Tuesday, October 18, 2011

Ilkokul anilari


Nerden aklima geldi kisaca ozetleyeyim:
Zeynep'in yorumladigi bir ruya uzerine "sen dua mi ediyorsun ki bu ruyayi gordun, ya da iyi niyetlisin ondan mi acaba?"deyisi;
Karsilinda benim cevabim (oldukca sivri bir sekilde): Elbette iyi niyetliyim iyi birseyin olacagi varsa bana olmali!
Sonra bir kopukluk, sonra yuzumde bir gulumseme ilk okulu hatirliyorum. Belki odanin isikli, yesilli sarili hali bana ilk okul gunlerini hatirlatiyor. Simdi hatirladim: ismimi dusunuyordum, ismimin bu memlekette merak uyandiran cinsten oldugunu o yuzden yakin zamanda kadin matematikciler konferanslarina yuz vermemis ve bu sebeple network yapamamis olmama ragmen is basvurularinda dosyamin ve ismimin aradan kaybolmayacagini umuyorum/umuyordum. Sonra ismimin avantajlarini dusundum. Nenemin anneme olan sevgisizligine ragmen sirf ayni ismi tasiyan tek torunu olmam dolayisiyla, beni torun olarak kabullenisi; ilk okulda hafif ucmus din ogretmenimin ismimle baslayan bana sevgisi, onun uzerine bende yabancilari da fethetme egiliminin uyanisi ve her yerde sevilen kisi olma arzularimin temellenisi derken birden onun beni direk azarlamak yerine koca sinifa bir anda "sinifta boyle mi oturulur!" diyerek azar cektigi gunu hatirliyorum. Oyle bir bacak masadan disari cikmis oturmamin sebebi kume sistemiydi. Kumede ogretmene bakacak sekilde degilse siranizin konumu vucudunuzu ogretmeni gorecek sekilde saga sola bukmeniz, bir bacaginizin siranin disina cikmasi normaldi, uygundu. Sonra o kumeyi ve kac yil boyunca bir sirada uc kisi oturusumuzu hatirladim. Bedriye, (Gul)Seda ve ben. Karsimizda besinci sinifta iken Nida ve Harika oturuyordu. Sanirim onlarin yeterince iri olmalari dolayisiyla ucuncu bir kisiye yer yoktu siralarinda ancak biz kucuk kalmaya devam ettikce uc kisi oturmaya mahkumduk. Bedriyenin hafif toplu hali, bembeyaz teni, kalin telli uzunca saclari, yuvarlak yuzu ve hafif bugulu sesi ona dair hatirladigim az seylerden bir kac tanesi. Gul Seda ile dostlugumuz ise cok daha uzun zaman surmeye devam etti/ediyor. O da kara kuru dedikleri cinsten benden uc kilo fazla ve uc santim uzun olmayi bes yil boyunce basararak kisiel hedfim olan 20 kilo barajina ulasmis saglikli bir sahsiyetti. Ilginclikleri de coktu, okula getirdigi atraksiyonlar fakirligimizi azaltirdi. Bir ara onla ayni ayakkabiyi giyiyorduk yani birbirinin ayni iki cift ayakkabi, hatta o spor ayakkabinin uzun baglarini ilk okul ogretmenimiz Bekir Erol kesmisti, benim hayal kirikligina ugrayacagimi cok dusunmeden ve korumaci tavriyla. Sallanan dislerimizi ceker, ayakkabi baglarimizla ilgilenir kisaca ne aciliyet cikarsa onu hallederdi. Hatta okulda kaloriferin olmadigi ilk uc sene gunun buyukce bir kismini sobayi yakmakla gecirirdi. Ustune kestane attigi da olmustur. O yillarda ogretmenler sinifta sigara icerlerdi zannimca ama bizimki hic icmezdi. Onu elinde sigara ile gordugumu hatirlamiyorum ama dusunceme gore normalde iciciydi, cunku arada sigara izmariti tarzi hediyeler gelirdi Tekel calisani ogrencilerin ailelerinden, o da siparis uzre tabi. Onu hic sigara icerken gormedim ve sigaranin korkuncluguna dair dusuncelerimi ondan aldim. O yuzden lisede "self destructive" hissettigim zamanda abimin parcalanmis sigaralarini bir araya getirip zorla icmeye calismisimdir. Bunun dozunun arttigi zamanlarda da tutun dukkanindan aldigim koca bir puro'yu deli gibi sicak bir yaz gununde 15 dakika icerek, ustelik icime ceke ceke, kendimi oldurmeye kalkmistim. Neyseki