir seyredebilmek icin firsat kolluyordum, sonunda muradima erebildim, fakat umutla beklenen guzel birseyin daha tuketilmesi umudu azaltan birsey ki o acidan bir burukluk var icimde. Filmi izlerken yonetmenin Providence'dayken izledigim onceki filmi aklima geldi. O gunleri hatirladim ve cok yogun bir ozlem basti. Uc gun sonra ozledigim topraklarda olacagim, ancak bunu dusundukce bile aglamak istiyorum. Gitmenin umudundan ote dondugumde bir guzel seyin daha gecmis olacak olusunun umutsuzlugu mu sarsacak hassas dengemi! Burda guclu olabilmek icin cok caba gosteriyorum, belki o yuzden onumuzdeki haftayi dusundukce aglamakli oluyorum. Ne oldugunu ancak oralarda idrak ettigim ozgurlugu geride birakip gelmis oldugum ve deger yargilarini paylasmadigim ulkenin cirkin gariban sehirlerinde cok yoruluyorum! Ayrica bugun annemin yasgunu. Ondan gelecek yil yasgununu amerika'da kutlamamiz icin dua etmesini istedim. Biliyorsunuz ben pek dua edemiyorum.