yavasca isinmakta olan odada, ısıtıcının sesini umursamadan , biraz da kirlice şiltenin altinda tatli tatli ve ve de telasla ruyalar gormekteyken, telefonun alarmiyla uyandim. Hic ikilemeden yataktan cikip alarmi kapattim, ayaklarimin ucuna basarak, terliklerim elimde, diger odaya kitap ve notlarima yoneldim. Yere oturup ders notlarini olusturmaya basladim. Zamandan ve kendimden kopmus sadece yaptigim ise odaklanmistim. Boyle minicik zaman dilimleri icin odak hayati onem tasiyor, zihnimin bunu ikna olmus olmasi buyuk kolaylik. Ahh benim canim zihnim, bir gun bu kadar berrak ve islevsel olacagini bilsem, 20 'li yaslarimi kendime ve gelecege dair daha umutlu yasardim.
Millet diyor ya, "ben hayatta en cok anne olmayi sevdim" diye, o an icimden tonla dusunce geciyor, film seridi gibi yasadiklarim gun gun gozumun onunden gececek oluyor ki, dugmeye basip durduruyorum, çunku buna hic gerek yok! o kadar karman corman dusunceler ki, neresinden ceksem de bir tanesini cikarsam bilemiyorum. O romantik argumana karsi kendi adima şunu diyebilirim: ben hayatta en buyuk darbeyi anne olmaktan yedim, (bunu demisken bilinsin ki oyle kolay bir hayatim da olmadi) . Sanki koca bir deprem oldu, yiginlarin altindan hala cikmaya calisiyorum. Ama bu zorluga katlanirken, ve isin kolayina kacmadan, bir bir moloz ayiklarken, gönüllü olarak olumlu dusunmeyi kesfettim. Kotu duşunerek kendime celme takmiyorum, hatta en kotusu oldugunda, eger ben hala hayattaysam, manzaraya karsi bir kahve alir, sakin sakin yudumlarim gibi geliyor. Cunku oyle bir ermislik, oyle bir haklilik, oyle bir yapabilecegi en iyi seyi yapmis olmanin ic rahatligi ve biraz da yorgunluk...