simdilerde evdeki yangin alarmlarindan dolayi yerini bile unuttum degerli suc aletlerimin. Bekir Erol'un siki disiplini, dusunmeye yonelik egitimi beni adam etti desem yalan olmaz. Ortaokulda bir zamanlarin "Putnam" i Anadolu Lisesi sinavinda onlerde derece yapmis testcil arkadaslarima ragmen acik ara basarili oldum hep. Sonralarda defalarca anlayacagim uzre Gaus olarak basladigim yoldan potansiyelini gercekleyemeyecek, depresif arizali bir genc olacaktim. Kendi hayatimin hem kurbani oldum hem de mucizesi, ikisi birden ama biri digerinden daha cok ve o dengenin hangi tarafa yakin oldugu degismeye acik. Dun oyle seyler okudum ki: Fields medal almaya aday bir kac matematikcinin guzelliklerini gorup etkilendigi Gauss sum'lari benim bu amcayi tanimadan cok once, ilk okulda kendi kendime buldugum bir seydi, hatta genellemelerini bile yapiyordum. Aslinda henuz gec sayilmaz, eger hikayeler pesimi birakirsa halen vaktim var birseyler olmaya. Lakin hikayeler de guzel, su ilginc hikayeler, beynimde mayalanan anilar, onlari arada kucuk hikayeler icinde tadip tekrar olmaya birakmam, gece yatarken kendime hikaye anlatmam (kendimi sallamanin yaninda)... Bunlar da samimiyetle israr ediyorum ki degerli seyler. Gauss'un yoluna girip efsanelesme mucadelesini buyuk kumar olarak goruyorum. Omur kumar oynamak icin cok mu kisa yoksa uzun; ya da ayni sebeplerden oynamali mi o kumari.
Neyse, ilk okul arkadaslarimin hikayelerine donmek istiyorum. Benim dunyanin en saf canlisi olusuma, Harika ve Nida'nin kucuk kizlara karsi actigi mucadeleye, Harika'nin herkesinkinden buyuk olan memeleriyle (muhtemelen sadece gogus kasiydi) duydugu ustunluk hissine. Benimse kendi kafamda bu utanc verici durumdan mumkunse hic buyumeyerek siyrilmayi arzulayisim... Sinifin butun dedikodularindan haberdar kizlarinin bir gun "Onur kimi seviyormus bilin bakalim"diyerek yolumuzu kesisi ve hic ustume alinmazken Onur'un benim basima kalisi ve o haftasonunu "bir daha okula nasil giderim,demek buraya kadarmis" aptalligi ile gecirmem belki ancak Pazartesi gunu Onur'un beni kacirmayacagina ikna olup okula gidebilmem. Eger kadinlarin erkekler tarafindan zorla kacirildigi bir iklimde yasiyor olsaydiniz ve saginiz solunuz bu hikayelerle dolu olsaydi bu cocukca korkumun cok da aptal ya da yersiz olmadigini bilirdiniz. Halbuki ben de Murat'i severdim yani uzunca bir sure ve yorulana kadar. Ha bir de yorulmus olsam da her yilin bahar mevsiminde. Bu bilgiyi hep sir olarak sakladim ancak ki Facabook icat olup birbirimizi bulup benim bunu ona soylememe kadar. Bu bilginin karsilignda Murat dahil siniftaki bir cok cocugun daha gizliden gizliye beni sevdigini, hatta bana filozof ismini takmis Yakub'un bir gun Murat tarafindan kiskanclik ve ifsa edilmisligin acisiyla dovuldugunu ogrendim. Herhalde bunlari o zaman ogrensem aynanin karsisina gecip "ben yoksa guzel miyim?" diye dusunmeye baslar ve o girdaptan bir daha cikamazdim. O yuzden canim arkadaslarima beni sessizce sevdikleri icin cok tesekkur ediyorum.
Aklima gelmisken (ve yeterince civimisken) soyleyeyim, gecenlerde kafamdan sunlar geciyordu. Bir cocuk dogurdugumda o cocugun eski gungumlerime amca ya da dayi olarak hitap etmesinin yerinde olmadigini dusundum, cunku bu insanlar potansiyel baba, amca ya da dayi degiller. O yuzden nasil ki potansiyel amcalara dayilara, amca ve dayi dedirttiriyoruz ben de cocugumun potansiyel babalarina baba dedirtmeyi dusunuyorum. Dogrusu da bu olsa gerek. Neyse ki bu dusuncelerin aciliyeti yok.

