gibi hissettigim şu günlerde, ozgurlugun ve bagimsizlik hissinin yaninda ciddi bir iş-gorememezlik halim var. Saatler hicbirsey yapmadan gecerken, ya da gereksiz seylerle kendimi neselendirirken, karsima cikan sey ne olursa olsun iyi bir algilama suzgecinden geciyor. Bunca matematik egitiminin alirken olmaya calistigim sey sadece bu muydu? cunku matematik'le ilgili yazilarini buyuk bir iştahla okurken matematigin dolanbacli kohomolojileri ise icimde ciglik atma hizleri uyandiriyor.
DC' ye gelmemle birlikte ilk tik' ime de sahip oldum galiba, goz kapagimda kucuk bir titreme oluyor ne zaman hava sicak olsa, ya da bir gurultu ortaya ciksa, ya da disarda hersey normalken ben icten ice derin ve stresli dusuncelere dalmissam. Bazen süze süze ortaya cikardigim heyecanli cumleleri birine soylerken goz kapagim duruma mudahil olmaya kalkinca hislenme durumumun farkina variyorum. Su aralar disardan sakin gorunen bir halim olsa da zihnimde kararlar, dusunceler ve planlar ucusuyor. Hayatima yeni bir yön vermek arayisindayim ve cogu zaman o yonun ne olmasi gerektigi uzerine buyuk gitgeller yasiyorum. Bazen oyle yorgun hissediyorum ki yeni bir işin altindan kalkamayacak gibi hissediyorum, bazen heyecanlaniyorum, bazen alan degistirmeme yardımcı olacak yeni şeyler ogrenmeye karar veriyorum, surekli degisen planlara gore elime aldigim kitap da degisiyor. Hayatin ve secimlerimin muhasebesini yapiyorum bol bol, sonra sikayet ediyorum. Bazen kolumu kaldirmaya enerjim yok, fotograflarima bakinca gidasiz kalmis gibi duruyorum, daha fazla yemek yiyicem diye soz veriyorum, halbuki cogu bazen yediklerimi bile sindiremiyorum, sonra yedikce sanki yusyuvarlak oluyorum gibi hissedip durmak istiyorum. Kisacasi gidiyorum geliyorum...
Uc gun sonra bes yillik memleketimden ayriliyorum, geride biraktigim biri var, bagli oldugum seylerleki hassas baglarim arada canimi acitiyor ama biliyoruz ki bu hayat boyle birsey, acimak da var olduk omadik havalara ucmak da. Iste oyle, hem sevinclerime hem uzuntulerime sahip cikiyorum, kisacasi su aralar biraz dalgalıyım.
Sunday, August 26, 2012
Thursday, August 16, 2012
İşin öteki yüzü
yani idealler değil gerçekler kısmı daha ilginç bile olabilir.
Gün başına düşen çılgınlık sayısı fazla olmazsa bile boş günlerimın fazlalığından dolayı son on gün içinde birkaç ilki gerçekleştirdim.
Bunlardan bir tanesi uzamış saçlarımın incecik kalmış uçlarından kuafor ziyaretlerinden edindiğim teknik tecrübeleri kullanarak makası elime alıp kendimi azad etmekti. Aslında saçlarımı kestirmem için annem sponsor olmuştu ama benim bu zevkli işi yapmak için 50-60 dolar karşılığında ne tür bir maharet sergileyeceğini bilmediqim tonla kuafor arasından birini seçecek bir de beyin ameliyatıymış gibi günler oncesinden sıraya girip sonra sıra beklemeye sabrım kalmamıştı. Sonuç fena değil ama daha iyi olabilirdi tabi...
