master yillarina goturdu. Kahvalti yaptiktan sonra bir bardakta hazirladigim sallama earl-grey cayimi alip, tekrar yataga girer ve matematik okumaya baslardim, ayni bugun cocugu oyun ablasina emanaet edip odama cekildigim sakin Pazar sabahi gibi.
O gunleri sonradan hatirlayacagimi bilirdim, kendine ozgu bir huzuru vardi. 7. kattaki lojmanin orta odasi benimdi, yerleri pembe tonlarinda kadife bir haliyla kapliydi, geri kalani ise annemden aldigim battaniyeler ve kenarlari dantelli masa ortuleri ile sevimli az esyali bir oda haline gelmisti. Odada cok vakit gecirdim, yalniz ve yalnizliktan hic gocunmadan, zamani cok guzel kullanarak. Sabah bir posta evde calistiktan sonra ofise giderdim, master/doktora ogrencileri arasinda cok sicak bir ortam mevcuttu, o ortamin bir parcasi olsam da tamamen kendimi sosyal hayata kaptirmis degildim, yapmam gereken odevleri/isleri fazla ciddiye almaya devam ettigim bir donemdi.
Master'in ilk yili undergrad'a gore fevkalede guzel gecmisti. Oncelikle Özge yoktu, undergrad biter bitmez doktoraya Amerika'ya gitmisti, ve onsuzluk ruhuma cok iyi geliyordu. Sadede gelirsek, bu yazinin konusu Ozge! Kim mi? hayatimda kiskandigim tek insan, ama nasil bir kiskanma!!! sinif arkadasligimiz boyunca, yani 4 yil, buyuk bir tutarlilik ve siddetle Ozge'yi kiskandim. Biraz anlatayim onu, Ozge yardimsever, "sevimli", hayat dolu, akilli, caliskan, herseyi rahatlikla yapan guzel bir kizdi. Kimseye zarar verecek, kendisini oldugundan farkli gosterme telasina girecek biri degildi. Sakin, duz, mutlu ve basariliydi, hersey onun icin teryagindan kil cekmek gibiydi, ve iste bu kisim beni cileden cikariyordu! Ilk donemim ortasinda soyut matematigin ilk sinavindan 35 aldigimda, o basarisizlik sayesinde ortaya cikan butun kiskanclik hislerim bir top olup ozge uzerinde yogunlasmisti. O siralar tek kaldigim yurt odasinda, yataga girip dinlenerek olanlari anlamlandirmaya calisirken, Ozge'nin neseli sesi kulaklarimda cinliyordu. Ben yapamazken, baskasi nasil yapiyordu? Nasil olurdu, ilk defa basarisizdim, ustelik basarmak o zamana kadarki butun hayatim boyunca bir onur meselesi olmustu!
Universite sinavinin oncesinde baslayan depresyon azalmak yerine dallanmisti. Mutsuzlukta beynim butun calisma kapasitesini yitirmisti. Normalde cok basit gelecek fizik labi sorularinda tikandigimda durumun vahametini anlamistim, sonunda "kafam calismiyordu!". Bu kafayla nasil isleri yoluna koyacak, sinavlardan butun dengemi bozacak o dusuk notlari almamayi basaracak, boylece kendimce bir duzen icinde egitim hayatima devam edecektim. Kampus, universite sinavinda potansiyelini gerceklesitirmis ya da kendini bile asip Bilkent'e girdigi icin cok mutlu hisseden birinci sinif ogrencileri kayniyordu, ve herbirini tek tek sinir bozucu bulmak yerine butun ofkemi "Ozge'ye" yonlendirmistim. Ozge sahip olamadigim herseyin temsiliydi, zihni tertemizdi, cocuksu mutlulugunu kaybetmemisti, hayat ona hic acilar gostermemisti. Mutluydu ve matematik okumak onun icin cerezdi! Dorduncu sinif oldugumuzda, siniftan biri odul alacakti, haftalarca o odulu Ozge alirsa nasil berbat hissedecegimi dusundum, sonunda korktugum olmadi ve baska bir arkadas aldi. Ben Ozge'ye kafa tutarken Y. sessiz ve sakin bir sekilde gemisini yurutuyormus. Cok mutlu oldum, Y ile hicbir sorunum olmazdi, oldukca yuzeysel, suratindan dusen bin parca, huysuz gorunumlu bir kizdi, benden iyi not ortalamasini kiskanacak degildim. Ama Ozge oyle miydi, mutluydu, huzurluydu ve hayat doluydu. Ben ise sanki bir Dostoyevsky romani kahramaniydim, ancak ki ruhun aci cekmesinde sampiyondum, dopamin eksikliginden beynimin icinde kroniklesmis kecelesme hissi hala hatirimda...
No comments:
Post a Comment