Basliksiz basliyorum yaziya, Ingilizce klavyeyle turkce yazi yazmak ardindan da imlalari konrol ediyor gibi yapmak baya absurd gelmeye basladi ama bunu degistirecek kararliliga henuz sahip degilim. Bugun disari cikmadim, dun de cikmadim, ondan onceki gun bir ara alisverise gidip gelmistim. Onun disindaki vakitleri evimde gecirdim. Yalnizlik cok garip bisey,oyle bisey ki bir sure sonra insan yalniz olmadigini hissediyor. Yani hakikaten yalniz olmanin yeterince buyuk bir olasilik olmadigini dusunuyor insan ve bazi seylerin bilgisinin sadece kendisine bahsedilmis olamayacagini dusunuyor. Belki bu dusunceye de sebep olan garip ruh halinden belki bundan bagimsiz hayal kurmaya daha meyilli oluyor insan, uzun yalnizliklarda. Bunlar kisa hayaller degiller, kendi icinde tutarli uzun soluklu seyler... hatta oyle ki; disariya olan bagimliliklarinin azligi onlari daha surekli ve tutarli yapiyoor. Yani 30 gun boyunca bir grup insanla ayni modu yasmaniz mumkun olmayabilir ama evde tek basiniza bu fazlasiyla mumkun. Kendi ortaminda kendi ile basbasaligin icinde; yani kendi fiziksel duzeninde ve onu bir tur tamamlayan, yarattigi ruhsal duzende gonlunce hayalini kurabiliyor(contruction of a dream) Hayal etmek ne guzel,yalnizlik ne huzurlu birsey, o hayal evrenine girmeyi basardiktan sonra, yani koptuktan sonra. Kopmak demisken, sosyal bir cevrede yasarken bile cok seyden kopuk degil miyiz? Mesela ben insanlarin yokluktan, savaslardan ya da baska catismalardan dolayi aci cektiklerini, dunyanin bazi koselerinde insan mantiginin kavrayamayacagi kadar aptal sebeplerle hayatlarin karartildigini ya da insan hayatinin yeterince degerli gorulmedigini ancak arada gazete okuyunca ya da birilerinin blog yazisini gorunce hatirliyorum. Biraz uzuluyorum, "nasil olabilir boyle seyler?" ya da "cozum nedir?" diyorum, cozumu kolayca bulabilsem de gokten futursuzca inmis bu cozumun uygulanamazligina ikna olup, sonrasinda en gec 15 dakikaya unutuyorum herseyi... konusu bir daha acilmadikca. Ilk Amerika'ya geldigimde gorduklerim, surekli olarak dunyadaki esitsizligi hatirlatiyordu. Simdi gorduklerim normal oldu, gormediklerim ise gozumle beraber gonlumden, aklimdan uzaklastilar. Bugun Nytimes'da gordugum bir video bu fikirleri canlandirmis olsa gerek, cunku alisilmis bir Amerikali'yi evinin kocaman salonunda gulumseyerek poz verirken birden dunyanin baska bir yerinde bir savas mahalinde olumlu biseyler yaparken gosteriyordu.Alisilmamis bir dusunceyi isleyerek baya dikkat cekmeyi basarmis oluyordu video. Evet dunyanin bir kismi, baska bir kismindan cok farkli bir hayati yasiyor ve gozlemlemekte oldugu zor olansa, olabildigine goz yumuyor digerine ve onlari sadece talihsizlik olarak goruyor. Boylece esitsizliklar "recognition" kazanmis oluyor ve bu onlari sadece daha uzun omurlu yapiyor.
Brown'daki hayatima basladigimda bir ruyanin icine girdigimi biliyordum ve bu ruya oyle guzel gelmisti ki uyanmak fikri beni olesiye korkutuyordu. Uyanmadikca, minnettar kaliyordum herseye, herkese; ruyami bozmadiklari icin. Yanlis anlasilmasin, dert yaniyor degilim, uyanmaktansa ve donmektense tekrardan cehennem hayatima bir yalanin icinde bir omru yasamayi yeglerim(cunku o da baska bir hikaye ki ben o icinde olmadigim seyin icinde oldugum ruyadan daha az ruya oldugunu dusunmuyorum, nereye gitse insanoglu hayal etme kabiliyetini de beraberinde goturuyor). Geride bile kalsalar, ne kadar aci olduklari bilgisi halen zihnimin tepesinde. Hayatin icindeki butun yamukluklari kibar bir dille deneyimlemis hissediyorum, butun haksizliklari gormus, bunla beraber o omru kronik aci ceken insanlarin arasinda gecirmisim. Arada bir degisik hallerimden dolayi birileri tarafindan suclandigim hissettigimde gozume o eski yasamim geliyor, ve sadece haykirmak istiyorum "Rahat birakin beni!" diye, ya da "alin kendinizi o cehenneme bir defa atin ve cikmayi basarirsaniz, goruselim bir!" demek istiyorum.