İkincisi ise, son olarak en az on beş belki yirmi sene once yediğim Malatya'dan eski (ve yeniden) komşumuz Sıtı teyzenin yaptığı "fış fış"(Türkçe klavyeye en çok ihtiyaç duyduğum an bu andı) tatlısını hatırlamak, ertesi gün Sıt(t)ı teyzenin anneme yemek yaparken yardım ettiğini öğrenmem, halen bu tatlıyı yapıp yapmadığını sorduğumda annemin geçiştirerek "yok o da rahatına bakıyor, tatlıyı hazır alıyor!" demesi üzerine garip bir telaşa düşüp parçacık fiziğinin temellerini oluşturuyormuşçasına önce adından bile emin olmadığım bu tatlıyı internete araştırdım, adını doğru bildiğimi görünce oldukça heyecanlandım, sonra tariflere baktım, bütün bulduğum tarifler bunun Malatya'ya özgü bir tatlı olduğunu söylüyordu bu ise nesli tükenmekte olan bir canlıyı korumaya almak gibi sıcacık bir his uyandırıyordu bende. Fotoğraflarını bulmama rağmen video bulamamıştım. Fotoğrafları tariflerle eşleştirip içinden en çok Sıttı teyzeninkine benzeyeni ayırdım ancak bu da tam olarak aradığım şey değildi ve idealimdeki görüntü için tarifi hangi yonde degistirmeliydim emin değildim, çünkü daha önce hiç bu tarz bir tatlı yapmamıştım, tatlı repertuarım pandispanyalı çikolatalı pasta ve bir kaç kek çeşidinden ibaretti. Sonunda kırmızı ve mavi kablodan birini çekmem gerektiğinde hamuru cıvıtmaya karar verdim ve tarifi oylece uyguladım, elde ettiğim sonuç fena degildi, Sıttı teyzenin tatlısına hem benzedi hem de benzemedi, şöyle anlatayım: kedi, kaplan ve aslanı karıştır elde ettiğin tür benim tatlım, Sıtı teyzeninki ise kedi, daha kompact, koyu ve dokusu sıkı ama yumuşak. Tatlılar dün itibariyle bitti, ben ise büyük bir görevi tamamlamış bir şekilde başka projelere başladım. Onlar da sonra...
Wednesday, August 15, 2012
Yeni Yıl temalı
bir Ağustos yazısı yazmak istiyorum, delilikten işte... Ortaokul'dan şu anda bağlarımız tamamamen kopmuş bir arkadaşim sonbahar'ın en sevdiği mevsim olduğunu söylediğinde oldukçca şaşırmıştım çünkü sonbahar o zamana kadar benim için depresyon mevsimiydi ve başka bir iki arkadaşımı da yutarak öyle kalmaya bir süre daha devam edecekti. Neyse ki ilerleyen yıllarda yaz ve bahar depresyonları yaşadıktan sonra sonbahar'a dair hastalıklı çağrışımşarım yalnız kalmayacaktı. Şimdi en sevdiğim mevsim kıştır dememi bekliyorsanız yanılıyorsunuz çünkü en çok sevdiği şeyi bilmek hususunda zihnimin pek gelişkin değil Benim ne en çok sevdiğim film vardır ne de kitap, hayatımda biri varken (ki genelde birileri oluyor) bile onu mu en çok seviyorum yoksa annemimi diye düşünüp taşınırım. Bu sorunun cevabı niye önemli onu bile bilmem, ortada bir güven arayışı olduğuna mı işaret acaba, aslındaki pek sevecen değilim ve birgün tastamam(burada açıklama yapmak lazım) kendime yettiğimde sevecen olmayan halimle hayatımda tuttuğum ancak sevgi gerektiren ilişkilerden kurtulduğumda mutluluğum daim olacak.
O yüzden yarından itibaren başlayan yeni yıldan kendine yetebilen, sosyal hayvan kimliğinin sosyallik kısmını yırtmış biri olmayı arzuluyorum.
Evet demek istediğim şey acaba şu muydu: yeni dilekler için yeni yılı beklemeyin ?
Hayır söylemek istediğim başka birşeydi: Grandma Moses diye bir ressam var, doğa en çok da kış resimleri yapıyor, onun tablolarına bakarken kış resimlerini ve filmlerini sevdiğimi anladım. Baktıkça hafıflediğini hissediyor insan. Yukarıdaki de başka bir ressamın bir kış resmi, alıp eve asılabilecek türden.
Thursday, August 9, 2012
Rüya yorumu
yapmaya bayılır annem. O yüzden kendi rüyalarını yorumlamakla beraber bizimkilere bile el atar, annemle yattığımız zamanlar (ki evdeysem hep annemle yatarım) uyanmamı sabırsızlıkla bekler ve ilk kıpırdanmalarımla hemen "rüyanda ne gördün?" diye sorar. Bu soru uyandırma sorusu bile olabilir. Bu arada annemin rüya yorumları Freud'ınkileri gölgede bırakır. Öyle ki Freud'ın rüyaların önemi konusunda haklı olduğunu ama yorumlarının yerinde olmadığını düşünürsünüz, annemin yorumlarından sonra.
