mecburen kavustugum su gunlerde, uzun gunlerin tadini cikarirken aylaklik ve esneklik yoksunlugu uzerine gelen ankara karasalliginin yipratici ve yaslandirici etkilerinden de korkmuyor degilim. Saglikli olmak onemli, guzellik ise guclu bir silah/avlayici/cekici ancak ki anlamlandirilmis bir hayat varsa altinda. Son gunlerde burdaki hayatin ve hatta dunyanin butun anlamlari, olasi gelecekler, kaderler, birbirinin icine gecmis bir sekilde yanibasimda. Kapiyi kapatip "Socrates in Love" kitabinda yada bilgisayar uzerinden olasiliklar evreninde kayboluyorum. Kapinin ardinda iki kapi daha gecince olasiliksiz insanlarin ufak heyecanlari ve endiseleri var. Annem arada elci, onun varligi ile otekileri cikarip atamiyorum hayatimdan. Gelecek sene nerde ne sebeple olurum diye dusunurken, Eylul'un ilk gunu gunesli ama serin bir Ankara gununde dil sinavina girmis koca bir grupca isgal edilmis caddelerde karsidan karsiya geciyorum, otobus ya da dolmus ne beklediginin onemi olmadan duruyorum durakta. Dilini cok iyi bildigim bir ulkede yabanci olmanin garipligini yasiyorum yine, ama sanki artik daha az yabanciyim ya da alisiyorum yabanci olmaya, tam istedigim gibi.
Butun gorduklerimden daha fakir bir ulke burasi, elbetteki bu bircok seyi belirliyor, fakirken sanat ya da estetik kaygisi duyamiyoruz sehirlerimizi kurarken, her koseden bir handicap fiskiriyor caresiz insanlarin oturdugu mahallemizde.
No comments:
Post a Comment