Bir kac posta halinde Amerika anilarimi yazsam hic fena olmaz, her ne kadar bloga da yazsam, bu bir gezi yazisi olmuycak,gidilmis gorulmus yerlerden ziyade son bes yila donup bakinca o yerlerden aklimda kalanlar olucak.
En guclu anilarimin oldugu zaman ilk yil, anilardan da ote burdaki ilk yilim az insanin basina gelebilecek kadar olagaustu bir algi ve kisilik degisimi yasatti bana. Ankara'da yasamimda hayatla baglarim giderek daha da hastalikli bir hal aliyordu. Zaman ya da iyilesen yasam kosullari isleri duzeltmeye yetmeyince melankolik halimin kendimden kaynakli olduguna ikna olmustum. O donemde Turkiye'den cikip doktara icin ilk once orta Amerika' nin onceki bunalimlarimi unutturmayan, tersine iyice pekistiren ovalarina geldim. Burasi Amerika'nin tutucu kesimleriydi ki bana cok bir degisiklik yapacagi yoktu. Ordan bir kac ay icinde kurtulmayi basardim. Tek problem gidicegim yeni yeri hic bilmememdi. Providenca' a geldigimin ilk haftasi icinde uzunca bir zaman yasayacagim evimi bulup yerlestikten sonra ve bu sehirde tek basina kalinca, birdenbire hayatim degisti. Hersey gozume guzel gorunmeye basladi, yeni neyi gorsem, denesem sevdim, icine girdigim eski evlerin bir/iki yuz yillik mimarisi, eskimis halilari, koca kapilardan giren soguk havasi, aksamlari evlerin ve sokak lambalarinin disindaki kalabalik sehir isiklarindan arinmisligi, kucucuk bir mekanda bu kadar guzel ve ozgurlukcu bir okulda kapali kapilarin ardinda bunca eglenceli ve insani doyuran seyin oldugunu gormek hayata ve insanliga inancimi oyle guzel tamir etti ki. Simdi donup bakinca zamaninda etrafimi sarmis isinde basarili ama yavanlik derecesinde yalin ve baskici kusagima kiziyorum.
Buranin en buyuk guzelligi de egitilmis insanlari, elestirel bakabilen daha da onemlisi sacma insan iliskileri icinde olabilmek icin dort takla atmak ihtiyaci hissetmeyen insanlariydi belki de. Sozun ozu, burdaki insanlari sevdim, yuzlerinin gulmesini, bir is yapmalari gerektiginde onu severek ve isini yapiyor olmanin gururyla yapislari takdir ettim. Onlarin duzenini eski huysuz halimle bozmadim, aralarinda hem iyi oldum hem de o iyiligin fedaisi. Sokakta bir Amerika' li kadar etrafima saygiliyim cunku bunun ne kadar iyi birsey oldugunu biliyorum artik.
Turkiye'de kendini ifade edememis, baskici aileler ve toplum tarafindan yasam enerjisi cekilmis, sindirilmis o kadar cok insan var ki... insan bunun farkina bile varmiyor, hele icindeyken. Simdi kalkip onlara "siz soyle yanlissiniz bir de boylesiniz!" diyemem ki, tek dusundebildigim nasil dogdugumuz cevrelerce sekillendirildigimiz, kaynak eksikliklerinden insanin payini nasil acimasizca aldigi. Her ulke zengin olsa, analarimiz babalarimiz iyi bir egitimden gecse, bize dayattiklari seylere elestirel bakabilse, iyi bir seyi gordugunde onun icin degisebilse... Butun bunlar havadan inmiyormus, iste en cok onu ogrendim bu memlekette.
Buranin eksikleri yok mu, (elbetteki vardir ki anlattigim gibi oralara dayanayip terkettim) ama ben onlarin cok azini goruyorum ya da anlayabiliyorum cunku o problemli cevrelerde yasamiyorum ve etrafimda onunla yuzlesen insanlar yok, ha bir de televizyon seyretmiyorum, ama buranin eksikliklerine bakip moral bulucagimiza bizimkileri uzerinde calismamiz lazim. Turkiye'deki mevcut anlayis dusunceye engel ki, bu sistem dusunup tasinmadan eksigini farkedip ondan kurtulmak icin inat etmedikce hic mi hic degismez.
Not: Bu hikayenin gozlem ve karsilastirma kismi, devami da gelecek.
Saturday, June 30, 2012
Friday, June 22, 2012
I am going to write here a post, as soon as possible.
I will write about the commencement I planned a year ago and the one I had very recently. Dreams are always more vivid than the reality or say the reality is corrupted by too many other distractions.
Every night I go to bed, I make plans for the next day or say for near future, they are so appealing that sometimes I can not sleep from excitement and happiness. Next day I wake up and the cold reality of life reminds me that to achieve those goals I have to suffer no less than I did earlier, and also tells me that life will oppose me so hard that I will not have enough power left to enjoy my achievements, or the achievement will come so slowly that it will not surprise me at all at the end.
Dreams keep us more alive and the real life that tries really hard to kill us.
Friday, June 1, 2012
Insan kardesi ile tenis oynarken son maci ne uzerine yapar? Annesi.
Anne kupasi, kazanan annenin sahibidir, yani anne tamamen ona aittir. Macin sonunda kupayi evine goturen annemin ve abimin ortak calismalari ile ben oluyorum. Erkek kardeslerim (kronolojik dogum sirasina gore abilerim) kendileri ile girdigim yarislarda kaybeden taraf olarak zevk alirken ben de onlarin sessiz sedasiz kaybetme cabasina saygi duyuyorum ve zaferi agir baslilikla karsilayip, cok civimiyorum.
Anne uzerine mac yaptigimiz gibi evde anne hisselerini satiliga cikarmak, bazen ise devretmek de ailemize ozgu ekonomik hareketliklerdir.
Annenin memleketini birakip yanima gelmis olmasini firsat bilerek her sabah gune anneyle kavga ile baslarken, kavganin onun tarafindan " ben sana bakmaya kiyamiyorum" ' u benim icten soyledigim "sen ne sirin bir canlisin"' i ile gulumseme ve kucaklasmayla bitmesiyle kendimizi sokaga atiyoruz. Ali Riza'ya Providence' i gosteriyoruz. Ne gorursek deniyoruz, degisik tasarimlar gormek adina onumuze gelen dukkanlara girip cikiyoruz. Aksam tenis oynuyoruz, anne bize top topluyor. Eve donerken olasi baska bizler uzerine espiriler yapiyoruz. Mesela ben koyden biriyle evlenseydim, tonla cocugum olsaydi, yogurt peynir yapip koyden abimlerin ziyaretlerine gelseydim, falan da filan...
Insan ailesine karsi daha mi sabirsiz davraniyor. Halbuki hicbir baska aileyi begenemiyor insan.
Kendisine akil kupu ve fok baligi diyen annemi, dogurdugu cocuklari, bol manik aileyi anlatmaya kalkmiyorum.
Subscribe to:
Posts (Atom)