Bugünki rüyam ise yoruma çok gerek bırakmayacak kadar açıktı ama günlük hayatında bitki olan benim gibi biri için fazlaca yoğun hisler yaşattı. Mekan lisenin bahçesinde yemekhane ile kız yurdu dörtgeni ve çapraz köşede bir anda her zamanki siyah tişörtü, şortu ve siyah spor ayakkabıları içinde Dimitrios duruyor ve bana el sallıyor. (Gerçek hayatta) Dimitrios'un enerjisini boşaltabilmek icin aralıksız her gün ziyaret ettiği spor salonu ve bu ziyaretlerde ipini koparmış deli bir bufalo gibi ordan oraya zıplayarak attığı sprintler, kaldırdığı ağırlıklar ona görenin dudaklarını uçuklatacak cinsten bir vücut olarak döndü ve dönüyor. Hatta bir seferinde beni alışverişten dönerken gördüğünde müjdeli bir haber vermek telaşıyla elimdeki torbalarla beni kucaklayıp kollarımın altından tuttarak beş altı defa döndürdüğünde onun bir kaza anında ya da kontrolsuz kucaklamalarının birinde benim gibi birini un-ufak edebileceğine bir daha ikna olmuştum. Dimitrios'u ilginç yapan şey bu maskulin bedenin içinde akıllı mantıklı, sevecen bir o kadar da ince düşünceli bir insan oluşudur. Onunla tarihimiz dört sene önceye gider. O zamanlarki yabani hali, ona ciddi bir yüz ifadesiyle oynadığım oyunlar, sonraki yıl karlı bir gecede bir eğlence çıkışı benimle evime kadar yürüken alenen beni yürüyüşün sonunda öpeceğini söylemesi ve kapının önünde kucaklaşmayla başlayan onun ilk öpücüğünü gerçekleştirmemiz, ardından onun kendini begendirebilmek için ilk defa sırf siyah olmayan birşeyler hatta pantolon giymesi, beni korkutan o haber beklerkenki aşırı endişesi ve bende ondaki panik atak boyutundaki heyecan ve tedirginlik karışımına denk birşey olmaması ile hakkaten ayrı dünyaların insanları oluşumuzu gerçek olmayan ama en azından somut sebepler vererek olası bir ilişkiyi yarı yolda kestirip atmam.... Tekrar iletişime geçmemiz zaman aldı ama bir yıl sonra tekra yürüyüşler yapmaya, onun takip etmekte olduğu mağara insanı diyetinden, besinlerin vücuda ve ruh saglıgına etkilrinden, beyinden, kariyer değiştirme planlarımızdan bol bol konuşmaya başladık. Dimitrios'un yukarıda bahsettiğim bana verdiği müjdeli haber de Rockefeller Universitesi'nden kuantitatif beyin bilimi yapmak üzre aldığı kabuldu.
Şimdi aynı universitede demographics çalışma arzumun altında Dimiyrios'un orda oluşunun etkisi ne ölçüdedir acaba?
Bu geceki rüyaya dönersek, rüyamda Dimitris'i görüyorum, bana el sallıyor onu gördüğüme seviniyorum o ara başka bir ortak arkadaşımız Evangelos'u görüyorum ve ona doğru gidiyorum sonra ikimiz, en çok da ben, Dimitris'i bulmaya çalışıyoruz ama bulamıyoruz ve o sıra yoğun bir hayal kırıklığı yaşıyorum. Annem olsa bu rüyayı nasıl yorumlardı? Dimitris'in okuluna gidemiyceğimi söylerdi herhalde. Freud'un yorumu konusunda ise hepimiz hemfikirizdir diye düşünüyorum.
