yasiyorum. Annelikle beraber gelen, kendi anneme kizginligim, bir anda gecti. Uzun zamandir soyledigi her seye kulak tikamisken, simdilerde kaza eseri bulduklarima bir bakiyorum ki onun yillardir bana tekrar ettikleri. Annem bilge bir kadinmis, bu dusuncelerimi ona soylesem, dunyanin en mutlu insani olacak...
Thursday, September 26, 2024
Friday, September 20, 2024
Mutluluk
ile aitlik arasinda bir bag olmali, 2007 yilinin ekim ayinda ilk defa balkabagi oyarken, nasil da ait hissediyordum yeni dunyaya! ilk defa bu derece mutluydum, ve ilk defa bir yere bu kadar aittim. Nasil burdan koparilmis, ama sonunda gelip yerimi tekrar bulmustum, yasasin reankarnasyon. O küçük ve asil sehirdeki sonbahar, butun sonbaharlara inat simsicakti, üsütmüyordu, ürkütmüyordu, aklimda hep ayni soru vardi, neden burasi? burasi benim vatanimdi ve bir mucize eseri, o kadar yer varken, buraya ait oldugum yere konmustum. Mutlu olunca ait hissediyoruz, oraya, o seye, o insana... hatta ask dedigimiz sey de sanki bir yana yana bir ait olma arzusu. Aslinda derinde, tek bir arzumuz var, gonullu bir ait olma. Ayni sekil sahipleniyoruz da (bize ait), ve sahiplendigimizin bizden gitmesi bir travma! olumle ya da ayrilikla... birseyin bizden koparilmasi, bizim ondan koparilmamiz. hayattaki en buyuk aci degil mi? Acaba dogarken anne rahminden koparilisimiz olabilir mi bu derin aitlik arayisinin ve ayrilik travmasinin sebebi.
Monday, September 16, 2024
Buyuk bir bardak ılık cay
master yillarina goturdu. Kahvalti yaptiktan sonra bir bardakta hazirladigim sallama earl-grey cayimi alip, tekrar yataga girer ve matematik okumaya baslardim, ayni bugun cocugu oyun ablasina emanaet edip odama cekildigim sakin Pazar sabahi gibi.
O gunleri sonradan hatirlayacagimi bilirdim, kendine ozgu bir huzuru vardi. 7. kattaki lojmanin orta odasi benimdi, yerleri pembe tonlarinda kadife bir haliyla kapliydi, geri kalani ise annemden aldigim battaniyeler ve kenarlari dantelli masa ortuleri ile sevimli az esyali bir oda haline gelmisti. Odada cok vakit gecirdim, yalniz ve yalnizliktan hic gocunmadan, zamani cok guzel kullanarak. Sabah bir posta evde calistiktan sonra ofise giderdim, master/doktora ogrencileri arasinda cok sicak bir ortam mevcuttu, o ortamin bir parcasi olsam da tamamen kendimi sosyal hayata kaptirmis degildim, yapmam gereken odevleri/isleri fazla ciddiye almaya devam ettigim bir donemdi.
Master'in ilk yili undergrad'a gore fevkalede guzel gecmisti. Oncelikle Özge yoktu, undergrad biter bitmez doktoraya Amerika'ya gitmisti, ve onsuzluk ruhuma cok iyi geliyordu. Sadede gelirsek, bu yazinin konusu Ozge! Kim mi? hayatimda kiskandigim tek insan, ama nasil bir kiskanma!!! sinif arkadasligimiz boyunca, yani 4 yil, buyuk bir tutarlilik ve siddetle Ozge'yi kiskandim. Biraz anlatayim onu, Ozge yardimsever, "sevimli", hayat dolu, akilli, caliskan, herseyi rahatlikla yapan guzel bir kizdi. Kimseye zarar verecek, kendisini oldugundan farkli gosterme telasina girecek biri degildi. Sakin, duz, mutlu ve basariliydi, hersey onun icin teryagindan kil cekmek gibiydi, ve iste bu kisim beni cileden cikariyordu! Ilk donemim ortasinda soyut matematigin ilk sinavindan 35 aldigimda, o basarisizlik sayesinde ortaya cikan butun kiskanclik hislerim bir top olup ozge uzerinde yogunlasmisti. O siralar tek kaldigim yurt odasinda, yataga girip dinlenerek olanlari anlamlandirmaya calisirken, Ozge'nin neseli sesi kulaklarimda cinliyordu. Ben yapamazken, baskasi nasil yapiyordu? Nasil olurdu, ilk defa basarisizdim, ustelik basarmak o zamana kadarki butun hayatim boyunca bir onur meselesi olmustu!
Universite sinavinin oncesinde baslayan depresyon azalmak yerine dallanmisti. Mutsuzlukta beynim butun calisma kapasitesini yitirmisti. Normalde cok basit gelecek fizik labi sorularinda tikandigimda durumun vahametini anlamistim, sonunda "kafam calismiyordu!". Bu kafayla nasil isleri yoluna koyacak, sinavlardan butun dengemi bozacak o dusuk notlari almamayi basaracak, boylece kendimce bir duzen icinde egitim hayatima devam edecektim. Kampus, universite sinavinda potansiyelini gerceklesitirmis ya da kendini bile asip Bilkent'e girdigi icin cok mutlu hisseden birinci sinif ogrencileri kayniyordu, ve herbirini tek tek sinir bozucu bulmak yerine butun ofkemi "Ozge'ye" yonlendirmistim. Ozge sahip olamadigim herseyin temsiliydi, zihni tertemizdi, cocuksu mutlulugunu kaybetmemisti, hayat ona hic acilar gostermemisti. Mutluydu ve matematik okumak onun icin cerezdi! Dorduncu sinif oldugumuzda, siniftan biri odul alacakti, haftalarca o odulu Ozge alirsa nasil berbat hissedecegimi dusundum, sonunda korktugum olmadi ve baska bir arkadas aldi. Ben Ozge'ye kafa tutarken Y. sessiz ve sakin bir sekilde gemisini yurutuyormus. Cok mutlu oldum, Y ile hicbir sorunum olmazdi, oldukca yuzeysel, suratindan dusen bin parca, huysuz gorunumlu bir kizdi, benden iyi not ortalamasini kiskanacak degildim. Ama Ozge oyle miydi, mutluydu, huzurluydu ve hayat doluydu. Ben ise sanki bir Dostoyevsky romani kahramaniydim, ancak ki ruhun aci cekmesinde sampiyondum, dopamin eksikliginden beynimin icinde kroniklesmis kecelesme hissi hala hatirimda...
Saturday, September 7, 2024
Apar topar
gezmeyi bitirip evimize döndügümüzde, ailece okullarimizin baslamasina hazirlanacaktik ki bir guzel hasta olduk! Nasil korkunc bir haftaydi, "birkac gun icinde 300 yeni ogrencinin karsisina cikacak kadar iyi olur muyum" diye, yeni bir stress bicimi eklendi, butun kaygilarin uzerine. Ikinci haftada, hastalik etkisi artik azalmisti ama iyilesme baskisiyla panik atak gelistirmenin esigine gelmistim, kalbim durduk yere carpinti yapiyordu. Carsamba aksami hafif bir gevseme geldi, uc haftadan sonra ilk defa, persembe gunu yuzum gülüyordu ve stress hormonlarimin seviyesinin düştüğünü hissedebiliyordum. Sonunda, bugun sakin bir kafayla işe gittigim ilk gundu.
Son yillarda hayatimin en mucizevi tarafi, buyuk felaketlerin eşiğinden kil payı dönmek...