Hayatta insanlarin cogu zaman hakettigini dusundugu seylerden mahrum birakildigini, benim cehennemimin bir suru insanin cehenneminde cok farkli olmadigini biliyorum ama o insanlar baska insanlar, bu yaziyi belki hicbir zaman okuma luksu olmayacak insanlar. O yuzden hep bir samimiyetsizlik hissediyorum ya da "naive" vaziyet baskalarinin hic bilmedigi dertlerini der edinip, potansiyelini orda ifade etmeyi umanlarda. Isteyen istedigin acisini sahiplenip, kahraman olmak icin aklini, fikrini seferber etsin ama bu onlari, acinin sahipleriyle iletisim kurabilir yapamaz. O iletisim olmadikca da neler mumkundur bilmiyorum.
6 comments:
Her iletişim samimiyetsizdir, kendinle olan bile. Hep bir şeyler eksik söylenir, hep biraz çarpıtılır söylenecekler. Ama deli gibi iletişime geçmek isteriz yine de. İçten içe biliriz, hiçbir söz amaçsızlığın tarafsızlığına sahip değildir. Ama yine de iştahla dinleriz. Aslında bize bir şey söylenmesinin kendisi bile yeteri kadar güzeldir. O yüzden inanırmış gibi yaparız söylenenlere.
Bu yüzden, ortalıkta bu kadar samimiyetsiz söz varken, çekilen acılara uzaktan şahit olduktan sonra, kendini gerçeklemek için bu acıları anlamaya çalışanların sözlerini samimiyetsiz bulmak biraz haksızlık gibi geliyor bana.
Cabana kredi istiyorsun ki cok haklisin. Ancak benim demek istedigim, her konusmadan sonra tekrar sifirdan basliyoruz, cunku anlasilmayanlar var ki onlar bin defa anlatilsalar da anlasilmaz kalicaklar. Konusucaz, konusucaz ama ertesi sabah hersey ayni olucak cunku kimse kimsenin yuregine dokunmayi basarmis olamiycak. Yoksa oyle bir dokunus, gerisi de bos...
Yüreğine dokunmadıktan sonrasının boş olduğuna katılıyorum. Ama bunun imkansız olduğunu düşünmek başka. Yüreğine dokunmayı tamamiyle görme, anlama ve kontrol etme olarak algılıyoruz hep. Bu yüzden tamamiyle görülmediğimizi, anlaşılmadığımızı, kontrol edilmediğimizi hissedince kendimizi yalnız hissediyoruz.
Oysa her söz, ne kadar uzaktan gelirse gelsin, bir şekilde ulaşıyor başka insanlara. Nereye, ne şekilde ulaşacağını bilmediğin halde söylemeye devam ediyorsun, çünkü mecbursun. Susmak yokolmaktır, daha kotüsü, yok etmektir. Sözün birilerine ulaşacak ki, hem ulaşan hem de ulaştıran var olacak. Dostoyevski sanki seni düşünerek mi yazdı yazılarını? Hayır, ama her ikiniz sen onu okurken var oldunuz. Diyebilir misin, hiç Dostoyevski okumasaydın da aynı kişi olarak kalırdın?
"Yuregine dokunmak" icindeki sozcuklerden de beklenecegi gibi tamamiyla anlamak (yurek nasil anlasilir tamamiyla) ya da kontrol etmekten (sadece dokunmakla nasil mumkun) bahsetmiyor, onu demek istemedi zaten. Bu ufak bir dokunus ama etkisi hic ufak degil. Sozlerin otesinde bisey bu, ama belki, ancak sozlerle mumkun. Arada birileri yurgimize dokunuyor soyledikleriyle, ama herkes herkesinkine degil. Ve dusunuyorum ki; bazi insanlar, acinin birebir muataplari, yureklerine herkesin dokunmasina izin vermiyorlar, bilhassa vermiyorlar.
"Sozlerin otesinde bisey bu, ama belki, ancak sozlerle mumkun."
Tam da demek istediğim buydu. Tamamiyle anlaşılmanın imkansızlığını fark etmiş olanlar izin vermiyordur. Ama onlar bile eşliğe ihtiyaç duyuyorlar zaman zaman. O yüzden onların bile söze ihtiyacı oluyor.
Anlaşılmanın imkansız olmadığını düşünenler ise, herhalde söz karşısında kendilerini dönüştürmeye çalışıyor ki, anlaşılamadığını keşfetmesin.
Kendini, edilmis guzel sozlerin kalibina sigdirmaya calismak... Acaba bunlari cikarsak kendimizden geriye ne kalir bize dair. Bisey kalmaz sanki. O halde yine senin bir ara dedigine geliyor; sevdigi icin kendini degistirmek, boylece sevdiginin dokunuslarini hissedebilmek.
Post a Comment