Thursday, October 13, 2011







Kampuse giderken cocuk bakimevi'nin onunden geciyorum. Civil civil (ve gurultulu) bu cocuklara nasil kasikci elmasi hatta daha da degerlisi muamelesi yapildigini goruyorum. Hakli da anne babalar cocuklarin ustune bu kadar dusmeye, ne zorluklarla dunyaya getirip saniye saniye zamanlarini emeklerini butun varliklarini cocuklarina yatiriyorlar. Bazen aklina, zekasina ya da potansiyeline pek inanmadigim insanlarin kendilerinden cok da farkli olmayacak cocuklarina gosterdikleri oneme bakiyorum, haklilar mi? haklilar tabi. Benim o tabloda gordugum ise siradan bir insanin bile ne buyuk emek ve umutlarla yetistigi.
Bu aralar zaman kavramiyla mesgulum. Is guc pesinde gecmis, dort duvar arasi yasamimin buyuk kisminin bosa gittigini dusunuyorum. Durum boyle olunca uzun yasamak ve bosa gecmis zamanlari telafi etmek istiyor insan, sonra acaba cocuk yapmak uzun yasamanin bir sirri mi diye dusunuyorum. Mesela insanlarin cocuklarinin cocuk sahibi olmasi konusunda asiri hassasiyetleri sonsuz yasama arzusundan mi? ya da cocuk dogduktan sonra onun acilari ve sevincleri uzerinden yasamaya gecmek de tesaduf mu? en cok da bunu kendine ait bir hayati olmayanlarin yapisi. Hepsi cocuk uzerinden yasama yeniden baslamanin mi derdinde? Ne kadar kendimizden bir parca olsa ve onu kendi degerlerimizle yetistirsek de, o cocuk kopyamiz degil. O bedenin ve ruhun yarisi bir baskasindan geliyor. O yuzden mi ask duygusu var, birini onunla bir olmayi isteyecek kadar cok sevip o insanla bir olmak hayatinin geri kalaninda beraberce bir cocugun bedeninde yasamaya baslamak. Birbirini sevemeyen iki insanin cocugu olsa o cocuk icin zor olmaz miydi hayat, yani iki yarisinin birbirlerini sevemeyisi, kisilik catismasi bu olsa gerek (!)

Saturday, October 1, 2011

Su koca dunya


Yazilmayi bekleyen c++ algoritmalari yerine blogcu ev kadini , blog sahibi anne, yemek tarifi, gezi sitesi ne varsa hemencecik kesfediyor insanoglu. Lakin bu sayede gordum ki cok okunan bloglarin hepsinin sirri bol ilustrasyonlu, gorselli, duyusalli olusu. Yaziyi da tadinda birakmakta fayda var, oyle uzun tasvirlerle ozel hayata dair birseyler duymayi bekleyen okuyucuyu kacirmamak lazim. Simdi kendim de bu yaziyi yazarken kosesine ne gorsel ilistirsem diye dusunmekteyim. Demek isterdim ki: ey okuyucu sana bu yaziyi buraya kadar okutan sey, bu yazi yazilirken yoktu. Iste "bir varmis bir yokmus" ya da "aslinda yokmus" derler ya!
Bundan boyle her yaziyi bir dua ile bitirmeye karar verdim, boylece annemin benden sinirli (az sayida) arzularindan birini de yerine getirmis olurum:
aahh tanrim sen bizden dunyayi ciddiye almama luksunu alma, yoksa nasil basederim bu koca dunyayla, bir ufacik govde uzerinde koca kacan kafayla!

Yine olmadi! Ama gelecek yazima cocuklar icin lezzetli kahvaltilik tariflerinden, teyzemin antep usulu patlican kebabindan, bir de yaz sonu kose bucak, konu komsuyu catlatici turden yerli ve yabanci aile tatil fotolarimdan koyucam .
en samimi sekilciligimle