Bugünki rüyam ise yoruma çok gerek bırakmayacak kadar açıktı ama günlük hayatında bitki olan benim gibi biri için fazlaca yoğun hisler yaşattı. Mekan lisenin bahçesinde yemekhane ile kız yurdu dörtgeni ve çapraz köşede bir anda her zamanki siyah tişörtü, şortu ve siyah spor ayakkabıları içinde Dimitrios duruyor ve bana el sallıyor. (Gerçek hayatta) Dimitrios'un enerjisini boşaltabilmek icin aralıksız her gün ziyaret ettiği spor salonu ve bu ziyaretlerde ipini koparmış deli bir bufalo gibi ordan oraya zıplayarak attığı sprintler, kaldırdığı ağırlıklar ona görenin dudaklarını uçuklatacak cinsten bir vücut olarak döndü ve dönüyor. Hatta bir seferinde beni alışverişten dönerken gördüğünde müjdeli bir haber vermek telaşıyla elimdeki torbalarla beni kucaklayıp kollarımın altından tuttarak beş altı defa döndürdüğünde onun bir kaza anında ya da kontrolsuz kucaklamalarının birinde benim gibi birini un-ufak edebileceğine bir daha ikna olmuştum. Dimitrios'u ilginç yapan şey bu maskulin bedenin içinde akıllı mantıklı, sevecen bir o kadar da ince düşünceli bir insan oluşudur. Onunla tarihimiz dört sene önceye gider. O zamanlarki yabani hali, ona ciddi bir yüz ifadesiyle oynadığım oyunlar, sonraki yıl karlı bir gecede bir eğlence çıkışı benimle evime kadar yürüken alenen beni yürüyüşün sonunda öpeceğini söylemesi ve kapının önünde kucaklaşmayla başlayan onun ilk öpücüğünü gerçekleştirmemiz, ardından onun kendini begendirebilmek için ilk defa sırf siyah olmayan birşeyler hatta pantolon giymesi, beni korkutan o haber beklerkenki aşırı endişesi ve bende ondaki panik atak boyutundaki heyecan ve tedirginlik karışımına denk birşey olmaması ile hakkaten ayrı dünyaların insanları oluşumuzu gerçek olmayan ama en azından somut sebepler vererek olası bir ilişkiyi yarı yolda kestirip atmam.... Tekrar iletişime geçmemiz zaman aldı ama bir yıl sonra tekra yürüyüşler yapmaya, onun takip etmekte olduğu mağara insanı diyetinden, besinlerin vücuda ve ruh saglıgına etkilrinden, beyinden, kariyer değiştirme planlarımızdan bol bol konuşmaya başladık. Dimitrios'un yukarıda bahsettiğim bana verdiği müjdeli haber de Rockefeller Universitesi'nden kuantitatif beyin bilimi yapmak üzre aldığı kabuldu.
Şimdi aynı universitede demographics çalışma arzumun altında Dimiyrios'un orda oluşunun etkisi ne ölçüdedir acaba?
Bu geceki rüyaya dönersek, rüyamda Dimitris'i görüyorum, bana el sallıyor onu gördüğüme seviniyorum o ara başka bir ortak arkadaşımız Evangelos'u görüyorum ve ona doğru gidiyorum sonra ikimiz, en çok da ben, Dimitris'i bulmaya çalışıyoruz ama bulamıyoruz ve o sıra yoğun bir hayal kırıklığı yaşıyorum. Annem olsa bu rüyayı nasıl yorumlardı? Dimitris'in okuluna gidemiyceğimi söylerdi herhalde. Freud'un yorumu konusunda ise hepimiz hemfikirizdir diye düşünüyorum.
Wednesday, August 8, 2012
Can sıkıntısı
hiç iyi bir şey değilmiş, sıcaklarda internetsiz evde mahsur kalmak, tek etkileşecek insanın ise fazla sakin ve huzurlu oluşu üstüne bir de halden anlamak için çaba göstermeyi bırakmış oluşu eklenince depresife doğru bir eksen kayması oldu ancak son anda yetişen internetle film izlemek, gazete okumak ve başka kaynaklarla irtibata geçmek iyi geldi. Acaba bizi oyalayarak ruh sağlığımızı koruyan şey vaktimizi çalıyor diye topa tuttuğumuz internet mi?
Onun dışında dün müze ziyeratleri yaptım, ABD meclis kütüphanesini, ressam Joan Miro sergisini ve Natural History (Doğa tarihi) muzesini gezdim. Başarabilirsem kelebek videosunu sayfaya yüklüycem.
Bütün bunları yaparken çok fazla zevk aldığımı iddia etmiyorum, bir zaman sonra bu ziyaretler ancak kendini tekrar ediyor ve zamanında gerçekleşemediği için insan üzerindeki etkisi de az oluyor. Herhalde dün gördüklerimi on yaşındayken görsem o motivasyonla dunyayı ya da evreni kurtarmaya kalkabilirdim. Büyük ihtimalle benim çocuğum da görmez bunları, birinci sebep bencil annesi hayatını onun dünyaya getirmek için risk etmeyebilir, ya da hayatının fazla verimli omayan yıllarını onu yedirmek içirmek ve altını temizlemekle geçirmeyi, sonrasında onu koruyabilmek için panik atak sahibi olmayı göze alamayabilir. Bütün bunlar kazaya gelse bile, bir geçici göçmen olarak kazara büyük akademik yayınlar yapıp bu kıtadaki yerimi sağlama alma ihtimalim ise daha az olası. Sonuncusu için bir ara kaybetmiş oldugum adanmışlık lazım ama dediğim gibi iste...
