mükemmel'e dair tahminlerim var, ve yaptigim seyler hicbir zaman o seviyede degildi. Enerjimin/konsantrasyonumun tamamiyla bir isi yapmak fazlasiyla tatmin ediciydi, sonucun seklinin/seviyesinin onemi yoktu.
Ancak sonradan anliyorum ki, mukemmeliyetcilik prensibi degil ama "olmasi gereken" kalibi yasamimda bazi noktalarda belirleyici olmus. Ozellikle insanlarla olan ilisklerimde o tarz bir iliskinin ideasi fikriyle hareket etmisim, ve ona gore davranislari/hisleri yargilamisim, ve bu yuzden çokca bocalamisim.
Arkadaslik, ya da romantik iliski... ikisi icin de kafamda bazi sablonlar vardi, ve bazi cok yuksek standartlar karsilanmaliydi. Arkadaslikta asiri samimiyet (samimi bir sevgi ve seffaflik) esasti. Mesela dostum beni korkusuzca elestirebilir, bunu bir samimiyet belirtisi olarak gorurum. Ama dostum yapmacik sevgi gosterilerinde bulunmamali. Arada duygular otesi bir cikar iliskisi asla olmamali, cunku o zaman neyin ne oldugunu asla anlayamam ve kafam/kalbim karisir. Bir ornek vereyim: Yatili okulda basarili ogrenciler, derslerde zorlanan ogrencilerin sorularini cozerdi. Yuzde yirmibeslik kismin boyle duzenli soru getireni vardi. Duygu da sorularini Banu'ya getiridi ve Banu'ya mutemadiyen yumusak bir sesle "guzellik" diye hitap ederdi. Arada tek tarafli bir fayda iliskisi oldugu icin o "guzellik" hitabi kulagima zorlama/yalan gelirdi, ve kucuk boyutlu(?) bir tiksinme hissederdim.
Ayni sekil kadin erkek iliskileri de sarsilmaz ve kutsallik boyutunda bir ask uzerine kurulu olmaliydi. Azi rezillikti. Inandigim standardi yakalayamadigimda kendime/karsima/iliskiye cok yuklenirdim. Simdi ise cok farkli prensipler uzerine kurulu bir evliligi sadakatle ve buyuk bir performansla yürütüyorum. Kulagima surekli "olmasi gerekeni" fisildayan o hayaleti bir noktada basimdan savmisim ve huzuru bulmusum.