Onun dışında dün müze ziyeratleri yaptım, ABD meclis kütüphanesini, ressam Joan Miro sergisini ve Natural History (Doğa tarihi) muzesini gezdim. Başarabilirsem kelebek videosunu sayfaya yüklüycem.
Bütün bunları yaparken çok fazla zevk aldığımı iddia etmiyorum, bir zaman sonra bu ziyaretler ancak kendini tekrar ediyor ve zamanında gerçekleşemediği için insan üzerindeki etkisi de az oluyor. Herhalde dün gördüklerimi on yaşındayken görsem o motivasyonla dunyayı ya da evreni kurtarmaya kalkabilirdim. Büyük ihtimalle benim çocuğum da görmez bunları, birinci sebep bencil annesi hayatını onun dünyaya getirmek için risk etmeyebilir, ya da hayatının fazla verimli omayan yıllarını onu yedirmek içirmek ve altını temizlemekle geçirmeyi, sonrasında onu koruyabilmek için panik atak sahibi olmayı göze alamayabilir. Bütün bunlar kazaya gelse bile, bir geçici göçmen olarak kazara büyük akademik yayınlar yapıp bu kıtadaki yerimi sağlama alma ihtimalim ise daha az olası. Sonuncusu için bir ara kaybetmiş oldugum adanmışlık lazım ama dediğim gibi iste...
Saturday, August 4, 2012
Yegenim Isil
su anda 6 yasinda. Bir yasindan uc yasina kadar yabanci ya da cok alisik olmadigi birini gordugunde tutulup kalirdi. Oldugu yerde kimildamaz, gozunu bile kirpmadan oylece dururdu, o anlarda sanki baska bir dunyaya gecerdi. O kel kafali, elbiseler icindeki sirin canli, tutuldugu anlarin ardindan genelde iyi bir aglama kopararak dunyamiza donerdi. O hali komik oldugu kadar ilgincti ve tutulma anlarinda firsatcilik yapip yumusak yanaklarini optugum zaman takibinde aglamasinin siddetinin de daha fazla olacagini bilirdim.
Simdilerde daha iyi anliyor ya da bir kez daha hatirliyorum ki Isil gibi ben de ara ara tutuluyorum ozellikle yabanci bir yere girdigimde, baska bir tabirle artik kendi coplugumde olmadigimda. Bu, hic bilmedigim bir yerde birkac gunluk bir tatil olabilir, konferans olabilir ya da simdiki gibi bitisler ve baslangiclar arasinda alakasiz bir yerlerde bir kac haftalik konaklamalar olabilir. DC'de ikinci gunum ve yavas yavas tutuklugun geciyor. Dun oyle bir tutulmustum ki gozumde kontrolsuz kasilmalar oluyor basimin bir kosesinden baslayan agri ayni merkezden buyuyerek butun beynimi sariyordu. Uzun suredir bilmeyen arkadaslara internetten kunefe resimleri gosteriyor olmanin birseylere isaret oldugunu anlayip, gunu Baris'le bir Turk restauranti bulup kunefe ve irmik tatlisi yiyerek bitirdik. Eve donunce supurgeyle oldurdugum hamam bocegini de unutmamak lazim.
Simdilerde daha iyi anliyor ya da bir kez daha hatirliyorum ki Isil gibi ben de ara ara tutuluyorum ozellikle yabanci bir yere girdigimde, baska bir tabirle artik kendi coplugumde olmadigimda. Bu, hic bilmedigim bir yerde birkac gunluk bir tatil olabilir, konferans olabilir ya da simdiki gibi bitisler ve baslangiclar arasinda alakasiz bir yerlerde bir kac haftalik konaklamalar olabilir. DC'de ikinci gunum ve yavas yavas tutuklugun geciyor. Dun oyle bir tutulmustum ki gozumde kontrolsuz kasilmalar oluyor basimin bir kosesinden baslayan agri ayni merkezden buyuyerek butun beynimi sariyordu. Uzun suredir bilmeyen arkadaslara internetten kunefe resimleri gosteriyor olmanin birseylere isaret oldugunu anlayip, gunu Baris'le bir Turk restauranti bulup kunefe ve irmik tatlisi yiyerek bitirdik. Eve donunce supurgeyle oldurdugum hamam bocegini de unutmamak lazim.
Subscribe to:
Posts (Atom)